Mehmet Özay 12.11.2024
Bu süreçte, öne çıkan isimler iç politikadan ziyade, daha
çok küresel ilişkilerde isimlerini çokça duyacağımıza kuşku olmayan bakanlıklar
ve danışmanlardan oluşuyor.
Akla gelen, hiç kuşku yok ki, dış işleri ile savunma ve güvenlikten
sorumlu danışmanı oluyor.
Hemen ifade edeyim, Trump dışişleri bakanı olarak Marco
Rubio, ulusal güvenlik danışmanı olarak da Michael Waltz isimleri üzerinde
kararını vermiş durumda.
Şahinler
Her iki ismi birbirine yakınlaştıran, Cumhuriyetçi parti
üyesi olmaları kadar, daha çok Trump’ın uluslararası ilişkilere dair
söylemlerinde öne çıkardığı, ‘şahin görüş’ün veya her an ‘şahinleşebilir’
yaklaşımının birer temsilcileri olmalarıdır.
İlgili açıklamalara detaylı bakılacak olursa, Rubio’nun,
‘şahinlerin şahini’ bir isim olduğu hemen dikkat çekiyor.
53 yaşındaki Rubio, son dönemde Cumhuriyetçi Parti içinde,
Amerikan küresel politikalarında gizli/açık düşman olarak ortaya çıkan Çin,
İran ve Küba gibi ülkelere yönelik olası bir güç kullanımını öncellemeye
yönelik bakış açısının en önemli temsilcisi konumunda.
Adı geçen rakip/düşman ülkelerin dünya haritasındaki
yerlerini dikkate aldığımızda, ABD yönetimini üç kıtada hareketli günlerin
beklediğini söylemek abartı olmayacaktır.
Waltz ise, Amerikan ordusu özel birliklerinde 27 yıl
görev yapmış bir isim. Ve Senato’da önemli komisyonlarda görev alan Waltz’ın
özellikle Çin’e yönelik özel bir ‘ilgisinden’ bahsetmek mümkün.
Waltz, Çin’i ABD için “dış tehdit olarak gören” ve “...
gelişmelere hazır olmamız için önemli yatırımlar yapmalıyız” diyen bir isim.
Öncelik caydırıcılık (mı?)
Bununla birlikte, ‘şahinlik’ olgusunun doğrudan sıcak
savaş ortamıyla ilişkilendirilmesi kadar, şahinliğin ‘caydırıcılık’ olgusunu da
içinde barındırdığını hatırlatarak, önümüzdeki süreçe ABD’nin söz konusu üç
bölgede, doğrudan ve açıkça sıcak gelişmelere yol açağını şimdiden söylemek
mümkün değil.
Burada iki temel nokta veya açmazdan bahsedebiliriz.
İlki, ABD’de Trump yönetiminin, ulusal ekonomiye rayına
oturtma konusundaki agresif tutumu.
Bu süreç, ülke dışında, uluslararası arenada herhangi bir
maceranın, ülke içi ekonomik kalkınma ve reorganizasyon süreçlerine doğrudan
bir darbe anlamına geleceğine kuşku yok.
Trump’ın, böylesi bir gelişmeye yol açacak politikaya
onay vereceğini düşünmek, en azından bu süreçte mümkün değil.
İkincisi, 2016-2020 tecrübesinden hareket edecek olursak,
Avrupa’dan Doğu Asya’ya geleneksek ittifak ilişkilerini neredeyse, rafa
kaldırma söylemlerini ve politikalarını gündeme getirmiş olan Trump’ın, benzer
bir süreci önümüzdeki dört yılda tekrar edip etmeyeceğidir.
Bununla kastımız, ABD’nin geleneksel ittifak yapılarıyla
güçlü işbirliğini yeniden tesis etmeden yine, dünyanın herhangi bir yerinde
herhangi bir sıcak gelişmeye istekli olması rasyonel bir yaklaşım anlamına
gelmeyecektir.
Ukrayna’ya barış
Bu temel yaklaşımların sağlaması olarak kabul
edilebilecek ilk intibalar, Rusya işgali altındaki Ukrayna gerçekliği konusunda
verilmeye başlandı.
Dışişleri bakanı Rubio, “Rusya yanlısı değilim ancak,
öyle gözüküyor ki, savaş anlaşmayla sona erecek” ifadesi Trump yönetiminin
-Biden yönetiminin aksine Ukrayna’ya mali ve askeri yardım yapmayacağı yönünde.
5 Kasım sonuçlarının hemen ardından yapılan bazı
açıklamalarda, Donald Trump’un 2016-2020 yıllarının aksine, daha hazırlıklı bir
yönetim oluşturacağı yönündeydi.
Bu tahmin, Trump yönetiminin yukarıda adı geçen ve
benzeri sorunlu bölgelerde nasıl bir uluslararası ilişkiler stratejisi
geliştireceğini Ocak ayını bekleyip, ardından ilk birkaç aydaki gelişmeleri
gözlemlemek gerekiyor.
İç politika-dış politika
Bu noktada, Trump’ın iç politika ve dış politika
konularında neler yapacağı konusunda kısa bir fikir cimnastiji yapmakta yarar
var.
Trump’ın ‘önce Amerika’, ‘Yeniden Büyük Amerika’
söylemlerine, 5 Kasım akşamı seçim zaferi konuşmasında, “Amerika’nın Altın
Çağı” kavramının gündeme gelişine tanık olundu.
Bu noktada, örneğin Latin göçmenler konusu, başta
otomobil sektörü olmak üzere çeşitli sektörleri ilgilendiren gümrük tarifleri
vb. konuları, Ortadoğu’da Filistin, Orta Avrupa’da Ukrayna, Doğu Asya’da Tayvan
vb. bölgesel sorunlarından bağımsız kabul etmek mümkün gözükmüyor.
13 milyon Latin göçmen konusunda olduğu gibi Trump
yönetiminin önceliği, vergi, sağlık, eğitim gibi ana kurumlar üzerinde yeniden
düzenlemeye gideceği açık.
Aynı şekilde, gümrük tarifleri söylemi dikkate
alındığında, Amerika’da küçük ve orta ölçekli işletmeler bağlamında, üretim ve
piyasa düzenlemelerinin Amerikan halkının refahına olacak bir yeniden düzenleme
ufukta gözüküyor.
Buna, ‘katı korumacı’ ekonomi politikaları adını versek
de, ABD şirketlerinin özellikle, Çin ve Avrupa kökenli şirketlerin Amerikan
piyasalarındaki etkinliğini kısmanın, Amerikan üretim kesimlerini yeniden kendi
ayakları üzerinde durmasını sağlamanın, -en azından şimdilik- yegâne yol olduğu
anlaşılıyor.
Her ülkede, seçim zaferlerinin ulusal bir yansıması
olması doğaldır...
Ancak, Amerika’daki seçimlerini ve başkan Donald Trump’ın
söylemlerini, ulusal siyaset sınırlarının dışına taşan boyutlarıyla
değerlendirmek gerekir.
ABD’yi küresel bir güç olduğunu hatırladığımızda, bunun
da gayet doğal olduğu düşünülebilir.
Bununla birlikte, Ocak ayından itibaren ABD’nin
uluslararası ilişkiler boyutunun yeni Trump’la mı yoksa, eski Trump’la mı
şekilleneceğini yakında göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder