21 Şubat 2013 Perşembe

Açe’nin Yaşayan Tarihi İbrahim Abdullah


Mehmet Özay                                                                                                                 19 Şubat 2013
Cakarta’ya birkaç günlük ziyaretim, bu kadim sömürge başkentinin büyük bir bölümünün sel sularıyla kaplandığı zamana denk geldi. Yola niyetlenenin dönmemesi prensibinden hareketle ‘Ya Allah!’ deyip Cakarta yollarına düşmüştüm. Elbette uçaktan inerken güneşli bir öğleden sonrası beklemiyordum. Ancak koyu bir griliğin hakim olduğu bir atmosferle karşılaşmak içimi ürpetmedi değil. Daha şehir merkezine gitmeye başlamışken, taksicilerden ‘şehirde sel’ anlatılarını havalimanında duymaya başladım. Öyle ki, havalimanını şehre bağlayan otobanda ilerledikçe, selin izleri de yavaş yavaş belirmeye başladı.

Bu iç burkan Cakarta atmosferinde, neşemi yerine getiren güzel bir davet aldım. Açe’nin son dönemde yetiştirdiği önemli akademisyen ve mimar kıymetli Dr. Kemal Arif’le görüşme çabam, onun “Niçin yarın Ulusal Üniversite’ye gelmiyorsun. Hem orada görüşürüz hem de amcamın yeni kitabının tanıtımına katılırsın” mesajı Cakarta günlerimi anlamlandırmaya yetecek boyuttaydı. Bu öyle güzel bir karşılaşmaydı ki, bir gün önce Cakarta Ulusal Arşiv’inde Dr. Kemal’in ‘al-marhum’ babasının kaleme aldığı iki esere ulaşmıştım. Ardından amcasıyla tanışmak ve eserini okuma imkânı bulacaktım.

Güneşin uzunca bir aradan sonra yüzünü yeniden gösterdiği bir sabah erken saatte Pejaten ilçesindeki Ulusal Üniversite’nin (UNAS) kampüsüne yollandım. Doğrusunu söylemek gerekirse, büyük bir etkinlik değildi. Ancak önemine diyecek yoktu. Cakarta’da konuşlanmış kadınlı erkekli Açeli entellektüel, akademisyen ve siyasetçilerin davet edildiği bu etkinlik bir anlamda başkentte Açe havasını teneffüs etmeye yeterince el veriyordu. UNAS’ın seçilmesinin nedeni de Profesör İbrahim’in 1980’li yılların ilk yarısından itibaren bu üniversitenin Sosyal Bilimler ve Siyaset Bilimi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışması, bir anlamda yuvası oluşuydu…

Bir binanın üçüncü katındaki salona yaklaştığımda tanıdık bir sesi işittim. Bu ‘Rafli’ydi… Açe’nin etnik müzik alanındaki meşhur duayeni dersem hata etmiş olmam… çatışma döneminde yazıp söylediği sosyal içerikli parçaları ile Açelilerin gönlünde taht kurmuş olan Rafli tsunami sonrasında da ‘görevini hakkıyla’ icra etmişti. Salonda, şimdi adını hatırlayamadığım güzel parçalarından biri çalıyordu. Bence oldukça güzel bir seçimdi…  Salona girdiğimde karşılayan Dr. Kemal oldu. Hemen birkaç sandalye ötede oturan 80’inde olmasına rağmen, dinç mi dinç amcası İbrahim Abdullah’la tanıştırdı. Bu birkaç dakikalık tanışma faslını uzatmak istememe rağmen, birbiri ardı sıra gelen misafirlerin varlığı karşısında bu isteğimi ertelemek zorunda kaldım. Ardından, bir sıra ötede, 1990’lı yılların ikinci yarısında Açe’de valilik yapmış Prof. Dr. Shamsuddin Mahmud’la ve siyaset bilimci Prof. Dr. Nazaruddin Şemsuddin ile merhabalaştık. Salon yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Gelenler arasında Endonezya Millet Meclisi Başkan Yardımcısı Pidie’li (Kuzey Açe’de bir şehir) Farhan Hamid, PKS’den Nasır Cemil de bulunuyordu.

Prof. İbrahim’i yakinen tanıyan üç akademisyenin kitap ve daha doğrusu Profesörün hayatı hakkındaki keyifli sohbet dinleyicilerin soruları ile daha da bir önem kazanıyordu… Bir ara kulağıma inanamayarak yanımda oturan bayana yüzümde belirdiğini hissettiğim büyük bir şaşkınlıkla “Gerçekten sekiz kez evlenmiş mi?” diye sorduğumda “Evet” cevabını almak kadar, bu bayanın Profesörün kızı olduğunu da öğrenmiş oldum! Aslında işim “gender studies” konularına girmek değil… bugünün tek evliliğin altından kalkamayan nesli karşısında hayatının değişik evrelerinde sekiz kez evlenme cesaretini gösterdiği için Profesörü kutlamak gerekir herhalde. Hiç kuşkum yok ki, seksen yılın özeti mahiyetindeki eserinin her sayfasına işlemiş olan kaderin ona çizdiği rengarenk yaşamında ortaya koyduğu farkındalığın bir bölümü de bu evlilikleriyle ilgili olsa gerek.

Seksenine başmış olan Prof. İbrahim, kaleme aldığı biyografisinin başlığını da bu seksen yıllık ömürde verdiği ‘uzun mücadeleyi’ konu alıyor. Biyografiler aslında yazarın kendisiyle kurduğu iç diyalog, muhasebe mesabesinde… Sigli yakınlarındaki ‘Blang Anoe’ adlı köyden başlayan serüven onu Hollanda yönetiminin hakimiyetinde o zamanlar adı Kota Raja olan bugünkü Banda Açe’ye, kısa süreliğine de olsa Penang Adası’na, oradan Cava Adası’nda öğretim merkezi Cogcakarta ve Cakarta’ya taşıyor. Hayatının erken dönemlerinde Malay Adaları arasındaki bu geçişkenlikten sonra, erken gençlik yıllarında yüksek öğrenim amacıyla yolu Filipinlerin başkenti Manila’ya ve oradan da Yeni Dünya’nın başkent konumundaki New York’a düşüyor. Bu kadar seyahat, öğrenim vs. derken Prof. İbrahim’in atadan babadan zengin olduğu akla gelebilir. Aslında pek de öyle değil. Orta halli bir ailenin çocuğu… Ancak kaderin kendisine çizdiği yol öylesine inişli çıkışlı ve sürekli genişleyerek devam eden bir ‘iç’ ve ‘dış’ yolculuk ki, eserini okumaya başladığım ilk andan itibaren “bu çalışma bir filme konu olur düşüncemi” hiç yitirmedim.

İsim kısaltmalarının yaygın olduğu Açe’de İbrahim Abdullah’ın lâkabı ‘Utoh Him’, yani “Mühendis İbrahim”… ‘Utoh’, Açece bir kelime, ‘Him’ de adının son hecesi… Bu coğrafyada bu tür lakaplar, yakıştırmalar, sadece sıradan halk arasında değil, sosyal statüsü ‘yüksek’ çevrelerde de çokça kullanılıyor…
“Nyak Beurahim Utoh Perjuangan Panjang: Aneukmiet Gampong 80 tahun Ibrahim Abdullah” başlığını taşıyan ve siyah beyaz fotoğraflarla bezenmiş 388 sayfalık eser bir Açeli gencin, eğitim serüveni çerçevesinde erken yaşlardan başlayan köy okulundan New York Üniversitesi’ne kadar uzanan, oradan bürokrasi ve meslek yaşamına uzanan derin bir eser. Çalışmayı bir Açe hikâyesi olarak da değerlendirebilirim. Bunun birkaç nedeni var. İlki Profesörün, köyünden çıktıktan sonra en verimli çağında yani orta yaşlarda dönüp dolaşıp geldiği mekânın Açe olması… Bir diğer husus, daha çocukluk yıllarında yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarından bugüne kadar Açe siyasi yaşamına ‘renk katmış’ şahsiyetlerle ilişkisi…. Kimler yok ki, Tgk. Daud Beureuh, Tgk. Hasan di Tiro, Prof. Dr. Ali Hasjmy, Mustafa Abubakar, Teuku İskender vd… Öte yandan, Cava’nın yetiştirdiği büyük orator Sukarno, onun halefi Suharto, kıymetli bir sosyal bilimci, kültürolog Prof. Dr. Takdir Alisyahbana vd…
Hayatın her alanını kuşatan bu tanışıklıklar eserin her bir sayfasını çevirişimde bir bir karşıma diziliyordu… Sukarno’nun Açe’ye yaptığı’zorunlu’ ziyaret, Bireun’da Tgk. Daud Beureuh’le olan ve Endonezya Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı meşhur görüşme; ‘Abi’ (abang) dediği Hasan di Tiro ile Manhattan/New York’da buluşma ve Tiro’nun Endonezya ordusunun Açe’de gerçekleştirdiği soykırım sonrasında Endonezya’nın Amerika Büyükelçiliği’nde konsolosluk görevinden istifası vs. vs.

‘Utoh Him’ mühendislik eğiminin yanı sıra, iktisat konusunda ve sosyal bilimlerde de kendini yetiştirmiş bir akademisyen. Aynı zamanda bir bürokrat. Daha New York’dan yeni dönmüşken, dönemin Açe Valisi, sadece Valisi değil her şeyi desem yeridir- Prof. Dr. Ali Hasjmy ya da geleneksel tabirle Tgk. Ali Hasjmy’nin davetiyle Açe’de Endüstri Müdürlüğü’nün başına getirilir. Bu süreçte henüz yeni kurulmuş Şah Kuala Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde dersler veren; Sabang Teknoloji Enstitüsü’nü kuran ve akabinde Sabang’ın serbest bölge statüsü alması konusunda tüm teknik çalışmaları bizzat yürüten ve bunu dönemin Devlet Başkanı Suharto’ya sunan; Banda Açe-Sigli karayolunu bugünkü haline getiren ilk adımları atan da yine Prof. İbrahim’dir.

Bu çalışma son derece önemli. Çünkü sözlü kültürün son derece güçlü olmasına rağmen, kayda geçirme geleneğinin pek de yerleşmediği bu tip toplumlarda geçmişe dair tanıklıklar büyük önem taşıyor. Bu tanıklıklar hem geçmişte neler olup bittiğine dair resmi söylemden farklı olarak alternatif bakış açıları  sunarken, aynı zamanda bugünkü yaşayan nesle geçmişte vatanlarının nasıl bir yer olduğu, insan kaynakları ve bunların çevre ve merkezle komplike ilişkilerinden hareketle bugünü anlamayı ve geleceği kurgulamaya olanak tanıyacak zenginlikte. Yukarıda bu eserin beyaz perdeye aktarılmasına vurgu yapmanın nedeni, eserde verilen mesajın Açe halkına ve gençliğine kolay ulaşması amacıylaydı. Bu tip eserler edebiyatçısından, antropologuna, din bilimcisinden, iktisatçısına değin pek çok alanda çalışan araştırmacı ve akademya için de kaynak niteliğinde.

Tabii yeri gelmişken şunu söylemeden de geçmeleyim. Bu eserin yerliler, yani Açeliler için önemli bir kaynak eser olduğuna kuşku yok. Aynı zamanda, bu çalışma, tsunamiden sonra bu toprakları keşfedenler arasında Açe vatanını ve halkını yoksullukla, yoksunlukla, geri kalmışlıkla, yetimle yaftalamayı sürekli öncelleyen ve bunu maharet sayarak kendi pörtföylerinde sürekli ön planda olmayı yarışı veren dışarlıklılar tarafından da dikkate alınmasında fayda var. Bu çevrelerin Açe’nin tarihini öğrenme gibi bir ilgileri yoksa, bari hiç değilse yakın geçmişini anlamak için çaba sarf etmeleri kendilerine -maddi olmasa bile- zenginlik kazandıracaktır. Böylece, okumuşundan okumamışına kadar genel itibarıyla “Ya burası da ne böyle. Bizim 60’lardaki, 70’lerdeki halimiz” diyenlerin de Prof. İbrahim’in yaşam hikâyesinden öğrenecekleri çok şey var…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder