4 Şubat 2013 Pazartesi

Malezya’da Filistin ve Ekonomi Gündemi


Mehmet Özay                                                                                                                  1 Şubat 2013

Malezya gündeminde heyecan dinmek bilmiyor... 2013 yılının seçim yılı olacağı artık kesinlik kazandığından tüm gözler muhtemelen Mart ayındaki 13. Genel Seçimler’e odaklanmış durumda. Seçim tarihi Mart olarak verilse de son birbuçuk yıllık tecrübeden hareketle bu seçimin Haziran sonu gibi bir tahminin daha güçlü olduğunu söylenebilir. Gündemin baş köşesindeki seçim nedeniyle siyasi partilerin ve adayların kampanyalarını tabiri caizse kapı kapı dolaşarak yaptığı bir seçim atmosferi yaşayan ülkede, seçim sonuçları ne olursa olsun, yani kim kazanırsa kazansın ülkenin siyasi geleceğinde orta vadede başat rol oynacağına kuşku yok. Siyasi gözlemciler, 2008 seçimlerinde 50 yıllık iktidar Ulusal Cephe ittifakının meclisteki üçte iki çoğunluğu ilk kez kaybetmesinin iktidar ile muhalefet arasında neden olduğu gergin ortamın önümüzdeki seçimin ne denli hayati olduğuna dair yeter ipucu telâkki ediyorlar. Bununla birlikte ülke gündeminde başka konular da yok değil...

Yılın ilk ayına, Başbakan Necib’in ‘ilkler’ içerisinde yer alan Gazze’ye yaptığı ani ziyaret, ardından büyük bir ekiple Dünya Ekonomi Zirvesi dolayısıyla Davos’a yaptığı çıkartmanın yanı sıra, birkaç yıl önce gündeme gelip ardından durulan ‘Allah’ lafzı Celilî’nin Malezya Katolik Hıristiyanlarınca Malayca İncil çevirilerinde kullanılıp kullanılmayacağı tartışmasının yeniden alevlenmesi, çocuk kaçırma vak’alarının son örneğinde 6 yaşındaki William’ın günler sonra bir nehirde neredeyse tanınmayacak halde bulunan cesedi vs... damgasını vurdu. Yukarıda değindiğimiz seçim arefesinin yaşandığı bu günlerde gündemin baş köşelerinde yer alan bu ve benzeri hadiselerin seçim malzemesine dönüştürülmesi gibi belki de ‘politika’ yapmanın her şeyi mübah kabul eden doğasından kaynaklandığı düşünülebilir. Bu gelişmelere kısmen de olsa değinmekte fayda var.

Gazze ziyareti, İsrail saldırıları sürecinde Gazze’de yaşanan acıların Malay Müslümanları derinden etkilediğine kuşku yok. Gönüllerin yarasını gidermek adına devlet ve sivil kuruluşlarca açılan yardım kampanyaları kadar, hükümetin Filistin’e siyasi desteği şayanı dikkate değiyor. Necib’in Gazze’ye gitmesi bunun somut bir göstergesiydi. Hem de bu ziyaretin, Arap liderler dışında bir ülke Başbakanınca gerçekleştirilmiş olması kadar, bugüne kadar Malezya başbakanlarından hiçbirinin böylesine hassas bir coğrafyaya ziyaret gerçekleştirmemiş olması Necib’in bu uluslararası ‘icraatını’ daha da anlamlı kılıyordu. Tabii bu arada, Gazze ziyaretine yönelik ‘Ramallah’dan gelen eleştiri, Malezya’nın İsrail’in varlığını tanımaması nedeniyle hava sahasını kullanamayacağına bağlanmasıyla ‘tatlıya’ bağlanmış gözüküyor. Bu ziyaretin siyasi bir zafer olarak algılandığına dair izlenimler, Başbakan Necib’in Kuala Lumpur’a dönüşünde Havalimanı çıkışını dolduran on bine yakın Malezyalı’nın sevgi gösterisiyle karşılanmasında tanık olundu. Malezya’nın her zaman Filistin’in yanında olduğu ifadesini takip eden ise, bu ‘yanındalığın’ somut siyasi, ekonomik icraatlarla desteklenmesinin Hamas-Fatah çelişkisinin sonlandırılmasında yattığı bizzat Başbakanca dile getirilmesi önemliydi. Bu siyasi birlik mesajının, Malezya’nın kendi siyasi tecrübesini hatırlatması ise oldukça doğal. Yani Malay birliğinin sağlanması halinde Malay değerlerini kimse karşısına alamayacağı söyleminin bir benzerini Filistin şartlarında hatırlatan Başbakan ülkedeki seçmeni gözetmediği ileri sürülemez.

Gazze’nin ardından rotayı İsviçre’de Davos şehrine çeviren Başbakan, ilk defa katıldığı Dünya Ekonomi Zirvesi’nde bambaşka bir ortamda boy gösteriyordu. Malezya’nın tarihsel olarak sahip olduğu ekonomik değerlerinin bugünkü küresel şartlara ayak uydur/tul/masıyla son yıllarda dünya ekonomilerindeki durgunluk ve gerilemeye karşın, birkaç ülkeyle birlikte hâlâ ekonomisi artı verenler sınıflamasında yer almasına olanak tanıyor. Bu ülke siyasi yönetimince bir gurur kaynağı olarak sunulurken, halka ‘Bakın, biz iyi yoldayız’ mesajı da beraberinde geliyor. Malezya ekonomisinin ayakları üzerinde yükselebilmesinde -ülkedeki hammadde kaynaklarının bolluğu, ucuz iş gücü, dünya marketlerine ulaşmada staretejik coğrafi konum nedeniyle- yabancı sermaye akışının özellikle otomotiv, elektronik ve imalat sanayiinde süreklilik arz etmesi, bu sermayenin yerli -özellikle de devlet destekli- şirketlerle ortaklıklar kadar, orta sınıflaşmanın gene bizzat devlet eliyle önünün açıldığı bir ekonomi ikliminde petrol, palmiye yağı ve kauçuk gibi bitmez tükenmez üç doğal ürünün getirileri de yabana atılır gibi değil. Adı geçen ürünler bağlamında Malezya Yarımadası’na yönelen dış sermayenin ve serbest ticaret koşullarının yeni bir olgu olmadığı, bunun kökeninin 1850’lere kadar geri gittiği hatırlandığında, ülke ekonomisinin zaten küresel ekonomi ağında rolünün çok belirlendiğini akla getiriyor. Bugünkü koşullarda Malezya’nın ticaret hacminin %62’sini serbest ticaret ağındaki ‘partnerlerinin’ Japonya, Yeni Zelanda, Avustralya, Hindistan, Pakistan olduğu gerçeğine 2009’dan bu yana Malezya’nın ticaret hacminin en yüksek oranda gerçekleştirildiği ülkenin Çin olduğu  görülüyor.

Yaklaşık son yirmi yıldır akademi ve popüler yazarlar arasında Malezya’nın başarısının Üçüncü Dünya ülkelerince ‘başarılı bir ekonomi’ modeli olarak sunulduğu düşünülse de, bu model alma uğraşından hangi Üçüncü Dünya ülkesinin başarılı çıkıp çıkmadığı da ayrı bir konu. Ya da adında İslam isminin geçtiği kuruluşa da üye olması hasebiyle ‘ekonomik anlamda’ geri kalmış, örneğin Afrika’daki ya da Asya’daki herhangi bir İslam ülkesinin ya da bölgesinin kalkınması noktasında bu soyut modelliğin niçin somut bir versiyonu çıkartılıp uygulama konulmuyor diye de kışkırtıcı bir soru ortaya atılabilir.

Bu minvalde, küresel ekonomi krizinin gündemde yer işgal ettiği son birkaç yılda Malezya’nın sergilediği ve her geçen gün yeni yatırım olanaklarının ve yeni yabancı yatırımcıların akın ettiği haberleri bağlamında sağlanan ekonomik başarıya özellikle ekonomileri dar boğazdaki Batılı ülkelerin ‘dudaklarını uçuklattığı’ söylenebilir mi diye sorulabilir. Bu anlamda, “Davos’u Davos yapan değerlerin” Malezya’yı örnek/model alma gibi bir yaklaşım sergileyeceğinden kuşku duyulabilir. Çünkü zaten, Malezya’da yatırımları olan ve giderek yatırım yapma olanaklarını sonuna kadar kullanan unsurların ciddi bir bölümünün, oyunun kurallarını ulus-devlet sınırları dışına taşırmış ulusaşırı şirketler olduğu düşünüldüğünde kazananın sadece Malezya olmadığı gözlerden kaçırılmamalı. Kaldı ki, Malezya kökenli şirketlerin yurt dışı yatırımlarında boy gösterme konusunda arzu edilen seviyede olup olmadıkları yolunda bir soru sormakta mümkün. Örneğin, ASEAN içerisinde bile, aralarında Malezya’nın da bulunduğu üye ülkelerin diğer ulusaşırı şirketlerle karşılaştırıldığında yatırımlarının henüz arzu edilen düzeyde olmadığı hatırlanabilir. Politikacıların seçimi ‘enselerinde hissettiği’, yukarıda değindiğimiz ve değinemediğimiz bu günlerde yaşanan tüm gelişmeler aslında şu veya bu şekilde siyasi malzeme olmaya namzet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder