Mehmet Özay 4
Şubat 2013
“Japonya’da Liberal Demokratların iktidara gelmesiyle dış politika,
özellikle de Çin’le olan Adalar krizi ve bunun ötesinde genel anlamıyla askeri
güvenlik ve stratejisi önemli gelişmelere gebe.”
Japonya’da geçen Aralık ayı ortalarında yapılan genel seçimler sonrası
yeniden ekonomik yapılanma, güvenlik ve dış politika konuları ülkenin
öncelikleri olarak beliriyor. ‘Şahin’ lakaplı Başbakan Shinzo Abe’nin özellikle
güvenlik ve dış politika konusundaki görüşleri dikkat çekiyor. 2007’den bu yana
altı başbakanın değiştiği Japonya’da halkın Liberal Demokratlara verdiği önemli
destek, ülkede istikrar arayışının bir ifadesi olarak okunurken, Başbakan
Abe’nin aktif dış politika girişimi ülke seçmenine verilen bir sözün yanı sıra,
önemli bir değişim anlamı da taşıyor. Bu çerçevede yeni hükümet, ekonomi alanında
yaşanan sıkıntılardan kurtulma arzusunu dillendirirken, bunu, Çin gibi yanı
başında büyümeye devam eden bir deve karşı kendi bölgesinden başlayarak ekonomi
ve siyasi alanda çeperi giderek genişleyen bir ilgi alanı oluşturarak kanıtlama
çabasında. Bu değişimin ipuçlarını daha seçim arefesinde vermeye başlayan
Başbakan Abe aradan geçen kısa süreye rağmen, ekonomi, dış politika ve güvenlik
meselelerinde adım atmaya başladı.
İkinci kez Başbakanlık koltuğuna oturan Abe, dış politikada neyi hedefliyor
önce bunun üzerinde duralım... Abe, bölgede Çin ‘tehdidi’ karşısında ülke egemenlik
sahasını koruma rasyoneli kadar, bu yönde bölge ülkelerini de peşine katacak
bir politika peşinde. Bizzat kendisinin gerçekleştirdiği Endonezya, Tayland ve
Vietnam gezilerinin yanı sıra, Dış İşleri Bakanı Fumio Kishida’yı Filipinler,
Singapur, Brunei ve Avustralya’ya yollaması işi daha baştan sıkı tuttuğunun
göstergesi.
Abe, seçim zaferinden birkaç gün sonra “Senkaku Adaları Bizim’dir” mesajını
yüksek sesle dillendirerek, bu konuda Çin’le hiçbir şekilde uzlaşmaya girme
niyetinde olmadığını ilân etti. Akabinde bu söylemini eyleme dökmekte de
gecikmedi ve geçenlerde mülkiyet tartışmalarına konu olan ‘Adalar’ bölgesine
bir ziyaret gerçekleştirdi. Ancak bundan sıradan bir gezi anlamı çıkarmak
hatalı olur. Çin’in provakatif çıkışları karşısında, cesur bir eylem tarzı
olarak da değerlendirilebilecek şekilde Okinawa Adaları’ndaki Naha Deniz
Üssü’ndeki birliklere yaptığı konuşmada Japon egemenliğini ve haklarını koruma
adına herşeyi yapacağını açıkladı. Bu söylemin somut göstergesi olarak da,
Japon savunma harcamalarında son on yılın en yüksek bütçeli kararının altına
imza attı. Aslında Abe’nin ülke savunmasında bu kararının ardında Çin’in bir
türlü bitmek bilmeyen Adaları ilhak söylemleri kadar, bugüne kadar Japonya’yı
yörüngesinde tutan ABD’nin ya da daha doğrusu ‘yorgun’ Pentagon’un Çin’le ‘bizi
savaşa çekmeyin’ nazik uyarılarının da etkisi olduğu yadsınamaz.
Abe’nin bu ‘şahin’ girişimini, iktidarın küçük ortağı New Komeito
Partisi’nin lideri Natsuo Yamaguchi’yi Çin’e göndermesi izledi. Bu ziyaret,
Abe’nin Çin’i hedef alan meydan okuma söylemiyle, gene bu güce karşı “ortak
çıkarlar” doğrultusunda birlikte hareket etmeyi içeren ‘barış’ çağrısının devamı
mahiyetindeydi. Abe, kendi siyasi tarzı olarak meydan okumayı seçerken, Çin’e
elçi olarak ılımlı yaklaşımlarıyla tanınan Yamaguchi’yi seçmesi de elinde
bulundurduğu alternatif kartları oynama olarak yorumlanıyor. Çin’in yeni Devlet
Başkanı Xi Jinping’e Abe’nin özel mektubunu ileten özel elçinin Çin tarafınca
sıcak karşılanması, yeni Çin yönetiminden beklenmeyen bir yaklaşım değildi
açıkçası.
Bu çerçevede, ikili zirve görüşlerinin olumlu yankı bulması, 1972’den bu
yana iki ülke arasında en gerilimli anların yaşandığı birkaç yıllık süreçte
belki de ilk önemli adım niteliğinde. Böylece 1978 yılında imzalanan “Çin-Japon
Barış ve Dostluk Anlaşması”nda dile getirilen “Adalar sorununun görüşmeler
yoluyla halledilmesi” maddesinin nihayet hayata geçirilebileceği ihtimalini
ortaya koyuyor. Bu gelişmeler zinciri bize bir yanda ‘şahin’ bakışlar, öte
yanda ‘barış güvercini’ yan yana olduğunu gösteriyor. Abe’nin özellikle
geçmişle şu veya bu şekilde ilintilendirilerek öne çıkan/çıkartılan savunma stratejisinde
“dizginleri ele alma” çabası bir Japon öz güveni olarak anlaşılabilir. Bunun ötesinde,
henüz bölge ülkeleri ciddi bir tepki vermemiş olsa da, aslında bir dizi kaygıyı
beraberinde de getirmiyor değil. Yani, Abe’nin daha seçim kampanyaları
sırasında dillendirdiği Anayasa değişikliği ile ülkenin askeri savunma olgusunu
yeniden tanımlayacak ciddi bir girişim söz konusu.
Başbakan Abe liderliğinde Japonya’nın savunma kurgusundaki bu paradigma değişimi
kimilerince bir ‘revizyon’ olarak adlandırılıyor. Bununla birlikte, 21.
yüzyılın gelişen koşullarında Japonya’nın bölgesinde etkin bir güç olmak ya da
olmamak gibi ciddi bir ayrımın eşiğine geldiği ve bu nedenle, bölge dengelerini
sarsacak bir devrim niteliğinde olduğu bile ileri sürülebilir. ‘Şahin’ Abe’nin,
II. Dünya Savaşı ya da bölgedeki adıyla Pasifik Savaşı’nda Japon
yayılmacılığından ötürü bölge halklarına yönelik “özür dileyici” bir yaklaşımı
benimsemediği de göz önünde bulundurulacak olursa, bu hususların önümüzdeki
dönem çokça tartışılacağına hiç kuşku yok.
Abe’nin daha Dışişleri Bakanlığı döneminden başlayarak 2006-2007’deki
Başbakanlığında devam eden Çin’le “iyi ilişkiler kurma” geleneğinin yukarıda
dile getirilen “şahinvari” duruşuyla çelişip çelişmediğini ise zaman
gösterecek. Bununla birlikte, Abe’nin agresif dış politika gütmesinin ardında,
önümüzdeki yaz aylarında yapılacak ‘üst meclis’ seçimlerinde de çoğunluğu elde
etme amacını bir kenara not edilmeli. Bu koşullarda Çin’in duruşunun da
belirleyici olacağı hesaba katılmalı.
Japonya’nın yukarıda ele alınan diş politika niyetlerinin bölge üzerindeki
etkileri üzerinde kısaca duralım. Aslında, Başbakan Abe koltuğa oturur oturmaz
soluğu ABD’de almaktı. Ancak Obama’nın gündeminin uyuşmaması nedeniyle rotayı Güneydoğu
Asya ülkelerine çevirdi. Bu gezi programı, Japonya’nın sadece bölgeye yakın bir
konumda olmasından kaynaklanmıyor elbette.
Abe’nin Endonezya, Tayland ve Vietnam’ı kapsayan ziyaretinin temel amacı,
hem bölge ülkeleri içerisinde ekonomi alanında liderliğe oynayabilecek bir güç
edinimi, hem de Güney Çin Denizi’nde Adalar sorunu konusunda gelişmelerde destek
arayışıydı. Bu her iki alan da, Japonya’nın son yıllarda pasif konumunu yeniden
harekete geçirmeyi hedefliyor. Bölgede bir tür inisiyatif alma adına, örneğin
Vietnam’a yapılan alt yapı yardımlarında artışın öngörülmesi ciddi bir adım.
Vietnam’ın seçilmesinin nedenlerinin başında, geçmişten bu yana -tıpkı Adalar
krizinde olduğu gibi- Çin-Vietnam arasındaki çekişmenin Japonya adına bir
avantaj olduğu aşikâr. Uzun süredir konuşulan Vietnam’da nükleer santral
inşaatına bu süreçte vize çıkartma çabası da unutulmamalı.
Güneydoğu Asya’nın hızla gelişen ekonomilerinin ‘know-how’, sermaye ve
teknoloji’ ihtiyaçları dikkate alındığında Japon yatırım/desteği hiç de
azımsanamaz. Bunun elbette Japonya’ya geri dönüşümünün bölgenin Japon ürünleri
için önemli bir Pazar olmasında zuhur edecektir. Her halükârda, bu girişim,
Japon ekonomisinin ihtiyaç duyduğu acil çözümün bir parçası olacaktır. Zaten
bir şekilde bölgede var olan Japon firmaları, yeni hükümetin vizyonu ile de
birleşerek bölgede yeni bir soluk olmaya aday. Çin’de önemli yatırımları
bulunan Japon şirketlerinin iki ülke arasındaki siyasi istikrarsızlığın negatif
etkilerinden kurtulma adına ‘Çin’den çıkış arayışları sürecinde yeni adres
Tayland ve Endonezya. Sadece neden bu değil elbette. Çin’in yabancı
yatırımcılar için giderek ‘maliyetleri yüksek’ olmaya başlaması ve “yatırım
alanlarının çeşitlendirilmesi de” kapitalist üretim sisteminin yeni
alternatifler peşinde koşmasında başat bir faktör. Abe’nin, Endonezya’nın önde
gelen basın organlarından Kompas’a verdiği mülâkatta, 2015 yılında ASEAN
bağlamında yürürlüğe girecek serbest ticaret anlaşmasına vurgu yapması
şaşırtıcı değildi. 2006 yılında varılan ‘stratejik işbirliği’ anlaşmasına
vurgusu da, özelde Endonezya’nın bu bağlamdaki yerine gönderme yapıyordu.
Söylem ve eylemleriyle ikinci Başbakanlık sürecine hızlı başlayan Abe’nin
girişimlerinin giderek daha fazla ses getireceğine kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder