Mehmet Özay 19 Şubat 2013
Cakarta’ya birkaç
günlük ziyaretim, bu kadim sömürge başkentinin büyük bir bölümünün sel
sularıyla kaplandığı zamana denk geldi. Yola niyetlenenin dönmemesi
prensibinden hareketle ‘Ya Allah!’ deyip Cakarta yollarına düşmüştüm. Elbette
uçaktan inerken güneşli bir öğleden sonrası beklemiyordum. Ancak koyu bir griliğin
hakim olduğu bir atmosferle karşılaşmak içimi ürpetmedi değil. Daha şehir
merkezine gitmeye başlamışken, taksicilerden ‘şehirde sel’ anlatılarını
havalimanında duymaya başladım. Öyle ki, havalimanını şehre bağlayan otobanda
ilerledikçe, selin izleri de yavaş yavaş belirmeye başladı.
Bu iç burkan
Cakarta atmosferinde, neşemi yerine getiren güzel bir davet aldım. Açe’nin son
dönemde yetiştirdiği önemli akademisyen ve mimar kıymetli Dr. Kemal Arif’le
görüşme çabam, onun “Niçin yarın Ulusal Üniversite’ye gelmiyorsun. Hem orada
görüşürüz hem de amcamın yeni kitabının tanıtımına katılırsın” mesajı Cakarta
günlerimi anlamlandırmaya yetecek boyuttaydı. Bu öyle güzel bir karşılaşmaydı
ki, bir gün önce Cakarta Ulusal Arşiv’inde Dr. Kemal’in ‘al-marhum’ babasının kaleme aldığı iki esere ulaşmıştım. Ardından
amcasıyla tanışmak ve eserini okuma imkânı bulacaktım.
Güneşin uzunca
bir aradan sonra yüzünü yeniden gösterdiği bir sabah erken saatte Pejaten
ilçesindeki Ulusal Üniversite’nin (UNAS) kampüsüne yollandım. Doğrusunu
söylemek gerekirse, büyük bir etkinlik değildi. Ancak önemine diyecek yoktu.
Cakarta’da konuşlanmış kadınlı erkekli Açeli entellektüel, akademisyen ve
siyasetçilerin davet edildiği bu etkinlik bir anlamda başkentte Açe havasını
teneffüs etmeye yeterince el veriyordu. UNAS’ın seçilmesinin nedeni de Profesör
İbrahim’in 1980’li yılların ilk yarısından itibaren bu üniversitenin Sosyal
Bilimler ve Siyaset Bilimi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışması, bir
anlamda yuvası oluşuydu…
Bir binanın
üçüncü katındaki salona yaklaştığımda tanıdık bir sesi işittim. Bu ‘Rafli’ydi…
Açe’nin etnik müzik alanındaki meşhur duayeni dersem hata etmiş olmam… çatışma
döneminde yazıp söylediği sosyal içerikli parçaları ile Açelilerin gönlünde taht
kurmuş olan Rafli tsunami sonrasında da ‘görevini hakkıyla’ icra etmişti.
Salonda, şimdi adını hatırlayamadığım güzel parçalarından biri çalıyordu. Bence
oldukça güzel bir seçimdi… Salona girdiğimde
karşılayan Dr. Kemal oldu. Hemen birkaç sandalye ötede oturan 80’inde olmasına
rağmen, dinç mi dinç amcası İbrahim Abdullah’la tanıştırdı. Bu birkaç dakikalık
tanışma faslını uzatmak istememe rağmen, birbiri ardı sıra gelen misafirlerin
varlığı karşısında bu isteğimi ertelemek zorunda kaldım. Ardından, bir sıra
ötede, 1990’lı yılların ikinci yarısında Açe’de valilik yapmış Prof. Dr. Shamsuddin
Mahmud’la ve siyaset bilimci Prof. Dr. Nazaruddin Şemsuddin ile merhabalaştık. Salon
yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Gelenler arasında Endonezya Millet Meclisi
Başkan Yardımcısı Pidie’li (Kuzey Açe’de bir şehir) Farhan Hamid, PKS’den Nasır
Cemil de bulunuyordu.
Prof. İbrahim’i
yakinen tanıyan üç akademisyenin kitap ve daha doğrusu Profesörün hayatı
hakkındaki keyifli sohbet dinleyicilerin soruları ile daha da bir önem
kazanıyordu… Bir ara kulağıma inanamayarak yanımda oturan bayana yüzümde
belirdiğini hissettiğim büyük bir şaşkınlıkla “Gerçekten sekiz kez evlenmiş
mi?” diye sorduğumda “Evet” cevabını almak kadar, bu bayanın Profesörün kızı
olduğunu da öğrenmiş oldum! Aslında işim “gender studies” konularına girmek
değil… bugünün tek evliliğin altından kalkamayan nesli karşısında hayatının
değişik evrelerinde sekiz kez evlenme cesaretini gösterdiği için Profesörü
kutlamak gerekir herhalde. Hiç kuşkum yok ki, seksen yılın özeti mahiyetindeki eserinin
her sayfasına işlemiş olan kaderin ona çizdiği rengarenk yaşamında ortaya
koyduğu farkındalığın bir bölümü de bu evlilikleriyle ilgili olsa gerek.
Seksenine başmış
olan Prof. İbrahim, kaleme aldığı biyografisinin başlığını da bu seksen yıllık
ömürde verdiği ‘uzun mücadeleyi’ konu alıyor. Biyografiler aslında yazarın
kendisiyle kurduğu iç diyalog, muhasebe mesabesinde… Sigli yakınlarındaki ‘Blang
Anoe’ adlı köyden başlayan serüven onu Hollanda yönetiminin hakimiyetinde o
zamanlar adı Kota Raja olan bugünkü Banda Açe’ye, kısa süreliğine de olsa
Penang Adası’na, oradan Cava Adası’nda öğretim merkezi Cogcakarta ve Cakarta’ya
taşıyor. Hayatının erken dönemlerinde Malay Adaları arasındaki bu geçişkenlikten
sonra, erken gençlik yıllarında yüksek öğrenim amacıyla yolu Filipinlerin
başkenti Manila’ya ve oradan da Yeni Dünya’nın başkent konumundaki New York’a
düşüyor. Bu kadar seyahat, öğrenim vs. derken Prof. İbrahim’in atadan babadan
zengin olduğu akla gelebilir. Aslında pek de öyle değil. Orta halli bir ailenin
çocuğu… Ancak kaderin kendisine çizdiği yol öylesine inişli çıkışlı ve sürekli
genişleyerek devam eden bir ‘iç’ ve ‘dış’ yolculuk ki, eserini okumaya
başladığım ilk andan itibaren “bu çalışma bir filme konu olur düşüncemi” hiç
yitirmedim.
İsim
kısaltmalarının yaygın olduğu Açe’de İbrahim Abdullah’ın lâkabı ‘Utoh Him’,
yani “Mühendis İbrahim”… ‘Utoh’, Açece bir kelime, ‘Him’ de adının son hecesi…
Bu coğrafyada bu tür lakaplar, yakıştırmalar, sadece sıradan halk arasında
değil, sosyal statüsü ‘yüksek’ çevrelerde de çokça kullanılıyor…
“Nyak Beurahim
Utoh Perjuangan Panjang: Aneukmiet Gampong 80 tahun Ibrahim Abdullah” başlığını
taşıyan ve siyah beyaz fotoğraflarla bezenmiş 388 sayfalık eser bir Açeli
gencin, eğitim serüveni çerçevesinde erken yaşlardan başlayan köy okulundan New
York Üniversitesi’ne kadar uzanan, oradan bürokrasi ve meslek yaşamına uzanan
derin bir eser. Çalışmayı bir Açe hikâyesi olarak da değerlendirebilirim. Bunun
birkaç nedeni var. İlki Profesörün, köyünden çıktıktan sonra en verimli çağında
yani orta yaşlarda dönüp dolaşıp geldiği mekânın Açe olması… Bir diğer husus,
daha çocukluk yıllarında yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarından bugüne
kadar Açe siyasi yaşamına ‘renk katmış’ şahsiyetlerle ilişkisi…. Kimler yok ki,
Tgk. Daud Beureuh, Tgk. Hasan di Tiro, Prof. Dr. Ali Hasjmy, Mustafa Abubakar,
Teuku İskender vd… Öte yandan, Cava’nın yetiştirdiği büyük orator Sukarno, onun
halefi Suharto, kıymetli bir sosyal bilimci, kültürolog Prof. Dr. Takdir
Alisyahbana vd…
Hayatın her
alanını kuşatan bu tanışıklıklar eserin her bir sayfasını çevirişimde bir bir
karşıma diziliyordu… Sukarno’nun Açe’ye yaptığı’zorunlu’ ziyaret, Bireun’da
Tgk. Daud Beureuh’le olan ve Endonezya Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı
meşhur görüşme; ‘Abi’ (abang) dediği Hasan di Tiro ile Manhattan/New York’da
buluşma ve Tiro’nun Endonezya ordusunun Açe’de gerçekleştirdiği soykırım
sonrasında Endonezya’nın Amerika Büyükelçiliği’nde konsolosluk görevinden
istifası vs. vs.
‘Utoh Him’
mühendislik eğiminin yanı sıra, iktisat konusunda ve sosyal bilimlerde de
kendini yetiştirmiş bir akademisyen. Aynı zamanda bir bürokrat. Daha New
York’dan yeni dönmüşken, dönemin Açe Valisi, sadece Valisi değil her şeyi desem
yeridir- Prof. Dr. Ali Hasjmy ya da geleneksel tabirle Tgk. Ali Hasjmy’nin
davetiyle Açe’de Endüstri Müdürlüğü’nün başına getirilir. Bu süreçte henüz yeni
kurulmuş Şah Kuala Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde dersler veren; Sabang
Teknoloji Enstitüsü’nü kuran ve akabinde Sabang’ın serbest bölge statüsü alması
konusunda tüm teknik çalışmaları bizzat yürüten ve bunu dönemin Devlet Başkanı
Suharto’ya sunan; Banda Açe-Sigli karayolunu bugünkü haline getiren ilk
adımları atan da yine Prof. İbrahim’dir.
Bu çalışma son
derece önemli. Çünkü sözlü kültürün son derece güçlü olmasına rağmen, kayda
geçirme geleneğinin pek de yerleşmediği bu tip toplumlarda geçmişe dair
tanıklıklar büyük önem taşıyor. Bu tanıklıklar hem geçmişte neler olup
bittiğine dair resmi söylemden farklı olarak alternatif bakış açıları sunarken, aynı zamanda bugünkü yaşayan nesle
geçmişte vatanlarının nasıl bir yer olduğu, insan kaynakları ve bunların çevre
ve merkezle komplike ilişkilerinden hareketle bugünü anlamayı ve geleceği
kurgulamaya olanak tanıyacak zenginlikte. Yukarıda bu eserin beyaz perdeye
aktarılmasına vurgu yapmanın nedeni, eserde verilen mesajın Açe halkına ve
gençliğine kolay ulaşması amacıylaydı. Bu tip eserler edebiyatçısından,
antropologuna, din bilimcisinden, iktisatçısına değin pek çok alanda çalışan
araştırmacı ve akademya için de kaynak niteliğinde.
Tabii yeri
gelmişken şunu söylemeden de geçmeleyim. Bu eserin yerliler, yani Açeliler için
önemli bir kaynak eser olduğuna kuşku yok. Aynı zamanda, bu çalışma, tsunamiden
sonra bu toprakları keşfedenler arasında Açe vatanını ve halkını yoksullukla,
yoksunlukla, geri kalmışlıkla, yetimle yaftalamayı sürekli öncelleyen ve bunu
maharet sayarak kendi pörtföylerinde sürekli ön planda olmayı yarışı veren
dışarlıklılar tarafından da dikkate alınmasında fayda var. Bu çevrelerin
Açe’nin tarihini öğrenme gibi bir ilgileri yoksa, bari hiç değilse yakın
geçmişini anlamak için çaba sarf etmeleri kendilerine -maddi olmasa bile-
zenginlik kazandıracaktır. Böylece, okumuşundan okumamışına kadar genel
itibarıyla “Ya burası da ne böyle. Bizim 60’lardaki, 70’lerdeki halimiz”
diyenlerin de Prof. İbrahim’in yaşam hikâyesinden öğrenecekleri çok şey var…