Mehmet Özay 14.11.2024
Bu başlığın oldukça iddialı olduğunun farkındayım...
Ancak, karşımızda Donald Trump gibi bir lider var. Ve
bunun ötesinde, dünyanın yeniden inşası meselesinin sadece, Trump’ın siyasi
ihtiraslarıyla ilintili bir yanı bulunmuyor.
En başta, Amerika Birleşik Devletleri’nin temsil ettiği ve
benzeri ulus-devletlerin eklemlendiği sistemin, -ki, buna büyük kapitalist
sistem adını verebiliriz-, içine girdiği bir bunalımın herkes farkında.
Bu tür bunalım dönemlerinde Batılı devletlerin, özellikle
de, ABD’nin nasıl bir strateji takip edip, işleri hâl yoluna koyacağına dair
tarihin en azından, son yüz elli yıllık dilimi bize batı ipuçları veriyor.
Önümüzdeki dört yıllık süreçte, Trump yönetiminin işler
daha da kötüye gitmeden, işleri hâl yoluna koyma konusunda hiç de çekimser
davranmayacağını söyleyebiliriz.
Trump’ın ‘Önce Amerika’ söylemini, iç politika malzemesi
olarak üretilmiş bir slogan olarak görmek, önemli bir yanılgıya yol açabilir.
‘Önce Amerika’ söylemi, gelecek dört yıllık süre zarfından ABD’nin her türlü
dış politika gelişmesinin odağında yer alacaktır.
Dün Trump ne yaptı?
Trump, dünyayı yönetmeye aday olduğunu, 2016-2020
yıllarında oldukça, açık ve de kaba bir şekilde ortaya koyma cesaretini
gösterdi.
2016 süreciyle birlikte, Asya-Pasifik bölgesinde Trans
Pasifik işbirliği (Trans Pacific Partnership Agreement-TPPA), Avrupa’da
NATO, Çin’le ticaret anlaşmaları süreçlerinde ortaya çıkan çatışmacı süreçler
Trump’ı yıpratmadı.
Aksine, bu bölgelerde bir yandan, kaotik durumlara yol
açarken öte yandan, bir takım alternatif arayışlarına da neden oldu.
Kaotik durumlardan biri hiç kuşku yok ki, Avrupa’nın
göbeğindeki, -şimdilik- 21. yüzyıl savaşı olarak anılmayı hak eden Ukrayna’da
süren Rus işgalidir...
Bu gelişmenin, sıradan bir işgal olmadığı aksine,
uzmanların dile getirdiği üzere, Batı ile Rusya’nın güç tecrübesinde
bulundukları bir açık savaş ortamı olduğu konusunda bir kuşku bulunmuyor.
Asya-Pasifik ve dengeler
Öte yandan, Trump sonrası Asya-Pasifik’te, iplerin Çin’in
eline geçeceği yönündeki düşünceler ise, pek gerçekleşmiş gözükmüyor.
Trump, 2020 seçimini Demokratlar’a kaptırmış olsa da,
yaşlı Joe Biden ve tecrübesiz Kamala Harris ikilisinin Asya-Pasifik bölgesini,
arzu edilen ölçüde yeniden yapılandırabilme imkânını cömertçe teptiklerini
söyleyebiliriz.
Bunu söylerken, Japonya, Avustralya ve Hindistan ile
birlikte oluşturulan Quad adıyla anılan, ‘güvenlik diyalogu’ oluşumunun
önemini yadsımıyorum.
Kaldı ki, Quad oluşumunu dirilten irade 2017 yılında
Trump tarafından ortaya konulmuştu. Biden, bunun devam ettiricisi oldu...
Ancak, bu durum Asya-Pasifik’teki çoklu ülkeler
zemininde, çatışmacı yönüyle öne çıkıyor. Bölge ülkelerinin ABD’den beklentisi
yapıcı ve sürdürülebilir ilişkilerin önünü açmaktı.
Ve bunun içinde, Çin’i yadsımadan bir başka deyişle,
Çin’i de içine alan yenilikçi bir uluslararası siyasetin ortaya konulmasıydı.
Aradan geçen süre zarfında, Asya-Pasifik genelinde, ABD’nin
kapsayıcı bir siyasal akım veya eğilim oluşturamadığı ortada...
Bugün Trump ne yapar?
Bugün ise, 2016 yılı seçiminden farklı olarak Trump’ın
hem, dünkü hatalarını anlamaya hem de, çevresini dinlemeye ve de buna önem
vermeye başladığı gözlemleniyor.
Bu durum, Trump’ın önümüzdeki dört yıllık yönetimi
sürecinde, daha akla başında hareket edeceğini varsayılıyor ise, kanımca doğru
bir tahminde bulunulmuyor demektir.
Trump, 5 Kasım seçimini tarihi bir zafere dönüştürürken,
çevresinde yer alan insanlara bakmak gerekir.
Bugün, Trump kabinesini oluştururken yanında, küresel
milyarderler ile Amerikan milliyetçiliğinin günümüzdeki ‘en sağlam’ isimleri
yer alıyor.
Öncelik ‘büyük sistem’
Elbette, Trump’ın önceliği, ABD ekonomisini hâl yoluna
koymak olacak.
Ancak, bunu yaparken, daha ilk günden verdiği örneklerin
gösterdiği üzere, küresel ticarette dün var olan dengeleri, ABD lehine
değiştirme eğilimi olarak ortaya çıkıyor.
Trump yönetiminin NATO, Asya-Pasifik bölgesi ve geniş
Ortadoğu üzerinde ne tür politikalar üreteceği sorgulamasını yaparken,
ekonomide içe kapanan bir Amerika’nın bu bölgeleri de kendi haline bırakacağı
gibi bir yanılsama içine girilmemelidir.
Yine, daha ilk günden Trump’ın ‘tek rakibimiz Çin’
anlamına gelen söylemini elbette Çin Halk Cumhuriyeti tekilliği ile anlamamak
gerekir. Çin, şu veya bu şekilde, kendine önemli ittifaklar kurmuş gözüküyor.
ABD’nin Çin’i hedef alacak örneğin ekonomi ve ticaret
ilişkilerinde politikalarının sadece Çin’le sınırlı olmayacağını düşünmek
gerekir.
Başta Çin olmak üzere küresel sistemde öne çıkan
aktörlerin, önümüzdeki dört yılda ortaya koyacakları politikaların, daha çok
‘Acaba, Trump...” faktörüyle birlikte gelişme göstereceğini söylemek kehanet
olmayacaktır.
Bu durum, bize Trump liderliğinde ABD’nin dünyayı yeniden
şekillendirebilecek politikalarıyla birlikte geldiğini gösteriyor.
Sıcak bir çatışma mı... Bunun cevabını, Trump’dan önce
‘öteki güçlerin’ sorması ve cevaplaması gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder