Mehmet Özay 1 Şubat 2013
Malezya gündeminde heyecan dinmek bilmiyor... 2013 yılının seçim yılı
olacağı artık kesinlik kazandığından tüm gözler muhtemelen Mart ayındaki 13.
Genel Seçimler’e odaklanmış durumda. Seçim tarihi Mart olarak verilse de son
birbuçuk yıllık tecrübeden hareketle bu seçimin Haziran sonu gibi bir tahminin
daha güçlü olduğunu söylenebilir. Gündemin baş köşesindeki seçim nedeniyle siyasi
partilerin ve adayların kampanyalarını tabiri caizse kapı kapı dolaşarak yaptığı
bir seçim atmosferi yaşayan ülkede, seçim sonuçları ne olursa olsun, yani kim
kazanırsa kazansın ülkenin siyasi geleceğinde orta vadede başat rol oynacağına
kuşku yok. Siyasi gözlemciler, 2008 seçimlerinde 50 yıllık iktidar Ulusal Cephe
ittifakının meclisteki üçte iki çoğunluğu ilk kez kaybetmesinin iktidar ile
muhalefet arasında neden olduğu gergin ortamın önümüzdeki seçimin ne denli
hayati olduğuna dair yeter ipucu telâkki ediyorlar. Bununla birlikte ülke gündeminde
başka konular da yok değil...
Yılın ilk ayına, Başbakan Necib’in ‘ilkler’ içerisinde yer alan Gazze’ye
yaptığı ani ziyaret, ardından büyük bir ekiple Dünya Ekonomi Zirvesi
dolayısıyla Davos’a yaptığı çıkartmanın yanı sıra, birkaç yıl önce gündeme gelip
ardından durulan ‘Allah’ lafzı Celilî’nin Malezya Katolik Hıristiyanlarınca
Malayca İncil çevirilerinde kullanılıp kullanılmayacağı tartışmasının yeniden alevlenmesi,
çocuk kaçırma vak’alarının son örneğinde 6 yaşındaki William’ın günler sonra
bir nehirde neredeyse tanınmayacak halde bulunan cesedi vs... damgasını vurdu. Yukarıda
değindiğimiz seçim arefesinin yaşandığı bu günlerde gündemin baş köşelerinde
yer alan bu ve benzeri hadiselerin seçim malzemesine dönüştürülmesi gibi belki
de ‘politika’ yapmanın her şeyi mübah kabul eden doğasından kaynaklandığı
düşünülebilir. Bu gelişmelere kısmen de olsa değinmekte fayda var.
Gazze ziyareti, İsrail saldırıları sürecinde Gazze’de yaşanan acıların
Malay Müslümanları derinden etkilediğine kuşku yok. Gönüllerin yarasını
gidermek adına devlet ve sivil kuruluşlarca açılan yardım kampanyaları kadar,
hükümetin Filistin’e siyasi desteği şayanı dikkate değiyor. Necib’in Gazze’ye
gitmesi bunun somut bir göstergesiydi. Hem de bu ziyaretin, Arap liderler
dışında bir ülke Başbakanınca gerçekleştirilmiş olması kadar, bugüne kadar
Malezya başbakanlarından hiçbirinin böylesine hassas bir coğrafyaya ziyaret gerçekleştirmemiş
olması Necib’in bu uluslararası ‘icraatını’ daha da anlamlı kılıyordu. Tabii bu
arada, Gazze ziyaretine yönelik ‘Ramallah’dan gelen eleştiri, Malezya’nın
İsrail’in varlığını tanımaması nedeniyle hava sahasını kullanamayacağına
bağlanmasıyla ‘tatlıya’ bağlanmış gözüküyor. Bu ziyaretin siyasi bir zafer
olarak algılandığına dair izlenimler, Başbakan Necib’in Kuala Lumpur’a
dönüşünde Havalimanı çıkışını dolduran on bine yakın Malezyalı’nın sevgi
gösterisiyle karşılanmasında tanık olundu. Malezya’nın her zaman Filistin’in
yanında olduğu ifadesini takip eden ise, bu ‘yanındalığın’ somut siyasi,
ekonomik icraatlarla desteklenmesinin Hamas-Fatah çelişkisinin
sonlandırılmasında yattığı bizzat Başbakanca dile getirilmesi önemliydi. Bu
siyasi birlik mesajının, Malezya’nın kendi siyasi tecrübesini hatırlatması ise
oldukça doğal. Yani Malay birliğinin sağlanması halinde Malay değerlerini kimse
karşısına alamayacağı söyleminin bir benzerini Filistin şartlarında hatırlatan
Başbakan ülkedeki seçmeni gözetmediği ileri sürülemez.
Gazze’nin ardından rotayı İsviçre’de Davos şehrine
çeviren Başbakan, ilk defa katıldığı Dünya Ekonomi Zirvesi’nde bambaşka bir
ortamda boy gösteriyordu. Malezya’nın tarihsel olarak sahip olduğu ekonomik
değerlerinin bugünkü küresel şartlara ayak uydur/tul/masıyla son yıllarda dünya
ekonomilerindeki durgunluk ve gerilemeye karşın, birkaç ülkeyle birlikte hâlâ
ekonomisi artı verenler sınıflamasında yer almasına olanak tanıyor. Bu ülke
siyasi yönetimince bir gurur kaynağı olarak sunulurken, halka ‘Bakın, biz iyi
yoldayız’ mesajı da beraberinde geliyor. Malezya ekonomisinin ayakları üzerinde
yükselebilmesinde -ülkedeki hammadde kaynaklarının bolluğu, ucuz iş gücü, dünya
marketlerine ulaşmada staretejik coğrafi konum nedeniyle- yabancı sermaye
akışının özellikle otomotiv, elektronik ve imalat sanayiinde süreklilik arz
etmesi, bu sermayenin yerli -özellikle de devlet destekli- şirketlerle
ortaklıklar kadar, orta sınıflaşmanın gene bizzat devlet eliyle önünün açıldığı
bir ekonomi ikliminde petrol, palmiye yağı ve kauçuk gibi bitmez tükenmez üç
doğal ürünün getirileri de yabana atılır gibi değil. Adı geçen ürünler
bağlamında Malezya Yarımadası’na yönelen dış sermayenin ve serbest ticaret
koşullarının yeni bir olgu olmadığı, bunun kökeninin 1850’lere kadar geri
gittiği hatırlandığında, ülke ekonomisinin zaten küresel ekonomi ağında rolünün
çok belirlendiğini akla getiriyor. Bugünkü koşullarda Malezya’nın ticaret
hacminin %62’sini serbest ticaret ağındaki ‘partnerlerinin’ Japonya, Yeni
Zelanda, Avustralya, Hindistan, Pakistan olduğu gerçeğine 2009’dan bu yana
Malezya’nın ticaret hacminin en yüksek oranda gerçekleştirildiği ülkenin Çin
olduğu görülüyor.
Yaklaşık son yirmi yıldır akademi ve popüler yazarlar
arasında Malezya’nın başarısının Üçüncü Dünya ülkelerince ‘başarılı bir
ekonomi’ modeli olarak sunulduğu düşünülse de, bu model alma uğraşından hangi
Üçüncü Dünya ülkesinin başarılı çıkıp çıkmadığı da ayrı bir konu. Ya da adında
İslam isminin geçtiği kuruluşa da üye olması hasebiyle ‘ekonomik anlamda’ geri
kalmış, örneğin Afrika’daki ya da Asya’daki herhangi bir İslam ülkesinin ya da
bölgesinin kalkınması noktasında bu soyut modelliğin niçin somut bir versiyonu
çıkartılıp uygulama konulmuyor diye de kışkırtıcı bir soru ortaya atılabilir.
Bu minvalde, küresel ekonomi krizinin gündemde yer işgal ettiği son birkaç
yılda Malezya’nın sergilediği ve her geçen gün yeni yatırım olanaklarının ve
yeni yabancı yatırımcıların akın ettiği haberleri bağlamında sağlanan ekonomik
başarıya özellikle ekonomileri dar boğazdaki Batılı ülkelerin ‘dudaklarını
uçuklattığı’ söylenebilir mi diye sorulabilir. Bu anlamda, “Davos’u Davos yapan
değerlerin” Malezya’yı örnek/model alma gibi bir yaklaşım sergileyeceğinden
kuşku duyulabilir. Çünkü zaten, Malezya’da yatırımları olan ve giderek yatırım
yapma olanaklarını sonuna kadar kullanan unsurların ciddi bir bölümünün, oyunun
kurallarını ulus-devlet sınırları dışına taşırmış ulusaşırı şirketler olduğu
düşünüldüğünde kazananın sadece Malezya olmadığı gözlerden kaçırılmamalı. Kaldı
ki, Malezya kökenli şirketlerin yurt dışı yatırımlarında boy gösterme konusunda
arzu edilen seviyede olup olmadıkları yolunda bir soru sormakta mümkün.
Örneğin, ASEAN içerisinde bile, aralarında Malezya’nın da bulunduğu üye
ülkelerin diğer ulusaşırı şirketlerle karşılaştırıldığında yatırımlarının henüz
arzu edilen düzeyde olmadığı hatırlanabilir. Politikacıların seçimi
‘enselerinde hissettiği’, yukarıda değindiğimiz ve değinemediğimiz bu günlerde
yaşanan tüm gelişmeler aslında şu veya bu şekilde siyasi malzeme olmaya namzet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder