Mehmet Özay 29.09.2024
21-28 Eylül günlerinde, Birleşmiş Milletler’in yıllık genel kurul toplantısının (UNGA-24) 79’uncusu yapıldı. Son dönemde yaşanan küresel gelişmeler, açıkçası rutin bir toplantıyla karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor.
Bu noktada, bölgesel ve küresel etkileriyle gündeme gelen,
yaşanılan savaş, şiddet ve çatışma içerikli gelişmeler karşısında, Birleşmiş
Milletler’in, ne gibi bir anlam ifade ettiğini tartışmaya elverişli bir ortam bulunuyor.
Sorunun kökeninde ‘şiddet’ ve bununla bağlantılı olan
‘aidiyet, milliyet, din-mezhep’ gibi manevi içerikli bağlamlar kadar, bunlarla
iç içe geçtiği kanıksanmayacak şekilde, siyasi hakimiyet, teritoryal egemenlik,
ekonomik kaynaklar üzerinde kontrol, küresel ticareti yönetme ve yönlendirme
yer alıyor.
Yeni dünya savaşı olgusu
Söz konusu bu histerik yapının, bir süre sonra yeni bir
dünya savaşına evrilmesinin dillendirilmeye başlanmış olması, açıkçası küresel
toplumun bugün ve yakın gelecekte, ne ile karşı karşıya olduğunu göstermeye
kafidir.
Bu bağlamda, bir ulus-devlet olarak ve de BM gibi küresel
yapının kurucu, geliştirici ve yönetici aktörlerinden biri olan ABD’de, başkan
adaylarından Donald Trump’ın söylemlerine de sirayet ettiği üzere, 3. Dünya
Savaşı kurgusunun belki de, içinde yaşadığımız günlerde yürürlüğe konulmakta
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Tarih’e atıf ve meşruiyet
Yaşanmakta olan savaş, şiddet ve çatışma içerikli
gelişmelerin sadece, ulus-devlet yönelimli (nation-state oriented) 20. yüzyıl
gelişmeleriyle sınırlı olmadığı aksine, yaşanan bu sorunların kayda değer
ölçüde tarihsel boyutları içerdiği de ortadadır.
Bu çerçevede, savaş, çatışma ve şiddet eksenleri tarih’e
atfedilerek bir tür kaçınılmazlık gündeme getirilmek istenirken, öte yandan
yaşanan bu gelişmelere bir şekilde meşruiyet de kazandırılmak isteniyor.
Ve bu durum, Ortadoğu’da, Afrika’da ve Güneydoğu Asya’nın
belli bölgelerinde ve kısmen Avrupa’nın ortasında devam etmesi, hiç kuşku yok
ki, sorunun ne denli önem arz ettiğinin bir göstergesi hükmündedir...
Sömürgecilik sonrası düzen
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gündeme gelen,
Milletler Cemiyeti ile 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Birleşmiş Milletler’e
evrilmesinin temelde, yaşanan ve kökenlerinde Avrupa Kıtası’nın egemen
ulus-devletlerinin, kendi aralarındaki yüksek sömürgecilik sürecinin devamı
olan çatışmacı yönelimler bulunuyordu.
Birleşmiş Milletler’in kurulmasıyla, Avrupalı -özellikle
de, Batı Avrupalı- ulus-devletlerin kendi aralarında, doğrudan askeri çatışmacı
süreçleri sonlandırdıkları ve bunu, -o dönem itibarıyla- sömürge topraklarında
da ortaya koyduklarını söylemek gerekiyor.
Arayış kaçınılmaz
Ancak, adında tüm dünya ulus-devletlerini içerdiği
anlaşılmakla birlikte, Birleşmiş Milletler’in tüm dünya ulus-devletlerine ve
toplumlarına benzeri bir barış sürecini getiremediği de açık seçik ortada.
Bu nedenledir ki, bu yılki genel kurul toplantısında
Gelecek Zirvesi (The Summit of the Future-SOFT) başlığıyla yeni bir
tartışma zemini oluşturuldu.
Bu açılım bize, bizatihi BM genel sekreterliğinde BM’nin
bugüne kadarki yetersizliğinin ve acziyetinin bir ifadesi olarak kabul etmek
mümkün.
Birleşmiş Milletler’in küresel bir yönetim/yönetişim
örgütü olarak varlığına rağmen, aradan geçen on yıllar boyunca, bu görev ve
sorumluluğunu hakkıyla ve de tatminkâr bir şekilde yerine getiremediği konusunda,
başta BM eski ve yeni genel sekreterleri olmak üzere, neredeyse herkes hem fikir.
Sorun temellerde (mi?)
Bu küresel yapıda var olan sorunun belki, süreçte değil
de, daha kuruluş safhalarına bakıp eksikliğin ve yanlışların o dönemle
irtibatlı olup olmadığını görebilmek mümkün.
Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler’in kurulduğu ve
bir ölçüde geliştiği yıllarda, sömürgeleştirilmiş toprakların kayda değer bir
bölümünün, bağımsızlıklarını kazanmamış veya bir bölümünün bağımsızlıklarını
kazanmış olmakla birlikte, tekil ulus-devlet inşası süreciyle meşguliyetleri
nedeniyle, bölgesel ve küresel meseleler üzerinde kafa yorma, taraf olma,
ittifaklar kurma, alternatif düşünceler ve politikalar geliştirme vb.
hususlardan yoksunlukları dikkat çekiyordu.
Bunu söylerken, özellikle Endonezya’nın önemli
katkılarıyla var edilmeye çalışılan Bağlantısızlar Birliği’nin (the
Non-Aligned Movement-NAM) varlığını yadsıyor değilim. Bu bağlama tekabül
edecek gelişmeleri, diğer bazı yazılarda ele almıştık...
Kaldı ki, Bağlantısızlar Birliği, bugün halen varlığını
devam ettirse de, BM karşısında veya yanında, bölgesel ve küresel sorunlara
müdahale ve etkinlikle ele alma noktasında, herhangi bir etkililiğinden söz
edilemeyecek bir duruma geriletilmiştir...
Nihayetinde, Birleşmiş Milletler kurulduğunda ve kurucu
unsurların -yani, Batı Avrupalı ulus-devletlerin bazılarının, o dönemde hâlâ
sömürgeci güçler olarak varlıklarını sürdürüyor olmaları, o Batı Avrupa ülkelerinin
de bir evrim geçirmekte olduklarını gösteriyordu.
Adına siyasal evrim diyebileceğimiz şekilde, o dönemde,
ilgili kurucu ülkeler, sömürge topraklarındaki uluslara bağımsızlıklarını
‘bahşederken’ ardından, onları BM’nin yeni üyeleri olmaya da ikna etmekten geri
durmamışlardı.
Bunu yaparken, eski sömürge milletleri ve yeni
ulus-devletleri oluşturan ulusların küresel etkileşimde ve yönetişimde pay
sahibi olmaları istenmiş olmalı... En azından, arzu edilen gelişme bu yönde
ortaya konmalıydı.
Ancak görülen o ki, gelişmelerin pek de bu yönde
ilerlemediği veya küresel sistemi yönetişenlerin bunu ortaya koyma noktasında
teoride var, pratikte yok hükmünde bir yaklaşım sergiledikleri anlaşılıyor.
Öyle ki, yukarıda kısaca dikkat çektiğim SOFT
toplantılarında örneğin, Malezya, Singapur gibi ülkelerin dışişleri bakanları
uluslarını temsilen yaptıkları konuşmalarda BM’nin reforma olan ihtiyacını,
küresel etkileşim ve yönetişimde küçük ülkelerin önemini vb. vurgulayarak
aslında, bugüne kadar nelerin yapılmadığını ve de aynı zamanda bugünden
itibaren acilen BM’nin neler yapması gerektiğine dikkat çektiler.
Her ne kadar, bugün yaygınlaşmış haliyle şekliyle
söylemek gerekirse, tüm güneyin peşine takıldığı BM’nin kurucu unsurlarının
yine, kurucu ve bağlayıcı yasalarıyla, tüm dünyayı yönetmeyi ele geçirdikleri
yeni bir post-kolonyal gerçeklik olarak ortaya çıktığını ifade etmek gerekiyor.
Bugüne kadar, yani son 79 yıllık süreçte yaşananlar bunun
ifadesi olurken, BM’nin reforme edilmesi konusundaki tüm görüş ve taleplere
karşılık, bu kurumun tüm birimleriyle nasıl ve ne şekilde reforme edilip
edilmeyeceğini önümüzdeki yıllar içinde tanık olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder