Mehmet Özay 13.04.2025
Hız olgusu ve mahkumiyet
Bir yanda, ‘hız’a yapılan eleştiri
ile öte yanda, ‘hız’ı yakalamak zorunda oluş konusunda oluşturulan yanlış bir
algı söz konusu...
Şunu ifade etmekte yarar var ki,
hız/ın boyut/u bir yana, değişim olgusu insan toplumlarında yeni karşılaşılan
bir husus değil. Zamanla, -herhangi bir alanda gündeme gelen- değişimin hızının
da artmaya başladığına tarihsel süreçlerde tanık olunabilir ve anlaşılabilir
olduğu görülüyor.
Değişimle gelen ve buna eklemlenen
hız olgusunda sorun, değişmek mi değişmemek mi değil... Bu soruyu gündeme
getirmek bile, bir tür basitlik göstergesi olarak kabul edilmeye aday.
Bu noktada, “insanlık tarihi
boyunca değişimlerin bizi getirdiği yer neresidir?” diye sorduğumuzda,
vereceğimiz veya alacağımız cevabın bizi tatmin edip etmeyeceğini bir an için
düşünmekte yarar var.
Kaos’da tatmin
Yeni veya eski nesil ayrımına
gitmeden söylemek gerekirse, her yeniliğin getirdiği değişim ve adaptasyon
sürecinin kaosu, günümüzde her an ve her mekânda kendini hissettiriyor.
Yaklaşık son yirmi yıllık süreçte
‘akıllı telefon’ yaşamını sindiremeyen geniş toplum kesimlerinin ne tür bir
dünya algısı, yaşam biçimi, dini ve kültürel zemine, siyasal gerçekliğe,
estetik değere vb. ait olup olmadıkları sorusu birbiri ardına gündeme geliyor.
Şayet gelmiyorsa, ortada gayet
ciddi bir sorun olduğuna kuşku yok!
Teknoloji ve yenilik ile teslimiyet
ve anlamsızlık ilişkilerinin giderek yoğunlaşması ve bu sürece kendisini
isteyerek akredite eden kitlelerin varlığı ortada, ‘normal’ bir ilişki türünün
oluştuğu veya oluşmakta olduğu sonucu çıkartmamızı gerektirmiyor.
Nihayetinde adına, yenilik
dediğimiz ve geniş medya içinde kendine önemli bir alan açmakla birlikte, diğer
medya türlerinden biri kabul edilmesi gereken ‘akıllı telefonların’ varlığı ve
işlevinin, bir büyücü karşısında aklını, benliğini, şuurunu yitirme, kaybetme
ve hatta teslim etme analojisiyle açıklanabilecek bir durumla farkı kalmadığını
söylemek mümkün.
Bir ‘aygıt’ ve ‘araç’ olarak
‘akıllı telefon’un sunduğu, nicelik
olarak farklı olmakla birlikte, nicelik olarak önceki dönemlerde, medyanın
diğer benzeri aygıt ve araçlarından farklılaşan bir yönü bulunmuyor.
Nihayetinde, -teknoloji, aygıt,
araç vs.- temellere göz attığımızda, ‘akıllı telefon’ ve içerdiği ürünlerin bir
yüzyıl öncesinin televizyonu, birkaç yüzyıl öncesinin gazete ve mecmualarından
ayrışan yönü, boyut ve nicelikleriyle kendini ortaya koyuyor daha çok.
Her ne kadar, bu boyut ve nicelik
farklarının bizi, ‘nitelik olarak da bu aygıtların araçların öne çıktığını
söyletmeye sevk eden yanılsatıcı gizemi olsa da, dikkatli bakışlar, dikkatli
düşünüş biçimleri bunun böyle olmadığını fark edecektir.
Bu bağlamda, ‘akıllı telefon’la
ilgili yaşam süreçlerine dair, kısaca da olsa bilgi ile ilişkili yönüne
değinmek gerekir.
Bu noktada, örneğin ‘akıllı
telefonların’ akıllı, mantıklı, bilgili bir insan, birey ve toplum
yaratmadığını -kayda değer bir iddiayla söylemek gerekirse-, ve dahi, temelleri
itibarıyla böyle bir hedefinin de bulunmadığını, yaşamın küçük, büyük
gelişmelerine konu olan her anında karşılaştığımız hadiseler ve olgular dizisi
bize kanıtlıyor.
Burada sorun bilgi, bilgiye erişmekten,
bilgiyi paylaşmaktan ziyade, çokça medyanın bu aygıt üzerinde özelleşen ve
bununla kurulan ilişki türündeki sağlıksızlığın kendini belirgin kılmasıyla
ilintilidir.
Belki, şöyle bir yaklaşımla konuya
ya da soruna açıklık getirmek mümkün.
İlki şu...
Yazılı medya ile tanışan
toplumlarda okur yazar oranı; yayına konu olan gazete ve mecmuaların yazı,
konu, içerik zenginliği ile bu zenginlikten pay alanların oranı vb. gibi
süreçlerle ilgili gözlemler ve veriler bize, geçmişin ilgili dönemlerinde
toplumların pek de okur-yazar olmadıklarını, eldeki verili gazete ve
mecmuaların sınırlı sayıda kitle arasında sirküle edildiğini gösteriyor.
İkincisi...
Doğu-Batı ayrımına gideceksek, ki
gitmekte yarar var...
Nihayetinde, karşımızda duran ve
bir sorun olarak kabul ettiğimiz ‘akıllı telefon’ aygıtının, Batı’da tevarüs
etmesiyle, Doğu’yu kapsamı alanına alması arasında geçen kısa süreye rağmen,
Batı’da var olan ve gelişme eğilimi gösteren öğrenmenin, bilginin kalite,
nitelik ve benzeri yapılaşması ile Doğu’daki toplumların kısa sürede edinilen,
-örneğimizde ‘akıllı telefon’ olduğunu hatırlayarak- aygıt/lar/ın kazandıracağı
varsayılan ya da aradan geçen, yaklaşık yirmi yıllık süre sonunda kazandırdığı
varsayılan nitelik, bilgi, kalite ve benzeri hususların birbiriyle paralellik
sergilemediği görülüyor.
Burada, dünün matbu gazetecilik ve
benzeri süreçleriyle bugünün ‘akıllı telefon ve sürekli art/ırıl/an ürünleri”
üzerinden Batı-Doğu karşılaştırmasında ibrenin Batı’dan yana olduğunu söylemek
değil niyetim...
Bu söylemi dile getirmemin ve
geçmişle karşılaştırmalı bir yaklaşım sergilememin niyeti, Batılı ve Doğulu
toplumların, dünkü yazılı medya ile ilişkilerindeki boyutun benzerinin bugün
içinde yaşadığımız dönemde, ‘akıllı telefonlarla’ olan ilişkide kayda değer bir
benzerlik göstermekte olduğunu ortaya koymaktır.
Bu karşılaştırmayı, ilgili
toplumlarda kitlelerin ‘akıllı telefonlarla’ ilişkilerindeki boyutun, içinde
kültür, din, gelenek vb. gibi çok daha kayda değer sapmalarla kendini ortaya
koyduğuna değinmek için gündeme getiriyorum.
Yoksa bugünkü yaşam süreçlerinde
Batı ve Doğu arasında ve/ya Batı’da yaşam süren kitlelerle Doğu’da yaşam süren
kitleler arasında ‘akıllı telefonlarla’ ileşitim süreçlerinde ortaya çıkan
‘arıza’ bakımından fark yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder