Mehmet Özay 11.04.2025
Bu durumun, özellikle 2016’dan bu
yana giderek artan bir boyutu olduğuna kuşku yok. Ve yaşadığımız son gelişmeler
bunun kanıtı hükmündedir.
ABD’den gelen ticaret savaşı
salvolarını izlerken, Çin’in ne yapmakta olduğuna kısaca değinmekte yarar var.
Bu anlamda, tarihsel bir vizyon
ortaya koymaya çalıştığı gözlemlenen devlet başkanı Şi Cinping ve yönetiminin
çabaları ilgiyle incelenmeye değer.
Yükselen Çin
Çin’in 2000’li yılların başından
itibaren, -pek çok ülkenin gıptayla takip ettiği üzere- ekonomik modernleşmede
kat ettiği mesafe, Dünya Ticaret Örgütü’ne (World Trade Organization-WTO)
bizzat ABD tarafından davet ve kabul edilişi sonrası 2010’larda kendine
özgüveni gelişen ve ‘tarihi sorumluluğu’nu hatırlayan bir Çin’le karşı
karşıyayız.
Çin’in bu süreçte, özellikle Şi
Cinping’in 2013 yılında devlet başkanlığı koltuğuna oturmasıyla başlayan yeni
bir evre söz konusu.
Çin’in, özelde ABD, genelde Batı ve
Batı’nın Asya-Pasifik’teki müttefikleri tarafından bir tehdit olarak
algınmasının da bu döneme rast gelmesi tesadüfi değil.
Tarihsel benzerlikler
Şi Cinping, bir devlet adamı olarak
Mao Zedong ile kıyaslanırken, bu durum aynı zamanda günümüz Çin’inde, tarihi
bakış açısının belki de ilk evresini oluşturduğunu söylemek mümkün.
Mao’nun, 1970’lerde milyonlarca
Çinli’nin hayatına mal olan “kültür devrimi” ile anılmasından ziyade, daha çok
1948’da Komünizmin temellerini Çin’de kökleştirmesiyle benzerliğe konu olduğunu
söylemek gerekiyor.
Başkan Şi Cinping’in yükselen
Çin’in lideri olması, ekonomik anlamda kapitalistleşirken liberalleşmekten
ziyade, siyasal ideolojik anlamda ‘komünist’ kalarak Batı’ya bir alternatif
teşkil etmesi öne çıkıyor.
Güney Çin Denizi
Şi Cinping ve yönetiminin, Çin’i
tarihsel olarak ilişkilendirdikleri bir diğer nokta, Güney Çin Denizi
hakimiyeti söyleminin temellerinde ortaya çıkıyor.
Şi Cinping’in, çeşitli
konuşmalarında referans yaptığı üzere, 500 yıl öncesinde de, Çin denizci ve
balıkçılarının söz konusu bu denizde var ve bir şekilde egemen olduklarına
yönelik vurgu dikkat çekicidir.
Bu devasa deniz üzerinde gizli/açık
egemenlik iddiası, Çin’in ekonomik modernleşmeyle kazandığı özgüvenini,
teritoryal olarak bir tür güvence altına alacak şekilde, yanı başındaki devasa
suyolunda hakimiyet kurma arzusuna dönüşüyor.
Bununla birlikte, Güney Çin
Denizi’ne komşu olan Doğu ve Güneydoğu Asya ulus devletlerinin, modern devlet
yapılaşmaları, denizcilik kanunları vs. bağlamlarında haklılıklarını ortaya
koyan çekinceleri Çin’in bir tehdit olarak algılanmasıyla paralel gidiyor.
Bu noktada, Vietnam, Filipinler
başta olmak üzere Malezya, Bruney, Endonezya’nın kendilerini Çin’in bir tür
teritoryal işgali ile karşı karşıya kaldıkları yönünde bir algıya sahip
olmalarına yol açan bir sebep bu aslında.
Ming dönemi ve Zheng He
Şi Cinping yönetiminin, tarihe referansla ortaya
koydukları üçüncü husus, hiç kuşku yok ki, Ming Hanedanlığı (1368-1644) döneminin başlarında
gerçekleştirilen denizcilik faaliyetleridir.
Burada, Ming dönemi ve ve özellikle,
Zheng He liderliğiyle ne kast etmek istediğimizi biraz açıklamakta yarar var.
Şi Cinping ve Çin yönetiminin başta
Asya-Pasifik bölgesi olmak üzere küresel topluma ne söylemek istediğini bir
nebze olsun ortaya koymuş olabiliriz.
Hanedanlığın üçüncü imparatoru Yung-lo (1403-1424) ile birlikte sarayda yetişen,
onunla birlikte hem iktidar mücadelesine ve ardından, hanedanlık donanmasının
başına amiral olarak atanan Zheng He’nun icraatları, modern Çin devleti
tarafından bir model olarak algılanıp, pratikte karşılığı olan bir yapı olarak
sunulmaya çalışılıyor.
Özellikle, Zheng He’nun 1405-1433
yılları arasında gerçekleştirdiği yedi önemli deniz seferinin, sadece Ming
Hanedanlığı ile sınırlı olmayan, onun ötesinde izleri bugüne kadar uzanan bir
Çin devlet aklının ürünü ve pratiği olduğu söylemine akademik ve entellektüel
bir ilgi ile kulak vermek mümkün.
Zheng He başta olmak üzere, dönemin
Ming Hanedanlığı’nın ileri gelen devlet adamlarının iştirakiyle Güney Denizleri’ne
(Nanyang) yani, Malay Dünyası’na (Malay Archipelago) ve ardından,
Hint Okyanusu’nu çevreleyen bölgelere ve ardından, Doğu Afrika’ya kadar ulaşan
seferlerin birbirini destekleyen siyasi, ekonomik ve kültürel boyutları bugün
Çin devleti’ne bir ilham kaynağı olması doğal karşılanabilir.
Bununla birlikte, günümüz Çin
devletinin dış ilişkiler veya uluslararı ilişkilerde benzerlik kurmaya
çalıştığı Ming Dönemi denizciliği ve buna eklemlenen uluslararası ilişkilerinin
doğru bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor.
Bu noktada, ortak bir Çin aklından
bahsetmek mümkün.
Veya bir başka ifadeyle, günümüz
modern Çin Halk Cumhuriyeti’nin benimsemiş olduğu ideolojik siyasal yapılaşmaya
yani, komünizme rağmen, kendini tarihsel olarak Çin Hanedanlıkları’nda var olan
devlet aklını benimsemiş ve hayata geçirmiş bir otorite olarak kabul etme
konusunda aceleci olmamak gerekir.
Ancak, Şi Cinping ve yönetiminin bu
konuda en azından, yanı başındaki komşuları üzerinde bir yumuşak güç unsuru
olarak tarihsel verileri ortaya koymaya çalışmasının, mantıkı ve rasyonel bir
yönü olmadığı da söylenemez.
Çin’de son onyıllarda yaşanan
ekonomik modernleşmenin kazanımları kadar, bu sürecin Çin siyasal aklında,
tarihsel verilerden hareketle yenilenmeye matuf bir yönü bulunuyor.
Çin siyasi elitinin, yukarıda
dikkat çekilen tarihi referanslarla kendine biçmek istediği haklılık payı
kadar, özellikle, Ming dönemi gibi tarihin görece erken dönemlerinde ortaya
konulmuş olan siyasal, ekonomi ve kültürel yapılaşmaların bugüne ne türden bir
etkisi ve karşılığı olduğu üzerinde iyi düşünmek gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder