Mehmet Özay 10.11.2024
Seçim sonuçları netleşmeye başlarken, şu an itibarıyla temsilciler
meclisinde Demokratlar 226 Cumhuriyetçiler ise 312 milletvekili çıkarmış
gözüküyor. Senato’da ise, Demokratlar’ın 46, Cumhuriyetçiler’in 53 üyesi
bulunuyor.
Demokrasinin beşiği (!) ABD’de 5 Kasım seçimleri
sonrasınad ortaya çıkan tabloya rağmen, hem ABD’de hem de küresel çapta
Demokrasi yanlılarının oluşan seçim sonucundan hazmedemediklerini söylemek
gerekiyor.
ABD seçimlerine yönelik olarak Foreign Affairs’da 8 Kasım
tarihli, “Amerikasız Demokrasi? (Democracy without America?) başlıklı
bir yazıda, ‘küresel demokratik güçler’ bağlamına denk gelecek bir söylem
ortaya konulurken, ABD’de Trump zaferiyle birlikte Amerika’nın demokrasi ile
olan bağındaki gevşemeye atıfta bulunuyor.
Küresel güç ABD’de ortaya çıkan gerçeklik sadece ABD iç
politikası bağlamında anlaşılmayı değil, bunun ötesinde Trump’ın ikinci
döneminde ulusulararası ilişkileri ve küresel gelişmeleri nasıl etkiyeleceğiyle
de yakından alâkalıdır.
Trump ve ‘diğerleri’
Yukarıda dikkat çektiğim, seçim sonrası ortaya çıkan sonuçlar,
başkan Trump’ın yeni dönemde, ABD yönetiminde yasama ve yürütme süreçlerinde, elinin
ne denli güçlü olduğunu göstermeye yeten istatistikler olarak değerlendirilmesi
gerekir.
Ulusal yönetimde böylesine önemli bir gücü bünyesinde
toplayan Cumhuriyetçilerin ve de başkan Donald Trump’ın, uluslararası ve/ya
küresel gelişmelerle ilgili olarak nasıl hareket edeceği de, bir o kadar önem
arz ediyor.
Hemen buradan hareketle, bölgesel ve küresel sorunlarla
yüzyüze bulunan küresel toplumun ve bunun gerek, ulus-devlet nezdinde gerekse,
bölgesel ve küresel kurumlar bağlamında temsilcilerinin önümüzdeki dört yılı,
“Trump’la mı yoksa, Trump’sız mı” geçirecekleri konusunda, önemli bir soruya
karar verme aşamasında olduklarına kuşku yok.
Bu soruya, verilebilecek ön cevap her iki şıkkın da kendi
içerisinde büyük açmazlar içerdiği yönündedir.
Özellikle, bu durumun halkının kahir ekseriyeti Müslüman
olan toplumlar için, çok daha ciddi ve ağır bir sorumlulukla karşı karşıya
olunduğunu ortaya koyuyor.
Bu bağlamda, Ortadoğu’da Filistin topraklarında olan
biten’den, İran, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine, Pakistan ve Bangladeş’e
ve oradan Malezya ve Endonezya’daki iç siyaset ve bu ilgili ülkelerin
bölgeleriyle olan etkileşimlerine değin ne türden dalgalanmaların olabileceğini
hesaba katmak gerekiyor.
5 Kasım sonrası
5 Kasım seçimleri sonucu ortaya çıkan siyasal tablo, Trump’ın
sadece ABD’yi ve Amerikan toplumunu yönetmesi değil, bunun ötesinde ve de daha
çok küresel toplumu yönetmesi anlamına geldiğine işaret ediyor.
Bir ‘norm’ olarak küresel bir güç kabul edilmesi halinde,
ABD’de her dört yılda bir yapılan seçimlerin şu veya bu şekilde küresel
yansımaları olacağı ve/ya bu seçimlerin uluslararası ilişkilerde ve küresel
yönetişimde nasıl bir rotanın takip edileceğine dair fikir vereceğini söylemek
mümkün.
Ancak, bu yüzyılın başından itibaren giderek artan bir
ivme ile uluslararası ilişkiler ve küresel yönetişimde yaşanan sorunları,
ilgili ulus-devletlerin ve bölgesel ve küresel birliklerin var olan sorunlara
yaklaşım biçimleri ile kayda değer ölçüdeki sorumsuzlukları karşısında bugün,
küresel güç nitelemesine sahip özellikle, ABD gibi bir gücün nasıl bir politika
ortaya koyacağına daha yakından bakmayı gerektiriyor.
Trump yönetimi
Kişisel karakteristikleri çokça dikkate alınması gereken
bir siyasetçi olan Trump, 2016-2020 yılları arasındaki politikaları ve dünyayı
neredeyse şok eden kararlarıyla gündemde yer tutmuştu.
Bunların en başında, ABD gibi Anglo-Sakson dünyanın
önemli bir ülkesinde ‘demokratikleşme’, ‘diktatörleşme’ tartışmaları gündemde
dikkat çekici bir şekilde yer alırken, dünyanın farklı bölgelerinde de bu
gelişmeye dair görüşler ortaya konuyordu.
Bazı ülkeler, ABD’de yaşanan bu gelişmeden hareketel
kendi ulus-devletleri sınırları içerisinde daha az demokrasi, daha çok
hegemonik ilişkiler ağına yönelirken, yine Batı’nın ‘demokratik-liberal’
şemsiyesi altında yer alan ülkelerinde örneğin, Batı Avrupa’da önemli bir
endişe hakimdi.
Bu bağlamda, Avrupa Birliği’nden ASEAN’a kadar küresel ve
bölgesel oluşumlar içerisinde kendine yer açmaktan ziyade, bu birlikleri
yönetme eğilimleri ile sert bir küresel politika deneyimleri ortaya koymuştu.
2016’dan farklı olarak, bugün Trump’ın elini hem, ülkesi
içerisinde hem de, küresel platformlarda elini güçlendirecek gayet önemli
argümanlar ve malzemeler mevcut.
Bunları ulusal ve küresel olarak iki temel noktada
kategorileştirmek mümkün.
Bu çerçevede, şimdi sıranın Trump’da olduğunu söylemek
gerekiyor...
Bununla kastımız, 2016’dan başlayan ve 2020’den sonra başkan
Joe Biden yönetimiyle giderek artan Trump karşıtlığının yerini, ikinci Trump
döneminin alması, dizginlerin -çok daha güçlü bir şekilde- Trump’ın eline
geçtiğinin göstergesidir.
Bunun temel nedeni, hiç kuşku yok ki, kendisine yönelik
düzinelerce mahkeme kararına rağmen, gücünden bir şey kaybetmemiş olması ve
başkan olarak yeniden Beyaz Saray’da yer alması geliyor.
Bu durum, ya Amerikan adalet sisteminde önemli
gevşemelerin var olduğunu veya Trump’a yönelik suç isnadlarının zannedildiğinin
aksine amerikan adalet sisteminde suç unsuru teşkil etmediği gibi, iki temel
sonucu karşımıza çıkarıyor.
Trump’ı güçlü kılanı sadece agresif siyasetçiliği ve
adalet sistemi içerisinde kontrol altında tuttuğu söylenebilecek yapılar ve
unsurlar olmasa gerekir.
Trump’ı sindirmek!
2016 ve 2020 sonrası süreçlerden gayet önemli
kazanımlarla çıktığı bugün daha net anlaşılan Trump’ı, tek tek ulus devletler
ile bölgesel ve küresel birliklerin nasıl algılayacağı konusu da, önümüzdeki
dört yıllık süreçte, küresel barış ve istikrar ile çatışma ve istikrarsızlık
ortamlarının ne yönde ve hangi düzeyde seyredeceğini ortaya koyacaktır.
Bugün kendini siyasal bir hegemon olarak gören Trump
karşısında, ulus-devlet liderleri ve küresel oluşumların yönetimlerinin
“Trump’la mı, Trump’sız mı?” sorusunu ciddi olarak sormaya başladıklarını belirtebiliriz.
Küresel arenaya baktığımızda ise, her bir alt bölgede istikrarsızlıkların
oluşu tam da, Trump gibi bir liderlik profiline sahip siyasetçiler için önemli
fırsatlar doğuruyor.
Trump’ın, kendine kurtarıcı bir misyon yüklemek ile
küresel hegemonya teşkil etmek gibi manevi ve maddi iki alanda olguları ve
olayları bizzat test etme imkânı bulacağını şimdiden söylemek mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder