7 Kasım 2024 Perşembe

ABD’de 2. Trump dönemi / 2nd Trump era in the U.S.

Mehmet Özay                                                                                                                            07.11.2024

Amerika Birleşik Devletleri’nde seçimin galibinin, Donald Trump olmasını süpriz olarak değerlendirmek gerekiyor.

Öyle ki, Demokrat Parti’nin oy deposu olarak görülen bazı eyaletler de dahi, Cumhuriyetçi Parti’nin seçimi önde bitirmesi bu sürprizin, gayet açık bir göstergesidir.

Demokratlar kaybetti

Özellikle, Haziran ayından itibaren Demokrat Parti içerisinde yaşanan ve bir anlamda, yaşlılık-yetersizlik nedeniyle varoluşsal problem olarak nükseden Joe Biden’in yerini Kamala Harris almış olsa da, bugün önümüzde duran seçim sonrası sonuçlar Demokratlar lehine bir gelişmenin olmadığını ortaya koyuyor.

Demokratlar’da ve de küresel toplumda, -kendilerini Trump-karşıtlığından ötürü- ‘Demokratlar’la bütünleştirmiş çevrelerde beklenti, ABD’deki ağır siyaseti kaldıramayacak denli yaşlı Joe Biden’in çekilmesiyle, dinamik, atak, kadın Kamala Harris’in adaylığının ülkeyi başta sona saracağına beslenen inancın somut bir gerçeklik halini almasıydı.

Ancak, bunun kısa süreli bir gelişme olması anlaşılabilirken, bugün ortaya çıkan sonuç öyle gösteriyor ki, kamuoyu yoklamalarında Harris faktörünün aşırı abartıldığı ya da manipüle edildiği yönüde de güçlü bir bir izlenim oluşuyor.

Seçim sonucu, Haziran ayında Biden-Trump çekişmesini de geride bırakacak bir oy ayrışmasını ortaya koyması, Harris faktörünün şu veya bu şekilde abartıldığını gösteriyor.

Sürpriz

O dönemde yazdığımız yazılarda dile getirdiğimiz üzere, bu sürpriz gelişme aslında, kampanya sürecine yeni bir ivme kazandırmasıyla önem taşıyordu.

Trump’a yönelik ilk suikast girişiminin doğurduğu atmosferin, bir tür beyaz perdede gerilimli bir ABD filmi izlenmesine yol açtığını söylemek yanlış olmayacak.

ABD kamuyounda, muhtemelen gündeme gelen suikast girişimi ile siyasi liderin -yani, Trump’ın- masumiyeti arasında kurulan ilişkinin o dönem doğurduğu etki hatırlanmaya değerdir.

“Şimdi ne olacak?”

Bu soru herhalde, ABD’lilerden ziyade dünyanın geri kalanı soruyor olsa gerek...

Nihayetinde, ABD kamuoyun başkanlarını seçerken belirli rasyonel kriterler kadar, şahsına yönelik ‘güven’ duygusunun da, gayet pekiştirici bir etken olarak gündeme geldiğini söyleyebiliriz.

‘Dünyanın geri kalanı’ derken, açıkçası kuzeyden güneye, doğudan batıya birbirinden farklı siyasal ideolojiler, kültürel-dini yapılarla ayrışan geniş bir küresel toplumu içini alan ülkeleri kastediyoruz.

Açıkçası, işin görünür yanında Çin, gizli yanında Avrupa Birliği’nin olduğu iki zıt kutup bulunuyor.

Bu kutupları, kendi içinde güçlü kılmaya yetecek diğer ilgili ülkeleri, bu iki kutba yakınlıklarıyla eşleştirmek mümkün.

Bu kutupların, ABD’yle ilişkiler mi yoksa Trump’la ilişkiler mi sorusunu ciddi anlamda soracaklarına kuşku yok.

Yine Trump ama...

Bu durumda, birinci Trump döneminin hatırları henüz unutulmamışken, şimdi ikinci Trump döneminde bu sürece yepyeni, dipdiri bir Trump döneminin başlangıcı eklemleniyor.

Farklı bir vecheden bakıldığında, Trump’ın güçlü dönüşünü şaşkınlıkla karşılamaktan ziyade, aslında tam da, yukarıda dile getirilen iki kutba ayrılmış küresel toplumu yönetenlerin, genel itiabrıyla nitelikleri dikkate alındığında, Trump’ı onlardan ayırmak yerine Trump’la, neredeyse belirli kategorilerle, aynı düzeyde yer alan bir görünümle karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün.

Tek tek ulus devletlerden, küresel yönetişime kadar uzanan geniş bir evrende liderlik vasıflarının, ülkeleri yönetme biçimlerinin ve bu anlamda, her ilgili ulus-devletin kendi toplumuna vermek istediği mesaj ve fiili politikaların neler olup olmadığını gözden geçirme fırsatını yakaladığımızı da ifade etmekte yarar var.

Karşımızda, suçlu bir Trump figürü olduğunu söylemekten ziyade, aynı türün farklı vechelerinin küresel siyaset sahnesinde yer almakta olduğu gerçeğine işaret etmek gerekiyor.

Trump niçin kazandı?

Bu sorunun cevabını, benzer şekilde küresel çapta öne çıkan ve/ya çıkmayan ülkelerdeki liderlerin, ‘kendi ulus devlet siyasetlerinde niçin kazandıklarını’ sorgulamakla eşdeğer görerek cevaplamak gerekir.

Dünyanın uzunca bir süredir, iyi yönetilemediğinin ve bunun temel nedenlerini de belki de, liderler profilinden ziyade, zamanın ruhuyla anlamak mümkün.

Yaşanılan döneme, modernite veya post-modernite diyelim, her iki halde de, küresel toplumların, daha doğrusu ulus-devletleri içe kapanmaya, ulusal bencilleşmelere, güvenlik kaygılarına ve bunun sonrasında varoluş bunalımına yol açtığını söylemek abartı olmayacaktır.

Bu olguların ortaya çıkmasında bir yandan, doğal öte yandan, insan eliyle oluşturulmuş krizlerin- etkisini dikkate almak gerekir.

‘Amerika’yı yeniden büyük yapma’ iddiasındaki Trump gibi bir liderin, ABD kamuoyundan böylesine kayda değer bir karşılık bulmasının sadece, Demokratlar’ın beceriksizlikleriyle açıklamak mümkün değil.

Trump, var olan sorunlar karşısında çıtayı bir adım daha ileri taşıyarak, ‘Amerika’nın altın çağını’ oluşturmaktan bahsediyor.

ABD’de, kitleler böylesi bir söyleme ‘inanmış’ olmalılar ki, Demokratların oy deposu şehirler de bile önemli bir dönüş yaşandı.

Seçim sonuçları, Trump’ın seçimi rahat kazandığını gösterirken, ABD’de bir korku havasından bahsetmek mümkün değil.

Ancak, aynı şeyi küresel toplum ve bunun temsilcisi konumundaki birbirinden çeşitli açılardan ayrışan ulus-devletler için söylemek mümkün değil.

Önümüzdeki günler, Trump’ın kendi ulusu için seçim vaatleri kadar, küresel topluma da gizli/açık vaad ettiği birinci dönemden kalan politikalarıyla gündemi belirlemeye devam edecektir.

Bunu, hep birlikte görüp tercübe edeceğiz... 

https://guneydoguasyacalismalari.com/abdde-2-trump-donemi-2nd-trump-era-in-the-u-s/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder