Mehmet Özay 03.11.2024
Bu iki coğrafyanın ve medeniyetin karşılaşmasını, bir din
olarak İslam’ın yayılması öncesinden başlatmak gerekir.
Ve bu durum, hiç kuşku yok ki, bize Arapların geçmişte
denizcilikleriyle öne çıkan bir millet oldukları ve aynı zamanda, Hint
Okyanusu’nun varlığının ne denli önemli olduğunu hatırlatır.
Bu yaklaşım, aynı zamanda İslamiyetin yayılması sürecinde
Arapların, niçin denizlere açıldığının da kendinde, doğal bir nedene dayandığı
ve dini gerekçenin de, daha önceden var olan yapısal duruma adaptasyonunun söz
konusu olduğu görülür.
Arap denizciliği
Günümüzde veya son bir kaç yüzyıllık süreçte Arap
toplumlarının durumu dikkate alındığında, Arapların denizci millet olduklarına
dair tarihsel yaklaşımın, “Acaba mı?” sorusunu gündeme getirmemize neden
oluyor.
Evet, Araplar tıpkı Farsiler ve Hintliler gibi, denizci
millet olarak Hint Okyanusu tarihinde rol oynayan milletler arasında yer
alıyor.
İslamiyet öncesinde Hint Okyanusu’nu elverişli bir ulaşım
aracı kılanın, bu geniş suyolunu çevreleyen toplumların belki de, Milat’tan
Önce’sinde birbirleriyle ilişkilerinde aramak gerekir.
‘Araplar’ derken, elbette dikkate alınması gereken bir
coğrafya vurgusu öne çıkarılmalıdır.
Yukarıda gizli/açık dile getirildiği üzere Araplardan
kasıt, Hint Okyanusu’na komşu olan coğrafyada yaşayan Araplardır.
Bu noktada, Arapların, geniş bir coğrafyada yerleşik ve
de göçebe olarak var olduklarını dikkate aldığımızda, çokça dillendirildiği
üzere sadece, ‘çöllerin insanları’ olmadıkları anlaşılır.
Bu noktada, Arap yarımadası’nın sahil şeridi boyunca yer
alan toprakların hem, dışardan tüccar ve denizci hem de, içerden tüccar ve
denizci bağına sahip olmaları, geçmişte farklı toplumlar arasındaki bağların, -bu
coğrafya özelinde söylemek gerekirse-, savaş eksenli olmak yerine, daha çok
kültürel ve ticari ilişkileri öncelleyen bir yapıda seyrettiği anlaşılır.
Malay Takımadaları
Biraz uzunca kabul edilebilecek bu girişin ardından,
Arapların Malay Takımadaları’na ulaşmalarının kasıtlı veya kasıtsız
bağlamlarının olduğunu söylemek mümkün.
Temelde, bu geniş coğrafyada Hint ve Çin gibi iki köklü
medeniyet söyleminin bizi, geniş Malay Dünyası’na dair bakış açımızı
engelleyici, zorlaştırıcı bir mahiyet taşıdığına kuşku yok.
Bu söyleme devam edildiğinde, Arapların her halükârda
önce Hintliler ve ardından, Çinliler ile ilişkiler geliştirdikleri ve bu iki
bölgeye denizci ve tüccarlarını gönderebilme başarısı sergiledikleri rasyonel
bir çıkarım olarak görülebilir.
Bununla birlikte, Arapların, Malay Takımadaları’na
yönelimlerinin olmadığı anlamına gelmiyor.
Dinamik süreçler
Malay Takımadaları’nda belirli bölgelerin insan stoğunun,
yerleşim yerleri adlarının, bazı kültürel özelliklerinin sadece, İslamiyetin
yayılmasıyla ortaya çıktığını güçlü bir şekilde söyletecek veriler olmasına
rağmen, bu gelişmenin, İslam öncesi dönemde olmadığı anlamına gelmediğini de
vurgulamak gerekir.
Hiç kuşku yok ki, çeşitli dönemlerdeki denizcilik
teknolojisinin söz konusu uzun suyolları ilişkilerinde bağlayıcı olduğuna kuşku
yok.
Ancak, görece yakın dönemlerden de, kapalı denizlerdeki
gelişmelere şöyle bir göz atıldığında dahi, tedrici bir gelişmenin olduğu
anlaşılır.
Benzer bir durumun, diğer suyolları gibi, Hint Okyanusu
bağlamında da gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu durumda, Arapların örneğin, Arap Yarımadası’nın
güneyinden bir yandan, Hindistan ve öte yandan, Doğu Afrika’ya uzanan gelişim
süreçlerinin bir yerinde karşılaştıkları coğrafyanın Malay Takımadaları olması
doğaldır.
Malay Takımadaları’nın Hint Okyanusu’na en yakın bölümünü
oluşturan Sumatra’nın her üç yönünde yani, Kuzey, Batı ve Doğu sahilleri ile
Ana Kıta Asya’nın en güneyini teşkil eden Malaya’nın en batısında, Kedah
bölgesinin Arap denizciler ve tüccarlarla karşılaşılması güçlü olan ve akla
gelen ilk yerler olduğunu söylemeliyiz.
Coğrafi yakınlıktan ötürü, Arapların önce Hindistan’ın
Batı sahil şeridinde ve ardından hem, var olan rotayı hem de, Hintli
denizcilerle birlikte güneye seyahatlerin onları ulaştıracağı yerlerin yukarıda
dikkat çektiğim iki temel bölge olması kaçınılmazdır.
Yeni bir evre
İslamiyetle birlikte, Arap denizci ve tüccarlarının bölge
ile olan ilişkisinde yeni bir evre ortaya çıkar.
Bir yandan, hem, bu iki grubun yani, denizci ve
tüccarların Müslüman olmalarınıng etirdiği yeni bir dini-kültürel etkileşim hem
de bu yapıya eklemlenen İslam’ı bir dini bilge ve misyon vesilesiyle farklı
toplumlara taşıma iradesiyle hareket eden ilim sahibi çevrelerdir.
Bu ikinci grubun sayısını sanıldığının aksine, çoğul
kabul etmek mümkün gözükmüyor...
Ancak tarihsel gelişim seyri içerisinde, iki bölge
arasındaki ilişkilere gayet önemli bir dinamizm kattığına kuşku yok.
Buna ilâve olarak, söz konusu bu sürecin Malay
Takımadaları’ndan Arap coğrafyasına doğru olan bir genişlemenin de olması
tarihi bir tesadüf değil, var olan
ilişkiler ağının doğası gereği kabul etmek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder