Mehmet Özay 26.09.2024
Alman deniz kuvvetlerinin bu girişimi bölgede, 22 yıl
sonra bir ilk anlamına geliyor...
2002 iki yılında yine, Alman deniz gücüne ait iki gemi -o
dönem sorunsuz olan- Tayvan Boğazı’nı geçerek Çin’in Qindao limanını ziyaret
etmişti.
Bugün var olan gelişme ise, aradan geçen süre zarfında,
Tayvan Boğazı bağlamında ortaya çıkan Çin yönetiminin “egemenlik iddiası” ile
ABD eksenli ittifakın “uluslararası sular” vurgusu nedeniyle önemli bir soruna
tekabül ediyor.
Alman deniz gücü Doğu’da
13-14 Eylül günlerinde Alman deniz gücüne ait iki
geminin, seyrü seferini Tayvan Boğazı üzerinden gerçekleştirmesi ve ardından
Filipinler’in başkenti Manila limanına resmi ziyarette bulunması, bölge
güvenlik tartışmalarına yeni bir olgu olarak girdiğini söylemek yanlış
olmayacaktır.
Bu olgu, Avrupa kıtasında yer alan ve askeri yapılaşması
2. Dünya Savaşı sonrasında -tıpkı Japonya’nın olduğu gibi- kısıtlanan
Almanya’nın, bir tür küresel deniz gücü haline gelme eğilimi göstermesiyle
bağlantılıdır.
Bu noktada, Güney Çin Denizi’nin küresel anlamda bir
güvenlik iklimi olduğu konusu, bu gelişmeye doğrudan taraf olan veya olma
eğilimindeki ülkeler bakımından genişleme göstermekte olduğu açık seçik ortada.
Bu durum, bölgede barışçıl hedeflerle veya ikili
ilişkiler bağlamında, farklı ülkelerin deniz güçlerinin varlığını da gündeme
getiriyor.
Bunun en son örneği, Alman deniz kuvvetlerinin
Pasifikler’deki varlığıydı.
Kritik eşik: Tayvan Boğazı
Alman deniz kuvvetlerine ait iki krüvazorün, 13-14 Eylül
günlerinde, Güney Çin Denizi’nin kuzey bölgesinde en sorunlu alanı teşkil eden
Tayvan Boğazı’ndan geçmesi, tahmin edilebileceği üzere, Çin’de tepkiye yol
açtı.
Çin hükümetinden ve askeri yetkililerinden gelen
tepkilere rağmen, Alman hükümeti, deniz kuvvetlerinin uluslararası sulardaki
‘olağan’ seyri seferi açıklamasıyla, bu gelişmenin sorun teşkil etmediğini
gizli/açık ortaya koymaya çalışıyor.
Aslında tartışma tam da, bu noktada ortaya çıkıyor veya
düğümleniyor...
Söz konusu iki geminin Tayvan Boğazı’nı geçmeden önce,
bir süre Almanya’dan merkezi hükümetten onay beklediği biliniyor.
Bu durum, Alman deniz kuvvetlerine bağlı birimlerin, neye
istinaden Tayvan Boğazı’nı kullanmak istedikleri konusunda bir belirsizliği
gündeme getirdiği söylenebilir.
Bununla birlikte, yukarıda dile getirildiği üzere Alman
hükümetinin onayı sonrasında gemilerin Tayvan Boğazı’ndan geçmesinin,
‘uluslararası sular’ dayanağının rasyonel bir yanı olsa da, -tıpkı 2021’de
Alman deniz kuvvetlerine ait bir başka geminin yaptığı gibi- farklı bir rota
yani, Tayvan’ın doğusununu takip edebilirdi seçeneği akla gelmiyor değil.
Almanya gelişmelere taraf
Alman savunma bakanı Boris Pistorius konuyla ilgili
yaptığı açıklamada, “uluslararası sular” vurgusunu öne çıkarırken, benzer bir açıklama
Şansölye Olaf Scholz’dan da geldi.
Bakan Pistorius, açıklamasının devamında, Avrupa’nın
küresel ticaretinin yüzde 40’ının bu suyolları kullanılarak
gerçekleştirildiğine yaptığı vurgu önemliydi.
Evet, ilgili suyolunun statüsü bağlamında, “uluslararası
sular” vurgusu temelde doğrudur.
Ancak, bölgede özellikle 2013’den bu yana, çok yönlü
yaşanan gerilimli süreç, Alman deniz kuvvetlerinin ve de hükümetinin kararının
daha çok siyasi içerikleriyle anlaşılmasını gerektiriyor.
Çok yönlü gelişmelerden kasıt, hiç kuşku yok ki, ABD-Çin;
Çin-Tayvan; Çin-Filipinler arasında son on beş yıla varan sürede ortaya çıkan
ve merkezinde, Tayvan Boğazı ile bu boğazın devamı niteliğindeki Güney Çin
Denizi’nin Filipinler’e bakan sınırlarındaki hak iddiaları oluşturuyor.
İki temel husus
Burada, iç içe geçmiş iki temel husus bulunuyor..
Bunlardan ilki, Çin yönetiminin Tayvan üzerinde egeminlik
iddiasında bulunması, Tayvan Boğazı’nın “uluslararası sular” statüsünü
gizli/açık tanımadığı anlamına geliyor.
İkincisi ise, yine Çin yönetiminin, Tayvan’ı denizden ve
havadan kontrole edebileceği alanın, söz konusu bu ‘Boğaz’dan geçmesi, bu
suyolunun “uluslararası kabul edilebilirliği” ile çelişiyor.
Ancak, ABD eksenli ittifak ve Çin yönetimi bugüne kadar
kendi tanımlamalarının dışına çıkarak, öteki’nin tanımlamasını ‘güç kullanarak’
ortadan kaldırma aşamasına gelmiş değiller.
Tayvan Boğazı bağlamında iki taraf arasında var olan
durumu, ‘statüsko’nun sürdürülmesi olarak değerlendirebiliriz.
Büyüyen ittifak
ABD’nin hem, bölgedeki hem de, küresel müttefikleri
Tayvan Boğazı ile Güney Çin Denizi üzerinde Çin’in geliştirdiği siyasal söylemi
ve bunun askeri açılımlarını kabul etmediği gibi, Çin’i bu her iki alanda
“uluslararası kurallar” ile sınırlandırma peşinde.
Kanımca, Alman deniz kuvvetlerine ait iki geminin Tayvan
Boğazı’nı geçmelerini bu şekilde değerlendirmek yerinde olacaktır.
Almanya deniz kuvvetlerinin maddi varlığının Doğu Asya’ya
kadar uzanmış olmasını, salt Almanya’nın küresel sularda seyrü sefer hakkını
‘doğal olarak’ kullandığı şeklinde yorumlamak mümkün değil.
Bunun ardında, siyasi bir kararın ve siyasi bir ittifak
olgusunun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu yaklaşımı destekleyen husus ise, kısa bir süre önce,
Almanya’ya ait bu iki geminin aralarında Japonya, ABD, Avustralya, Fransa,
İtalya’nın da bulunduğu ve 27-29 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen Noble
Raven 24-3 adı verilen çok uluslu bir askeri tatbikattı.
Alman savunma bakanının açıklamalarında yer alan,
“Hint-Pasifik’de bulunmamız önemlidir” anlamına gelecek ifadesini dikkatle
irdelemek gerekiyor.
Ve bu çerçevede, önümüzdeki dönemde Japonya ve
Almanya’nın da içinde yer alacağı, ABD eksenli ittifak deniz güçlerinin Tayvan
Boğazı ve Güney Çin Denizi’ndeki varlıklarının yakından takip edilmesinde yarar
var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder