15 Nisan 2025 Salı

Şi Cinping Güneydoğu Asya’da: Çin’den ekonomik işbirliği inisiyatifi / Xi Jinping in Southeast Asia: China's economic cooperation initiative

Mehmet Özay                                                                                                                             15.04.2025

Çin ve ABD arasında, gümrük vergisi artışının neden olduğu çatışma sürerken, Çin’den beklenen siyasi ve ekonomik ataklar giderek belirginleşmeye başlıyor.

Bu çerçevede, Çin devlet başkanı Şi Cinping bu hafta, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’ne (ASEAN) mensup üç ülkeyi ziyaret edecek.

Cinping’in resmi ziyaretlerinde ilk durak, komşu ülke Vietnam oldu. Başkan Şi Cinping, önümüzdeki günlerde Malezya ve ardından, Kamboçya’yı da ziyaret edecek.

Korumacılığa eleştiri

Cinping’in, Güneydoğu Asya ülkelerine yapacağı seyahat öncesi verdiği açıklamalara bakıldığında, temel hedefin ilgili ülkelerle ticari ilişkilerin geliştirilmesi olduğu anlaşılıyor.

Cinping’in, bu anlamda gündeme getirdiği, “ekonomide korumacılık” olgusunu gündeme getirerek, “bu yaklaşımın kimseye yararı yok” anlamına gelecek eleştirisinin, ABD’yi hedef aldığına kuşku yok.

Çin devlet başkanı Şi Cinping’in Güneydoğu Asya ülkelerinden üçünü kapsayan resmi ziyaretlerinin, ABD başkanı Donald Trump’ın diğer ülkeler arasından özellikle, Çin’i hedef alan gümrük vergisi artırımı, karşılıklı açıklamalar ve yaptırımlarla yüzde 145’e çıkmasıyla doğrudan bir ilişkisi bulunuyor.  

Washington’dan 2 Nisan günü gelen açıkmalar çerçevesinde, Güneydoğu Asya ülkelerinden Vietnam’a gümrük vergisi yüzde 46 olarak açıklanmıştı.

Pekin yönetimi, Washington’dan gelen haberlerin ardından, küresel ekonomide öncü bölgeler olarak dikkat çeken Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleriyle ilişkilerine yeni bir yön vermeyi hedefliyor.

Cinping’in bu hafta gerçekleştireceğ Güneydoğu Asya ziyaretini, 30 Mart’da Güney Kore’nin başkenti Seul’de yapılan Japonya-Güney Kore-Çin ticaret bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen üçlü toplantıdan sonraki en önemli gelişme kabul etmek gerekir.

“Ortak hareket”

Şi Cinping ve Vietnam devlet başkanı To Lam arasında, dün yapılan görüşmelerde To Lam’ın tarehin dönüm noktasının yaşandığı bugünlerde ortak hareket etmeliyiz” anlamına gelecek açıklaması gayet önemliydi.

Cinping’in açıklamaları arasında dikkat çeken hususlardan biri, küresel kapitalist sistemin öncüsü kabul edilen ABD’yi ders verircesine, “küresel serbest ticaret sisteminde istikrarın korunması” ve “açık ve işbirliğineyönelik uluslarası bir ortamın” sağlanmasına yönelik ifadeleriydi.

Çin ve Vietnam heyetleri arasında yapılan görüşmeler sonrasında, aralarında, tedarik zinciri, yapay zekâ, sahil güvenlik işbirliği, demiryolları yatırımının da bulunduğu, toplam 45 işbirliği anlaşması imzalanması özellikle, Çin’in bölgeyel ilişkilerinde diğer ülkelere verdiği önemli bir mesaj olarak değerlendirilmelidir.

Bu anlaşmalar arasında yer alan, 8 milyor dolarlık demiryolu işbirliği anlaşması, iki ülkenin tedarik zinciri konusunda gayet ciddi adım atmakta olduklarını gösteriyor.

Trump yönetimi, Çin hariç diğer ülkeler gibi Vietnam’a yönelik uygulamayı da üç ay ertelediğini açıklasa da, söz konusu bu ülkelerin olası her türlü gelişmeye karşın, yeni çözüm arayışına devam edeceklerini söylemek mümkün.

Çin ve Vietnam yetkilileri arasında dün ve bugün yapılan görüşmeleri, bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Hedef işbirliklerini geliştirmek

Çin yönetiminin, ABD’den gelen gümrük vergisi artışları karşısında hedefi, başta Vietnam ve Malezya olmak üzere Güneydoğu Asya ülkeleriyle serbest ticaret ilişkisini geliştirmek bulunuyor.

Benzer şekilde, tedarik zincirinde yaşanabilecek sorunlara çözümün de masada olduğunu söylemek mümkün.

Çin’in, ihracat oranlarına bakıldığında, Vietnam’a 161.9 milyar dolar, Malezya’ya ise 101.5 milyar dolar olduğu görülüyor.

Çin’e siyasal yakınlığıyla bilinen Kamboçya’nın dışında, Şi Cinping’in özellikle, Vietnam ve Malezya’ya yapacağı ziyaretler farklı bağlamlarda değerlendirmek gerekir.

Bu anlamda, tarihsel rekabetleri bilinen Çin ile Vietnam arasında üst düzeyde yapılan görüşmelerin, iki ülkeyi birbirine yakınlaştırması bekleniyor.

Son yıllarda Çin’in, Güney Çin Denizi’nde egemenlik iddiaları nedeniyle arasının açıldığı Vietnam’la yakınlaşması bölge jeo-politiği açısından da önemli.

Bu iki ülke kadar, soruna taraf olan Bruney, Filipinler, Malezya ve Endonezya ile ilişkilerin de jeo-politik istikrarar yol açacak bir sürece evrileceğini düşünebiliriz.

Cinping’in Malezya ziyareti ise, Malezya’nın ASEAN dönem başkanı ülke sıfatını taşıması dolayısıyla sadece Malezya değil, Çin-ASEAN ilişkileri bağlamında önem taşıyor.

Kuala Lumpur’da yapılacak gelişmeleri yakından izlemekte yarar var.

Çin-Malezya heyetleri arasında olumlu geçmesi beklenen görüşmelerin, aynı zamanda yıl içinde ASEAN merkezli yapılacak toplantılar ve özellikle de, ASEAN zirvesi öncesinde yapıcı olması bekleniyor.

14 Nisan 2025 Pazartesi

Akıllı telefonla meşguliyet arızası / The problem of being busy with a smartphone

Mehmet Özay                                                                                                                             13.04.2025

Yaşadığımız dönemin ‘akıl tutulmasına’ yol açan değişim hızı karşısında, geniş toplum kesimlerinin teslimiyet kararını çoktan vermiş olduklarına tanık olunuyor.

Hız olgusu ve mahkumiyet

Bir yanda, ‘hız’a yapılan eleştiri ile öte yanda, ‘hız’ı yakalamak zorunda oluş konusunda oluşturulan yanlış bir algı söz konusu...

Şunu ifade etmekte yarar var ki, hız/ın boyut/u bir yana, değişim olgusu insan toplumlarında yeni karşılaşılan bir husus değil. Zamanla, -herhangi bir alanda gündeme gelen- değişimin hızının da artmaya başladığına tarihsel süreçlerde tanık olunabilir ve anlaşılabilir olduğu görülüyor.

Değişimle gelen ve buna eklemlenen hız olgusunda sorun, değişmek mi değişmemek mi değil... Bu soruyu gündeme getirmek bile, bir tür basitlik göstergesi olarak kabul edilmeye aday.

Bu noktada, “insanlık tarihi boyunca değişimlerin bizi getirdiği yer neresidir?” diye sorduğumuzda, vereceğimiz veya alacağımız cevabın bizi tatmin edip etmeyeceğini bir an için düşünmekte yarar var.

Kaos’da tatmin

Yeni veya eski nesil ayrımına gitmeden söylemek gerekirse, her yeniliğin getirdiği değişim ve adaptasyon sürecinin kaosu, günümüzde her an ve her mekânda kendini hissettiriyor.

Yaklaşık son yirmi yıllık süreçte ‘akıllı telefon’ yaşamını sindiremeyen geniş toplum kesimlerinin ne tür bir dünya algısı, yaşam biçimi, dini ve kültürel zemine, siyasal gerçekliğe, estetik değere vb. ait olup olmadıkları sorusu birbiri ardına gündeme geliyor.

Şayet gelmiyorsa, ortada gayet ciddi bir sorun olduğuna kuşku yok!

Teknoloji ve yenilik ile teslimiyet ve anlamsızlık ilişkilerinin giderek yoğunlaşması ve bu sürece kendisini isteyerek akredite eden kitlelerin varlığı ortada, ‘normal’ bir ilişki türünün oluştuğu veya oluşmakta olduğu sonucu çıkartmamızı gerektirmiyor.

Nihayetinde adına, yenilik dediğimiz ve geniş medya içinde kendine önemli bir alan açmakla birlikte, diğer medya türlerinden biri kabul edilmesi gereken ‘akıllı telefonların’ varlığı ve işlevinin, bir büyücü karşısında aklını, benliğini, şuurunu yitirme, kaybetme ve hatta teslim etme analojisiyle açıklanabilecek bir durumla farkı kalmadığını söylemek mümkün.

Bir ‘aygıt’ ve ‘araç’ olarak ‘akıllı telefon’un sunduğu,  nicelik olarak farklı olmakla birlikte, nicelik olarak önceki dönemlerde, medyanın diğer benzeri aygıt ve araçlarından farklılaşan bir yönü bulunmuyor.

Nihayetinde, -teknoloji, aygıt, araç vs.- temellere göz attığımızda, ‘akıllı telefon’ ve içerdiği ürünlerin bir yüzyıl öncesinin televizyonu, birkaç yüzyıl öncesinin gazete ve mecmualarından ayrışan yönü, boyut ve nicelikleriyle kendini ortaya koyuyor daha çok.

Her ne kadar, bu boyut ve nicelik farklarının bizi, ‘nitelik olarak da bu aygıtların araçların öne çıktığını söyletmeye sevk eden yanılsatıcı gizemi olsa da, dikkatli bakışlar, dikkatli düşünüş biçimleri bunun böyle olmadığını fark edecektir.

Bu bağlamda, ‘akıllı telefon’la ilgili yaşam süreçlerine dair, kısaca da olsa bilgi ile ilişkili yönüne değinmek gerekir.

Bu noktada, örneğin ‘akıllı telefonların’ akıllı, mantıklı, bilgili bir insan, birey ve toplum yaratmadığını -kayda değer bir iddiayla söylemek gerekirse-, ve dahi, temelleri itibarıyla böyle bir hedefinin de bulunmadığını, yaşamın küçük, büyük gelişmelerine konu olan her anında karşılaştığımız hadiseler ve olgular dizisi bize kanıtlıyor.

Burada sorun bilgi, bilgiye erişmekten, bilgiyi paylaşmaktan ziyade, çokça medyanın bu aygıt üzerinde özelleşen ve bununla kurulan ilişki türündeki sağlıksızlığın kendini belirgin kılmasıyla ilintilidir.

Belki, şöyle bir yaklaşımla konuya ya da soruna açıklık getirmek mümkün.

İlki şu...

Yazılı medya ile tanışan toplumlarda okur yazar oranı; yayına konu olan gazete ve mecmuaların yazı, konu, içerik zenginliği ile bu zenginlikten pay alanların oranı vb. gibi süreçlerle ilgili gözlemler ve veriler bize, geçmişin ilgili dönemlerinde toplumların pek de okur-yazar olmadıklarını, eldeki verili gazete ve mecmuaların sınırlı sayıda kitle arasında sirküle edildiğini gösteriyor.

İkincisi...

Doğu-Batı ayrımına gideceksek, ki gitmekte yarar var...

Nihayetinde, karşımızda duran ve bir sorun olarak kabul ettiğimiz ‘akıllı telefon’ aygıtının, Batı’da tevarüs etmesiyle, Doğu’yu kapsamı alanına alması arasında geçen kısa süreye rağmen, Batı’da var olan ve gelişme eğilimi gösteren öğrenmenin, bilginin kalite, nitelik ve benzeri yapılaşması ile Doğu’daki toplumların kısa sürede edinilen, -örneğimizde ‘akıllı telefon’ olduğunu hatırlayarak- aygıt/lar/ın kazandıracağı varsayılan ya da aradan geçen, yaklaşık yirmi yıllık süre sonunda kazandırdığı varsayılan nitelik, bilgi, kalite ve benzeri hususların birbiriyle paralellik sergilemediği görülüyor.

Burada, dünün matbu gazetecilik ve benzeri süreçleriyle bugünün ‘akıllı telefon ve sürekli art/ırıl/an ürünleri” üzerinden Batı-Doğu karşılaştırmasında ibrenin Batı’dan yana olduğunu söylemek değil niyetim...

Bu söylemi dile getirmemin ve geçmişle karşılaştırmalı bir yaklaşım sergilememin niyeti, Batılı ve Doğulu toplumların, dünkü yazılı medya ile ilişkilerindeki boyutun benzerinin bugün içinde yaşadığımız dönemde, ‘akıllı telefonlarla’ olan ilişkide kayda değer bir benzerlik göstermekte olduğunu ortaya koymaktır.

Bu karşılaştırmayı, ilgili toplumlarda kitlelerin ‘akıllı telefonlarla’ ilişkilerindeki boyutun, içinde kültür, din, gelenek vb. gibi çok daha kayda değer sapmalarla kendini ortaya koyduğuna değinmek için gündeme getiriyorum.

Yoksa bugünkü yaşam süreçlerinde Batı ve Doğu arasında ve/ya Batı’da yaşam süren kitlelerle Doğu’da yaşam süren kitleler arasında ‘akıllı telefonlarla’ ileşitim süreçlerinde ortaya çıkan ‘arıza’ bakımından fark yok.

https://guneydoguasyacalismalari.com/akilli-telefonla-mesguliyet-arizasi-the-problem-of-being-busy-with-a-smartphone/

12 Nisan 2025 Cumartesi

Çin uluslararası ilişkilerinde Zheng He formülasyonu / Zheng He formulation in Chinese international relations

Mehmet Özay                                                                                                                             11.04.2025

ABD başkanı Donald Trump ve yönetiminin, Çin’i hedef alan ticaret savaşlarının gündeme gelmesi, Doğu ve Güneydoğu Asya özelinde yeni bakış açılarını da gündeme getiriyor.

Bu durumun, özellikle 2016’dan bu yana giderek artan bir boyutu olduğuna kuşku yok. Ve yaşadığımız son gelişmeler bunun kanıtı hükmündedir.

ABD’den gelen ticaret savaşı salvolarını izlerken, Çin’in ne yapmakta olduğuna kısaca değinmekte yarar var.

Bu anlamda, tarihsel bir vizyon ortaya koymaya çalıştığı gözlemlenen devlet başkanı Şi Cinping ve yönetiminin çabaları ilgiyle incelenmeye değer.

Yükselen Çin

Çin’in 2000’li yılların başından itibaren, -pek çok ülkenin gıptayla takip ettiği üzere- ekonomik modernleşmede kat ettiği mesafe, Dünya Ticaret Örgütü’ne (World Trade Organization-WTO) bizzat ABD tarafından davet ve kabul edilişi sonrası 2010’larda kendine özgüveni gelişen ve ‘tarihi sorumluluğu’nu hatırlayan bir Çin’le karşı karşıyayız.

Çin’in bu süreçte, özellikle Şi Cinping’in 2013 yılında devlet başkanlığı koltuğuna oturmasıyla başlayan yeni bir evre söz konusu.

Çin’in, özelde ABD, genelde Batı ve Batı’nın Asya-Pasifik’teki müttefikleri tarafından bir tehdit olarak algınmasının da bu döneme rast gelmesi tesadüfi değil.

Tarihsel benzerlikler

Şi Cinping, bir devlet adamı olarak Mao Zedong ile kıyaslanırken, bu durum aynı zamanda günümüz Çin’inde, tarihi bakış açısının belki de ilk evresini oluşturduğunu söylemek mümkün.

Mao’nun, 1970’lerde milyonlarca Çinli’nin hayatına mal olan “kültür devrimi” ile anılmasından ziyade, daha çok 1948’da Komünizmin temellerini Çin’de kökleştirmesiyle benzerliğe konu olduğunu söylemek gerekiyor.

Başkan Şi Cinping’in yükselen Çin’in lideri olması, ekonomik anlamda kapitalistleşirken liberalleşmekten ziyade, siyasal ideolojik anlamda ‘komünist’ kalarak Batı’ya bir alternatif teşkil etmesi öne çıkıyor.

Güney Çin Denizi

Şi Cinping ve yönetiminin, Çin’i tarihsel olarak ilişkilendirdikleri bir diğer nokta, Güney Çin Denizi hakimiyeti söyleminin temellerinde ortaya çıkıyor.

Şi Cinping’in, çeşitli konuşmalarında referans yaptığı üzere, 500 yıl öncesinde de, Çin denizci ve balıkçılarının söz konusu bu denizde var ve bir şekilde egemen olduklarına yönelik vurgu dikkat çekicidir.

Bu devasa deniz üzerinde gizli/açık egemenlik iddiası, Çin’in ekonomik modernleşmeyle kazandığı özgüvenini, teritoryal olarak bir tür güvence altına alacak şekilde, yanı başındaki devasa suyolunda hakimiyet kurma arzusuna dönüşüyor.

Bununla birlikte, Güney Çin Denizi’ne komşu olan Doğu ve Güneydoğu Asya ulus devletlerinin, modern devlet yapılaşmaları, denizcilik kanunları vs. bağlamlarında haklılıklarını ortaya koyan çekinceleri Çin’in bir tehdit olarak algılanmasıyla paralel gidiyor.

Bu noktada, Vietnam, Filipinler başta olmak üzere Malezya, Bruney, Endonezya’nın kendilerini Çin’in bir tür teritoryal işgali ile karşı karşıya kaldıkları yönünde bir algıya sahip olmalarına yol açan bir sebep bu aslında.

Ming dönemi ve Zheng He

Şi Cinping yönetiminin, tarihe referansla ortaya koydukları üçüncü husus, hiç kuşku yok ki, Ming Hanedanlığı (1368-1644) döneminin başlarında gerçekleştirilen denizcilik faaliyetleridir.

Burada, Ming dönemi ve ve özellikle, Zheng He liderliğiyle ne kast etmek istediğimizi biraz açıklamakta yarar var.

Şi Cinping ve Çin yönetiminin başta Asya-Pasifik bölgesi olmak üzere küresel topluma ne söylemek istediğini bir nebze olsun ortaya koymuş olabiliriz.

Hanedanlığın üçüncü imparatoru Yung-lo (1403-1424) ile birlikte sarayda yetişen, onunla birlikte hem iktidar mücadelesine ve ardından, hanedanlık donanmasının başına amiral olarak atanan Zheng He’nun icraatları, modern Çin devleti tarafından bir model olarak algılanıp, pratikte karşılığı olan bir yapı olarak sunulmaya çalışılıyor.

Özellikle, Zheng He’nun 1405-1433 yılları arasında gerçekleştirdiği yedi önemli deniz seferinin, sadece Ming Hanedanlığı ile sınırlı olmayan, onun ötesinde izleri bugüne kadar uzanan bir Çin devlet aklının ürünü ve pratiği olduğu söylemine akademik ve entellektüel bir ilgi ile kulak vermek mümkün.

Zheng He başta olmak üzere, dönemin Ming Hanedanlığı’nın ileri gelen devlet adamlarının iştirakiyle Güney Denizleri’ne (Nanyang) yani, Malay Dünyası’na (Malay Archipelago) ve ardından, Hint Okyanusu’nu çevreleyen bölgelere ve ardından, Doğu Afrika’ya kadar ulaşan seferlerin birbirini destekleyen siyasi, ekonomik ve kültürel boyutları bugün Çin devleti’ne bir ilham kaynağı olması doğal karşılanabilir.

Bununla birlikte, günümüz Çin devletinin dış ilişkiler veya uluslararı ilişkilerde benzerlik kurmaya çalıştığı Ming Dönemi denizciliği ve buna eklemlenen uluslararası ilişkilerinin doğru bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor.

Bu noktada, ortak bir Çin aklından bahsetmek mümkün.

Veya bir başka ifadeyle, günümüz modern Çin Halk Cumhuriyeti’nin benimsemiş olduğu ideolojik siyasal yapılaşmaya yani, komünizme rağmen, kendini tarihsel olarak Çin Hanedanlıkları’nda var olan devlet aklını benimsemiş ve hayata geçirmiş bir otorite olarak kabul etme konusunda aceleci olmamak gerekir.

Ancak, Şi Cinping ve yönetiminin bu konuda en azından, yanı başındaki komşuları üzerinde bir yumuşak güç unsuru olarak tarihsel verileri ortaya koymaya çalışmasının, mantıkı ve rasyonel bir yönü olmadığı da söylenemez.

Çin’de son onyıllarda yaşanan ekonomik modernleşmenin kazanımları kadar, bu sürecin Çin siyasal aklında, tarihsel verilerden hareketle yenilenmeye matuf bir yönü bulunuyor.

Çin siyasi elitinin, yukarıda dikkat çekilen tarihi referanslarla kendine biçmek istediği haklılık payı kadar, özellikle, Ming dönemi gibi tarihin görece erken dönemlerinde ortaya konulmuş olan siyasal, ekonomi ve kültürel yapılaşmaların bugüne ne türden bir etkisi ve karşılığı olduğu üzerinde iyi düşünmek gerekir.

 https://guneydoguasyacalismalari.com/cin-uluslararasi-iliskilerinde-zheng-he-formulasyonu-zheng-he-formulation-in-chinese-international-relations/

8 Nisan 2025 Salı

ABD ve ‘dünya’ çözüm arayışında (!) / The U.S. and the ‘world’ are looking for a solution (!) https://guneydoguasyacalismalari.com/abd-ve-dunya-cozum-arayisinda-the-us-and-the-world-are-looking-for-a-solution/

Mehmet Özay                                                                                                                             08.04.2025

Donald Trump yönetiminin küresel yönetimi ve ulus-devletleri kontripide bırakan gümrük vergisi artırımıyla ilgili açıklaması, beklendiği üzere büyük tepkilere yol açtı.

2 Nisan’da Washington’dan gelen açıklamanın ardından, Amerika’nın öncellendiği yeni bir küresel ekonomi sistemine böylece girildiğinin ilk göstergeleri, hafta başında yani, 6 Nisan’da uluslararası borsalardaki ciddi düşüşle fiili olarak kendini göstermeye başladı.

Rakamlar, küresel olarak, 5.4 trilyon dolarlık düşüşün yaşandığını ortaya koyuyor...

Başta ABD’de olmak üzere dünya başkentlerinde günün sorusu, ‘ABD ve küresel ekonomi gerilemeye başlayacak mı başlamayacak mı?’ yönünde.

ABD’de Hazine bakanı Scott Bessent ile Ticaret bakanı Howard Lutnick, Trump’ın gümrük vergileri konusundaki kararlılığına vurgu yaparken, uluslararası borsalarda yaşanan gelişmelere kulak tıkayarak, bir süre sonra, ABD için ‘Yeniden Özgürleşme’nin maddi olarak gerçekleşeceği söylemini tekrarlıyorlar.

Küçük güçler büyük güçler

Ancak, küresel sistem içinde tekil aktörler olarak ortaya çıkmasalar da, küçük ve orta büyüklükteki ülkelerin önümüzdeki süreçte nasıl rol oynayacaklarını yakından takip etmekte yarar var.

Bunun yanı sıra, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) ile Çin, Japonya, Hindistan, Kanada, Avustralya gibi ülkelerin birlikte hareket edebileceği bir zeminin potansiyel olarak var olduğuna kuşku yok.

Bu çerçevede, Çin devlet başkanı Şi Cinping’in önümüzdeki hafta ASEAN dönem başkanı rolünü üstlenen Malezya’ya yapacağı resmi ziyaretin, ne tür açılımlara konu olacağını birlikte tanık olacağız.

Kanımca, bu süreçte kritik nokta, ilgili ülkelerin ve ASEAN gibi bölgesel birliğin ABD ile doğrudan hesaplaşmaya girişip girişemeyecekleri kararında yatıyor.

Kim dost, kim düşman

Çin yönetimi, 30 Mart günü Seul’de yapılan toplantıda ortaya koyduğu üzere ‘rakibi’ ve hatta, tarihsel olarak ‘düşmanı’ kabul edilebilecek Güney Kore ve Japonya ile biraraya gelebileceğinin ilk işaretini vermiş durumda.

İlginçtir, ABD’de başkan Trump, “düşmanlarımızdan çok dostlarımızdan daha çok çekiyoruz”, anlamına gelen açıklamasının gösterdiği gibi, önümüzdeki süreçte, ABD’nin dostlarından ziyade düşmanlarına yakınlaşabileceğinin emarelerini görmek zor değil.

Farklı gerekçelerle de olsa, Rusya’nın gümrük tarifelerine konu olmaması, ki zaten Ukrayna işgaliyle birlikte ABD’de Biden yönetiminin yasaklara boğduğu bir Rusya karşısında, Trump yönetiminin yeni bir tedbir almasına gerek yok düşüncesi doğal olarak akla geliyor.

Ancak, bunun dışında ve ötesinde, Trump’ın aklından nelerin geçtiğini ve Rusya ile önümüzdeki süreçte ne türden işbirlikleri geliştirebileceğinin tahminini yapmak biraz zor gözüküyor.

Örneğin, Trump’ın aklında, BRICS’ın kurucuları arasında yer alan Rusya ile ‘diğerleri’nin arasını açmak gibi bir plân da var olabilir...

Sürekli söylediğimiz üzere, ABD’de ve Trump’da temel hedef Çin...

Kapitalizmde yeni aşama

Bir hegemon olarak Trump, kapitalist sistemin temellerinde var olduğu ifade edilen, “serbest ticaret”, “piyasanın dengeyi bulmada kendiliğindenliği” gibi normları rafa kaldırmış durumda.

Bu durumda, yine ‘piyasanın kendisini yenilemesi, düzenlemesi gibi’ teorik açıklamaların neredeyse, tüm ulus-devletlerde gündem dışı kaldığı gözlemleniyor.

Yine, ABD Ticaret bakanı Bessent’in açıklamasında ortaya konulduğu üzere “piyasalar organik hayvanlardır” şeklinde bir tanımlamaya gidilmesi kapitalizmde dekonstrütif bir sürecin yaşandığının işaretidir.

Bu sürecin henüz başlarında olsak da, kanımca ekonomi uzmanları ve araştırmacılar, kapitalizmin yeni kitabını yazmaya başlamışlardır bile...

Dünya Ticaret Örgütü

Washington’dan gelen açıklamaların ardından, kendilerini ABD karşısında rakip konumunda hisseden ve/ya gören ülkelerin referans noktalarından biri “biz ABD’nin dostuyuz”un iken, bir diğeri, “ABD’nin küresel ticaret politikası Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization-WTO) normlarına aykırı”lığı söylemi üzerine temelleniyor.

ABD, doğrudan Dünya Ticaret Örgütü kavramını gündeme taşımıyor.

Ancak, söylemler ve pratikler düzeyinde yaptığı tastamam bu örgütün kurallarıyla ilgili olsa gerek.

Örneğin, serbest ticaret kuralları ve/ya pratikleri dikkate alındığında, ABD’de Ticaret bakanı Bessent örneğinde olduğu gibi, yöneticilerin ileri sürdükleri husus, “Bu ülkeler, uzanca bir süredir bize karşı kötü aktörleri oynuyorlar” söylemidir.

Bu kötü aktörlüğün, öyle böyle değil, yarım yüzyılı bulan bir geçmişe sahip olması da, gayet manidar...

Bu durumda, ABD’nin niçin bugüne kadar, Dünya Ticaret Örgütü normlarını gündeme taşımadığı veya bu küresel kurum üzerinden tedbir alma yönünde girişimde bulunmadığı hususu cevaplanmayı bekliyor.

Bazı düşüncelere göre, Dünya Ticaret Örgütü’nün ana oyun kurucusu ABD ise, bugün ortaya çıkan ve ABD aleyhine gelişme gösteren durumda, ABD’ni mağdur rolünde gözükmesinin rasyonel bir açıklaması bulunmuyor...

Bunun en bariz göstergelerinden biri, 2 Nisan’da Washington’dan dünyaya yayılan gümrük vergisi yaptırımı açıklaması sonrası, ülkeler kendilerine uygulanan gümrük tarifesini algılamalarına göre reddiye, benzeriyle karşılık verme ve uzlaşma gibi üç farklı tepki ortaya koymaya başlamaları oldu.

Bir önceki yazıda dile getirdiğim üzere, sayısı elli civarında ülke Trump yönetimi ile anlaşmak için sıraya girmiş durumda.

Çare arayışındaki ulus-devletler, karşılarına ABD’yi almak yerine, onunla masaya oturmaya ve mümkün olan, ABD yönetiminden tabiri caizse, “azami bağışlanma oranını” yakalamayı hedefleyeceklerdir.

Çin faktörü

2 Nisan sonrasında Çin ‘anlaşma’ yolunu seçmek yerine gümrük vergisi artışına benzeri karşılık vermesinin ardından, Trump yönetimi yüzde elli artırımla yeni bir karşılık vermesi ortada ciddi bir kapışmanın başladığını gösteriyor.

Uzmanların ortaya koyduğu rakamlara bakılacak olursa, şu anda ABD’nin Çin’e uyguladığı gümrük vergisi yüze 104’e ulaşmış durumda!...

Bu durumda dahi, Pekin yönetiminin geri adım atmak yerine, “Washington’un tarihi bir hata yapmakta olduğuna” vurgu yaparken, pratikte de, yukarıda dile getirdiğim üzere, çeşitli ülkelerle kendine yeni bir ekonomi bloğu oluşturmakta olduğu anlaşılıyor.

Küresel ticaret sisteminin sarsıldığı ve yerine oturtulmasının görünen koşullarda mümkün olmadığı bir süreçten geçiliyor.

Sorunun ticaret ve ekonomi kurallarının veya kuralsızlığının dışında, iki küresel gücün yani ABD ve Çin’de liderlerin küresel toplum karşısında psikolojik olarak nasıl tepki verecekleriyle de doğrudan ilintili.

Bu durumda ötekinin önünde diz çökmeme olgusunun, ekonomi kararlarıyla hatta ondan daha önemli bir şekilde belirleyiciliği olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/abd-ve-dunya-cozum-arayisinda-the-us-and-the-world-are-looking-for-a-solution/

6 Nisan 2025 Pazar

Güney Kore’de adalet: Mahkeme başkan Yoon Suk Yeol’ı azl etti / Justice in South Korea: Constitutional Court ousted president Yoon Suk Yeol

Mehmet Özay                                                                                                                             05.04.2025

Güney Kore’de aylar sonra adaletin tesisi..

Sabık başkan Yoon Suk Yeol’un görevden alınmasına yönelik olarak Anayasa Mahkemesi’nde devam eden davada yargıçlar dün yani, 4 Nisan günü yapılan oturumda olumlu karar verdi.

Başkan Suk Yeol geçen yıl, “devlet karşıtı güçlerin ortadan kaldırılması” amacıyla ilân ettiği sıkıyönetim kararıyla, anayasaya aykırı hareket ettiği gerekçesiyle muhalefet partisi tarafından açılan davada, Anayasa Mahkemesi’nde sekiz yargıç oy birliğiyle Suk Yeol’un görevinden azline karar verdi.

Mahkeme, 64 yaşındaki Suk Yeol’un savunmasında, sıkıyönetim ilânını, “muhalefet partisinin parlamentodaki bazı girişimlerini gerekçe göstermesi”ne karşılık yasal girişimlerin mevcut olduğuna dikkat çekerek, sıkıyönetim kararının anayasaya aykırılığına vurgu yaptı.

Alınan kararın ardından uzmanlar, “Güney Kore’deki güçlü demokrasi”nin varlığına vurgu yapıyorlar.

Tarihi tekerrür (!)

Meslekten savcı olan Suk Yeol, 2017 yılında dönemin devlet başkanı Park Geun-hye hakkında açılan yolsuzluk davası sonucu görevinden azl edilmesi ve hapis cezası almasında oynadığı rolle hatırlanıyor.

2021 yılında, görevinden ayrılıp muhafazakâr Halk Gücü Partisi (People Power Party-PPP) kadrolarına katılan Suk Yeol, 2022’de yapılan seçimlerde az bir farkla da olsa başkan adayı seçilmişti.

3 Mayıs 2022’den itibaren başkanlık görevinde bulunan Suk Yeol, 14 Aralık’ta görevinden uzaklaştırılırken dün yani, 4 Nisan Cuma günü Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararla, beş yıllık görev süreci dolmadan, üç yıldan daha az bir süre sonrasında görevini bırakmak zorunda kaldı.

Krize giden yol

Başkanlık yarışını PPP önde bitirse de, parlamentoda milletvekilliği çoğunluğunu elinde bulunduran Demokratik Parti, yasama süreçlerinde belirleyici olması nedeniyle hükümetin yürütme süreçlerinde krize neden olmuştu.

Başkan Suk Yeol’un, parlamentoda alınan 25 yasa tasarısını veto etmek zorunda kalması, Demokratik Parti’nin yasama süreçlerindeki gücünü göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Mahkeme’nin kararında, başkan Suk-Yeol’un, 3 Aralık 2024 tarihinde anayasaya ve teamüllere aykırı olarak aldığı sıkıyönetim kararının anayasaya aykırılığı, ülkede demokratik teamüllerin dışına çıkılması ve halkın güvenini suistimal edilmesi, temel nedenler olarak vurgu yapılıyor.

Mahkeme özellikle, “sıkıyönetim ilânı, askeri birliklerin parlamentoya sevki, ulusal seçim komisyonunun basılması ve politikacıların tutuklanmasına tevessül edilmesi sürüeçlerinde sabık başkan Suk Yeol’u suçlu buldu.

Kararda, yaşanan toplumsal tepkiler sonrasında, sıkıyönetim kararının altı saat sonra kaldırılmasının ardından, -gizli/açık yapılan kitlesel gösterilere gönderme yapılarak, kamusal düzende kaosa neden olduğu, ekonomi ve dış politikada sorunların ortaya çıkmasına yol açtığına dikkat çekiliyor.

Özür diledi

15 Ocak’ta göz altına alınan ancak bir mahkemenin kararı bozmasının ardından, 8 Mart’ta gözaltı süreci konutunda göz hapsine çevrilen sabık başkan Suk Yeol, mahkeme kararının ardından avukatları vasıtasıyla yaptığı açıklamada, kamuoyundan özür diledi. 

Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bu kararından ardından, Suk Yeol hakkında açılan davanın devam edeceği ve azami idam veya ömür boyu hapis cezasının da dahil olduğu bir cezaya çarptırılabileceğine vurgu yapılıyor.

Suk Yeol, 25 Şubat’ta yapılan duruşmada ise, hakkında açılan görevden uzaklaştırma kararının muhalefetin bir kumpası olduğunu ileri sürmüş ve muhalefeti “demokratik yollarla seçilmiş başkanı görevden uzaklaştırma” iddiasında bulunmuştu.

Buna ilâve olarak sabık başkan Suk Yeol, muhalefetin parlamento çalışmalarını engellediği, siyasi reformları yaptırmadığı, üst düzey bürokratların azl edilmesine çalıştığı, bütçe kısıtlamaları vb. süreçlerle ulusal güvenliği muhalif hareket ettiği gibi nedenleri gündeme taşımıştı.

Seçim süreci

Anayasa mahkemesinin aldığı karar sonrasında, başbakan Han Duck-soo geçici olarak başkanlık görevini üstlenirken, önümüzdeki iki ay içerisinde genel seçimler yapılması bekleniyor.

Güney Kore, bir yandan iç siyasal ve ekonomik kriz, öte yandan ABD’de Trump’ın küresel ticaret savaşlarından payını alırken, ülkede istikrarın tesisinin, altmış gün içinde yapılması beklenen seçim sonrasına kaldı.

Seçimin iktidardaki ile muhalefet partisi liberal Demokratik Parti arasında geçmesi bekleniyor. 2020 yılında yapılan seçimde liberal Demokratik Parti az bir farklı seçim yarısını kaybetmişti.

Yapılan kamuoyu yoklamaları, muhalefetteki Demokratik Parti başkanı Lee Jae-myung’un önde olduğunu gösteriyor...

Demokrasinin tesisi

Sabık başkan Suk-yeol, geçen 3 Aralık’ta ilân ettiği sıkıyönetim kararının ardından, parlamentodaki muhalefet bloğunun hükümetin işleyişine yönelik çeşitli engellemeleri olduğu belirtilmişti.

Bu gelişmenin ardından, Suk-yeol’un mensubu bulunduğu muhafazakâr Halk Gücü Partisi (People Power Party-PPP) içerisinde de hareketlenmeler yaşanmış ve süreçte özellikle, parti genel sekreteri Han Dong-hoon kayda değer rol oynamıştı.

Eski Savcı Yoon Suk Yeol, üç yıl gibi kısa süre içerisinde PPP’den başkan adayı olarak 2022’deki seçimi az bir farkla da olsa kazanmıştı.

Böylece, Suk Yeol’a karşı anayasa mahkemesinin aldığı görevden uzaklaştırma kararı, Güney Kore siyasal tarihinde ikinci vaka olarak kayıtlara geçti.

Daha önce, 2017 yılında dönemin devlet başkanı Park Geun-hye hakkında açılan yolsuzluk davası sonrasında görevinden azl edilmişti.

Bugün görevinden alınan Suk Yeol, 2017 yılında savcı sıfatıyla Park Geun-hye’nin görevinden uzaklaştırılmasında önemli rol oynamıştı...

Anayasa Mahkemesi’nin azl kararlarında, en az altı üyenin oyu gerekiyor. Dünkü alınan kararda mahkemenin sekiz üyesininin onay vermesi, sabık başkan Suk Yeol’un görevini kötüye kullandığı konusunda herhangi bir şüphenin olmadığını ortaya koyuyor.

Güney Kore’nin önümüzdeki aylarda önemli bir süreç yaşayacağına kuşku yok. Bir yanda seçim hazırlığı, öte yanda Trump’ın ilân ettiği gümrük tarifesi başkanlık görevini geçici olarak üstlenen başbakan Han Duck-soo’nun öncelikleri arasında yer alıyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/guney-korede-adalet-mahkeme-baskan-yoon-suk-yeoli-azl-etti-justice-in-south-korea-constitutional-court-ousted-president-yoon-suk-yeol/

4 Nisan 2025 Cuma

Trump’dan hegemonik söylem / Hegemonic discourse from Trump

Mehmet Özay                                                                                                                             03.04.2025

Trump’dan gümrük tarifeleriyle ilgili dün gelen açıklamanın kavramsal temelini oluşturan ‘Özgürlük Günü’ ilânına karşın, diğer ülkelerden veryansın...

ABD devlet başkanı Donald Trump’ın dünyanın farklı bölgelerinde belli başlı ülkelerini hedef alan gümrük vergisiyle ilgili dün Washington’da yaptığı açıklama, beklendiği üzere büyük yankı yaptı ve bu yankı devam ediyor.

Temel hedefler

Trump yönetimi dünkü yaptığı açıklamanın ardında, ABD’nin tüm zamanların en büyük ticaret açığını yaşaması bulunuyor.

Geçen yılki rakamlar dikkate alınacak olursa, bu açık 1.21 trilyon Dolar’ı bulmuş durumda...

Bu açığa konu olan, ülkeler ve birlikler sıralamasına bakılacak olursa ilk sırada 295.4 milyar dolarla Çin; 235,6 milyar dolarla Avrupa Birliği; 171.8 milyar dolarla Meksika; 123.5 milyar dolarla Vietnam ve 86.7 milyar dolarla İrlanda geliyor...

Ve diğer ülkeler bunların ardından sıralanıyor...

Bu açığın kapatılması konusunda ciddi adım atan Trump yönetiminin hedef aldığı bazı ülkeler ve tarifler ise şöyle:

Avrupa Birliği, yüzde 20; Çin, yüzde 34; İngiltere yüzde 10; Vietnam, yüzde 46; Tayvan, yüzde 32; Japonya, yüzde 34; Hindistan; yüzde 26; Endonezya, yüzde 32; Malezya; yüzde 24; Kamboçya, yüzde 49.

Küresel ticaret savaşı

Washington’da yapılan dünkü açıklamanın ardından, ekonomistler tarafından yayılan ve yaygınlaştırılan ilk algı hiç kuşku yok ki, “küresel ticaret savaşının ivme kazandığı” yönünde.

Çeşitli borsalarda yaşanan gerileme de bunun bugünlerdeki göstergesi niteliğinde...

Ticaret savaşının artmakta olduğu hususunda, doğruluk payı yok değil...

Ancak, Washington’dan gelen açıklamanın hedef aldığı ülkeler sadece, Trump yönetiminin rakip olarak gördüğü örneğin Çin, AB gibi ülke ve bölgesel birlikler değil.

Aynı zamanda Japonya’dan Singapur’a ve ASEAN’a değin ülke ve bölgeler de gümrük tarifeleri artışından -en azından şimdilik teorik olarak- nasibini almış gözüküyor.

Bu gelişmeye dair dipnot, açıkçası Trump’ın dünkü açıklamasının detaylarında saklıydı...

Trump, “konu ticaret olduğunda, pek çok örnek dostun düşmandan daha kötü olduğunu gösteriyor” anlamına gelen açıklamasıydı...

İlginçtir yukarıdaki ülkeler arasında Rusya bulunmuyor...

İki alan

Başkan Trump’ın dün yaptığı açıklamanın iki temel alanı bulunuyor...

Ticaret bakanı Scott Bessent’in dile getirdiği üzere, ilk grupta yer alan ülkeler ABD mallarına gümrük vergisi uygulayan ülkelere yönelik karşı hamle.

İkincisi ise, özellikle bir alana yani, otomotiv sanayine yönelik ve ABD ilgili ülkelerden gelen emtiaya yüzde 25’lik gümrük vergisi uygulamaya bugün itibarıyla başlamış durumda.

Gümrük vergisi artırımı karşısında çeşitli ulus-devletler birbirinden ayrışan tepkilerle gündeme geliyor.

Bazı ülkeler, -örneğin Çin, benzer şekilde karşılık vereceklerini ilân ederken, diğer bazıları -örneğin Tayvan, ABD ile ticari ilişkilerinde ABD yönetiminin yanlış ve hatalı değerlendirmede bulunduğuna vurgu yaparak sitem ediyor.

Diğer bir bölüm ülke ise, -örneğin Japonya, ABD’ye küresel sorumluluğunu hatırlatma adına ortaya konulan gümrük tarifesi göstergelerinin ve yaptırımlarının, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kriterleriyle çelişip çelişmediğini gündeme taşıyor.

Bugünden başlayarak ilgili ülkelerin Washington’un kapısını çalmaya başladıkları ortada.

Aslında, Trump’ın ilân ettiği gümrük tarifelerinden hedeflerinden birini de bu oluşturuyor...

Yani, yüksek gümrük tarifesi ilânıyla, ilgili ülkeleri masaya çekmek ve nihayetinde, ABD’nin yararına olacak şekilde tarifelerde indirime gitmek olacak.

ABD yönetimi, böylece bir yandan gelirlerde artışa giderken, aynı zamanda ilgili ülkelerden ABD topraklarında yatırıma teşvik ile bir başka ekonomik kazanım elde peşinde olacaktır.

Küresel yeniden yapılanma

Özellikle, son tepkinin dikkatle değerlendirilmesinde yarar var...

Trump yönetimi, küresel kamuoyuyla ve ulus-devletlere blöf yapmıyorsa, ki yapmadığını önce 2016-2020’de ve ardından, son iki buçuk aylık ikinci başkanlık sürecinde bugüne kadar ortaya koymuş durumda, küresel ekonomi sisteminin ve de bununla doğrudan ilintili olarak, siyasal sisteminde önemli değişimlerin kapıda olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bunun tarihsel örneklerini, en azından son iki yüzyıllık sürece bakarak bölgesel ve küresel çapta yaşananlara göz atarak anlamak mümkün.

‘Önce Amerika’ söyleminin, tam da bu çerçeveye oturan, varoluşsal bir ekonomi-politik yapısı bulunuyor.

Bu çerçevede, Washington’dan gelen haberler, Trump’ın küresel ticaret sistemini doğrudan ve derinden etkilemesi beklenen açıklamasının öyle günü birlik alınan bir karara tekabül etmediğini gösteriyor.

Öyle ki, Beyaz Saray sözcüsü Leavitt yaptığı açıklamada, başkan Trump’ın gayet profesyonel bir danışmanlar grubuyla çalıştığını ve bu grubun, ABD ile diğer ülkeler arasındaki ticari ilişkileri on yıllardır yakından takip eden isimlerden oluşması ortada ABD adına tutarlı bir duruşun ve meydan okuyuşun olduğunu doğruluyor.

Entellektüel yarık

Trump küresel kamuoyunu doğrudan ilgilendiren açıklamasının başlığını ise, ‘Özgürlük Günü’ koyması ortada gayet önemli bir siyasal ve entellektüel yarığın olduğunu gösteriyor.

Bu söylemin, yabana atılır bir yanı bulunmuyor...

Aynı zamanda, bu ve benzeri söylemlerin Trump yönetimince aylar öncesinden duyurulan ‘Önce Amerika’ kavramsallaştırmasının kilometre taşları olduğunu ifade etmeliyiz.

Bu ‘milli slogan’ın gümrük vergileri tarifine konu olan aşağı yukarı tüm ülkelerde benzeri bir ‘milli’ duruşun ortaya çıkmasını tahmin etmek güç değil.

Trump yönetiminin, Şubat ayında Meksika ve Kanada’yı hedef alan ilk gümrük vergisi artırımına yönelik açıklamasının ardından her iki ülkeden benzer tepkiler gelmişti.

Washignton’dan gelen dünkü ilândan saatler öncesinde yine Kanada başbakanı Mark Carney “Kanadalı üretici ve işçileri ezdirmeyiz” anlamına gelen açıklamada bulunmuştu...

Süreçte, Meksika ve Kanada arasında kayda değer bir yakınlaşmanın olması benzer saflarda olan ülkelerin birlikte hareket edeceklerini de ortaya koyuyor.

Bu hususa daha önce de değinmiştik...

Bunun en son örneğine, 30 Mart Pazar günü Güney Kore’nin başkenti Seul’de, Çin, Japonya ve Güney Kore endüstri ve ticaret bakanlarının katımılıyla yapılan ve bu üç Doğu Asya ülkesi arasında var olan serbest ticaret anlaşmasının güçlendirilmesi konusundaki kararlılık ve anlaşmada tanık olmuştuk.

Trump yönetiminin ABD merkezli ticari ilişkileri yeniden yapılandırma politikası karşısında ilgili ülkelerin nasıl hareket edeceklerine önümüzdeki günlerde tanık olacağız.

ABD karşısında, tek tek ülkelerin yalnızlaşma eğiliminden ziyade, aralarında var olan ticaret anlaşmalarını güncelleyerek yeni bir yol haritası çizeceklerini söylemek mümkün.

https://guneydoguasyacalismalari.com/trumpdan-hegemonik-soylem-hegemonic-discourse-from-trump/

2 Nisan 2025 Çarşamba

Doğu Asya ekonomilerinden küresel belirsizliğe cevap / East Asian economies respond to global uncertainty

Mehmet Özay                                                                                                                             01.04.2025

Ticaret savaşları olgusu, son aylarda giderek yükselme eğilimi gösterirken, bugünlerde Doğu Asya’da olağandışı bir gelişme yaşanıyor...

Geçtiğimiz Pazar günü Seul’de Çin, Japonya ve Güney Kore arasında yapılan üst düzey görüşmeler sonrasında, üç ülke arasında var olan serbest ticaretin güçlendirilmesi kararı çıktı.

Küresel belirsizlik ortamında sürdüğü ve giderek yaygınlaşma eğilimi gösterdiği bir ortamda, sadece birbiriyleriyle rekabetleriyle değil, ABD ile ilişkileri noktasında da ciddi ayrılıklar olan Çin ile Japonya ve Güney Kore arasında gerçekleşen söz konusu bu gelişmeyi, alternatif bir yaklaşım olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

Seul’den alternatif

Çeşitli çalışmalarda ortaya konulduğu üzere, günümüz küresel toplumunu tanımlamada, ‘belirsizlik’ en çok başvurulan bir kavram olduğuna kuşku yok.

Özellikle, ABD’de ikinci Trump yönetiminin, Amerika-merkezli siyaset ve ticaret sürecini ortaya koyduğu ve bu anlamda, küresel hegomonik bir yaklaşım sergilediği son iki ayda, belki de karşılaşılan ilk önemli ve alternatif gelişme Seul’den geldi.

30 Mart günü, Güney Kore’nin başkenti Seul’de Güney Kore Endüstri ve Enerji Bakanı Ahn Duk-geun, Japonya Endüstri Bakanı Yoji Muto ile Çin Endüstri Bakanı Wang Wentao’nun katımılıyla yapılan toplantıda, üç ülke arasındaki serbest ticaret anlaşmasının geliştirilmesi ve bu çerçevede “öngörülebilir bir ticaret ve yatırım ortamının yaratılması”konusunda anlaşmaya varıldı.

Doğu Asya’nın kalkınmış ekonomilerini temsil eden bu üç ülke arasında, son beş yılın en önemli gelişmesi olarak dikkat çekilen bu toplantı, küresel belirsizliğe Doğu’dan bir cevap olarak anılmayı hak ediyor.

ABD’ye muhalefet (mi?)

Seul’deki toplantının, Çin gibi ABD’nin en üst düzeyde küresel rakibi ile Japonya ve Güney Kore gibi ABD’nin Asya-Pasifik’de iki önemli siyasi ve ekonomik müttefiki arasında gerçekleşmesini yakından takip etmek gerekiyor.

Toplantı çerçevesinde Güney Kore Endüstri ve Enerji Bakanı Ahn Duk-geun, küresel ekonomide yaşanan ciddi kırılmalara dikkat çekerek, “... üç ülke, karşılaşılan küresel meydan okumalara karşı ortak hareket etmeli” açıklamasını oldukça önemli bir gelişme olarak değerlendirmek gerekiyor.

Özellikle, ABD ile Çin arasında ticaret açığı üzerinden gelişme gösteren ve özellikle, ABD yönetimi tarafından jeo-politik boyutları da içinde olacak şekilde önemli ekonomik kararların alınması, alternatif arayışlarını da beraberinde getirmiş durumda.

Öyle ki, yeni bir tehdit olgusu olmakla kalmayan, aynı zamanda gayet ciddi anlamda bir savaş nedeni olarak dikkat çeken ‘ticaret savaşları’ ve bu sürecin dinamiklerinin tetiklemesiyle yeni savunma süreçlerinin ortaya çıkması karşısında, dünyanın farklı bölgelerinde alternatif arayışları da kendini hissettiriyor.

Çin, Japonya ve Güney Kore arasında mevcut serbest ticaret anlaşmasının güçlendirilmesi ve küresel belirsizliklere birlikte karşılık verilmesi kararını bu anlamda değerlendirmek mümkün.

Çin’i sindirme

ABD ile Çin arasında gelişme göstermekle birlikte, sürecin bugün çok daha net bir şekilde anlaşıldığı üzere ABD’nin sadece, Çin’le olan ticaret açığı oluşturmadığı da ortaya çıkmış durumda.

Öyle ki, ABD’de başkan Donald Trump, 20 Ocak’tan bu yana ortaya koyduğu politik açılımlar ve kararlarla Çin’den önce yanı başındaki iki komşusu, yani Meksika ve Kanada’yı hedef alan ve gümrük tarifelerinin yeniden ve artırılarak düzenmeleriyle gündemi belirlemektedir.

Çin’in ikincil konumda kaldığı intibaını veren bu süreci doğru değerlendirmek gerekir. Buna dair bazı görüşlerimi geçen bir iki ay içerisinde ortaya koymaya çalıştım.

Tüm bu süreçlerin Çin’i, -biraz abartıyla da olsa, kendi ulusal sınırları içine hapsetmeyi, öz güvenini yitirmeyi hedefleyen bir tür ekonomik ve psikolojik mücadele halini geldiğine kuşku yok.

Son kırk yıllık ekonomik kalkınma ve modernleşme süreçleriyle, dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelen Çin’in, Washington’da alınan kararlarla, bir günde veya kısa sürede diz çöktürülebilecek bir yapı da olmadığı görülmesi gerekiyor.

Bu yönde Çin’den gelen ilk işaretler, gayet temkinli ve olan biteni anlayıp rasyonel politikalar geliştirmeye matuf olduğunu gösteriyor.

Bunun belki de, bölgesel anlamda ilk açılımını Doğu Asya’nın üç önemli ülkesi, Çin, Japonya ve Güney Kore arasında 30 Mart’ta yapılan görüşmeler sonrasında, üç ülke ticaret bakanı serbest ticaretin güçlendirilmesi konusunda anlaşmaya vardıklarını açıklamaları oldu.

Umut ışığı

Güney Kore’nin başkenti Seul’de yapılan üç ülke ticaret bakanının iştirak ettiği toplantı, bu anlamda, son birkaç aydır küresel belirsizlik ve tehditler karşısında Doğu’dan gelen bir umut ışığı olarak anılmayı hak ediyor.

Bu ifadede, bir abartı olmadığını belirtmek isterim. ‘Umut ışığı’ndan kasıt, ABD’nin ticari ve ekonomik ilişkilerde son iki aydır sergilemekte olduğu ve vazgeçmek eğiliminden öte, giderek daha da derinleştirme hedefine sahip olduğunu gösteren gelişmeler karşısında Doğu Asya’nın kalkınmış üç ülkesinin ortaya koyduğu yaklaşımdır.

Bu noktada, Pekin yönetiminin tarihsel ve geleneksel olarak -kelimenin en hafif ifadesiyle ‘rakip’ olarak gördüğü Japonya ve yanı başındaki komşusu Güney Kore ile ticari ilişkilerin geliştirilmesi konusunda vardığı anlaşma tarihi bir önem arz ediyor.

Belki de, pek çok kesim tarafından Çin’den beklenmeyecek ya da Japonya ve Güney Kore gibi ABD ittifakı iki ülke yönetiminden beklenmeyecek bir hamle olarak okunması ve değerlendirilmesi gereken bu çıkışı, doğru değerlendirmek gerekir.

Bunun yanı sıra, bu çıkışı takip eden hem, Asya-Pasifik bölgesinde ve hem de, farklı bölgelerde benzeri açılımlarla karşılaşabileceğimizi de söylemek büyük bir iddia olmayacaktır. 

https://guneydoguasyacalismalari.com/dogu-asya-ekonomilerinden-kuresel-belirsizlige-cevap-east-asian-economies-respond-to-global-uncertainty/

30 Mart 2025 Pazar

Sahtekârlık üzerine bazı düşünceler / Some thoughts on fraud

Mehmet Özay                                                                                                                             30.03.2025

Sahtekâr olmak...

Bireysel ve toplumsal yaşamın odağında yer alan ve kimi zaman görmezden gelinen, kimi zaman göze batacak şekilde ortaya konulan bir olgu...

Hangi kriterlerle, olgularla ve değerlerle hareket edileceğinin eyleyicisi tarafından, pek de sorgulanmadığı bir alandır sahtekârlık.

Sahtekâr olmak

Belki, “İnsan niçin sahtekâr olur?” sorusuyla başlamak ve buna verilebilecek olası cevaplarla ortaya, anlaşılır bir tanımı veya buna yakın bir görüşü koymak mümkün.

Bunun ardından, hangi eylemin, düşüncenin vb. sahte olup olmadığı, ve/ya bu eylem ve düşünceleri ortaya koyanların, sahtekâr olup olmadıklarını tartışmak mümkün olacaktır.

Maddi manevi çıkar ilişkileri mi; toplumsal bir statü kazanımı mı; gelecek kaygısı mı; aileden, ait olunan toplumsal yapıdan vb. miras alınan olumsuz özelliklerin istenç dışı yansıması mı vb. Hangisi acaba?

Yoksa kadim dönemde yaygın olduğu anlaşılan deyişle, “kötü bir ruha” sahip olmanın, birey üzerinden gündelik ve pratik yaşama yansıması mı?

Bunlardan hangi tür ilişki, düşünce biçimi, pratiği bize bireyin ve toplumun sahtekârlıkla bağının olduğunu gösterir?

Evet, insan niçin sahtekâr olur, niçin sahtekârlığa meyl eder?

Fıtrat’ı çarpıtmak

Sahtekâr kişi, yaptığı işi, düşünceyi, duyguyu sorgulamak bir yana, kendinde haklılık payını sürekli öne çıkartacak şekilde, bir yanlış akıl yürütme, bir yanlış yorumsamada bulunmanın da eşliğine ihtiyaç duyar.

Bununla birlikte, eyleyicinin dışında ve ötesinde, evrensel kabulle, içselleştirilmiş bilgiyle, sezgilerin gücüyle, vahyi inanç unsurlarının verileriyle vs. bir eylemin, düşüncenin, hareketin ve görüşün sahte olup olmadığı ya da sahtekârlıkla ilişkisinin bulunup bulunmadığı anlaşılabilir.

Yukarıda dikkat çektiğim evrensellik olgusu, İslami terminoloji ile yeniden ele alıp değerlendirilecek olursa, insan fıtratının ve fıtratın kendini hissettirdiği insan tekinin ve de toplumun, duyuş, düşünüş ve aklediş biçimlerince sahtekârlığa tekabül eden hususları, hiçbir şekilde kabul edilemeyecek olgular şeklinde anlamak mümkün olacaktır.

Gündelik yaşamın en basit, en sıradan, dile söze gelmeyecek kadar önemsiz işlerinden ülke yönetimine ve uluslararası ilişkilere; iş çevrelerine; dini inanca, bağlılıklara ve pratiklere; akademi ve yayın dünyasına; bireysel arkadaşlık ilişkilerine ve aile bağlarına kadar insan ve toplum ilişkilerinin her alanının içinde yer alabileceği bir kavram sahte ve sahtekârlık...

Sahtekârlığı kısaca iki alan üzerinden ele almak mümkün gözüküyor...

Birinci evre

Gündelik yaşam içerisinde çoklukla karşımıza çıkan ve ‘maddi’ ilişkiler olarak tanımlanmaya çalışılan yapılar öne çıkar veya çıkartılır.

Bu maddilik açıkçası, insanın bir yandan acziyetiymişcesine ortaya konulurken, öte yandan bir tür mazeret oluşturmanın da vesilesi kılınır.

Ve bu ikili yapı içerisinde kendini, eylemini, düşüncesini ortaya koyan insanın sahtekârlığa tevessül etmesi pek de yadırganmaz.

Öyle ki, bu maddiliğin bizatihi ve de doğrudan sürekli olarak bir tür ‘kazanımı’, ‘üstün gelmeyi’, ‘başarmayı’ vb. sürekli gündeme taşıması, bu tür eylemler içerisinde yer alan bireylerin, gizli/açık sahtekârlığa başvurmasını gerekçelendirir ve meşru kılar.

Bu durum, ilgili eylemini, düşüncesini, duygusunu sahtekârlık bağlamında sergileyen kişinin bu anlamda sahtekâr olup olmadığı bile sorgulamaya değer görülmez.

Nihayetinde ortada var olan ‘maddi bir ilişki’dir.

Ve bu noktada gündelik söylemlerde ‘pragmatiklik’, ‘el çabukluğu marifeti’ ile günü kurtarma, var olan ortamdan kazanımla çıkma vb. şekilde anlaşılabilirliğinin yanı sıra, sahtekâr olmama durumunda ‘oğlum, aptal mısın sen’, ‘enayi misin sen’ veya ‘bak, herkes yapıyor’ türünden eş, dost, akrabanın ya da kamusal alanı kontrol eden örneğin her türünden medyanın saldırılarına maruz kalmama adına girişilen sahtekârlıklardır. Bunu birinci evre olarak görmek mümkün.

İkinci evre

Bunun dışında, insan tekinin varoluşunu anlamlandıran ikinci evre olarak anlaşılmaya müsait öteki insan tekleriyle girilen ve adına, toplumsal denilen yapılar, ağlar, ilişkiler denilen süreçlerde ortaya konulan duruş, düşünüş ve eyleyişle alâkalıdır.

‘İnsan-insan ilişkisi’ olarak da sembolleştirilebilecek olan bu toplumsal yapı içerisinde bireylerin, ne tür temeller üzerinden ilişkilerini geliştirecekleri önemlidir.

Burada, sosyolojik anlamda bir siyasi düşünce, bir felsefi bakış açısı, bir ahlâki tutum, bir dini bünyeye mensubiyet vb. önemli olgular olarak dikkat çeker.

Bununla birlikte, bu kayda değer ve hatta vazgeçilmez temellere rağmen, sahtekârlık olgusunu içinde barındıran tüm eylem, düşünce ve duygu oluşumlarının varlığına, bu temellere sahip olan fertlerde karşılaşılması da bir tür tenakuz olarak nükseder.

Adı ne olursa olsun, öğretinin yanlışlığından ziyade, öğretiye kendini adadığını varsayan kişinin öğretisini çeşitli boyutlarda manipüle etmesiyle belirginleşen bir durum gözlemlenir.

Herhangi bir öğretiyle kendini konumlandıran kişi ulvilik, yücelik, erdemlik, kutsallık vb. kavramlar, soyut ve/ya kitabi temellerine, söylemde dile getirilmelerine karşın düşüncede, duyguda ve pratikte her daim paranteze alınabilecek unsurlara dönüşebilirler.

Yukarıda dikkat çekilen her iki halde, insan tekinin önce maddeyle ve ardından, kendi benzeri olan öteki insan tekleriyle sosyolojik ilişkinin her safhasında sergilediği davranış, tutum, düşünce, duygu süreçlerinin içinde barındırması gereken ve/ya beklenen doğru, hak, adil vb. kavramlarla arasına mesafa koyması karşımıza sahtekârlığı çıkarır.

Sahtekârlığın göze batmaması, rahatsızlık vermemesi, eylemlerini bu hâl üzere sergileyenlerin sahtekarlığı içselleştirmeleri kadar, toplumsal normlar, değerler, inanışlar vb. olarak da gözardı edilebilirliğine tekabül eder.

 https://guneydoguasyacalismalari.com/sahtekarlik-uzerine-dusunceler-some-thoughts-on-fraud/