Mehmet Özay 11.03.2024
Öyle ki,yaşadığımız dönemde tek tek ulus-devletler
içerisinde ve küresel bağlamda Müslüman bireylerin ve toplumların yaşadıkları
sorunların, birer imtihan olduğunu söylemek bazılarınca gelişigüzel bir
yaklaşım olarak anlaşılabilir.
Oysa sorun gayet ciddi ve önemli...
Şu tespiti yapmakta yarar var: İslam düşüncesi ile
Müslüman toplumların gerçekliği arasında, gayet önemli açıkların olması, sadece
bugünün sorunu olmasa gerek...
Sorun ne?
Yaşanan sorunlar derken, elbette öncelikle ekonomik,
siyasal sorunları kastetmiyoruz... Aksine, kastedilen husus, insani ilişkiler
ve bağlamlardır.
Müslümanların zaafiyetinin birbirini anlama konusunda
ortaya çıkması acaba, kendilerine hitap eden dinin yani İslam’ın, dini
kaynakların yani, Kur’an-ı Kerim ve Geleneğin/Hadis’in, uzun tarihsel geçmiş ve
geleneğin ve bu yapının ürettiği var sayılan olumsallıkların ne denli ders
niteliğinde ele alındığı ve bugüne aktarıldığı üzerinde düşünülmeyi hak ediyor.
İngilizce ‘sectarianism’ denilen ve dilimize
‘cemaatçilik’ olarak çevrilebilecek toplumsal oluşumlardan, adına siyasal
partiler denen sistemlere; bilimin, öğretim ve üretim merkezi olması beklenen
yüksek öğretim kurumlarından, toplumun her kesimine hizmeti öncellediği
düşünülüen yerel yönetimlere kadar gündelik yaşamımız içerisinde yer alan ve
bir şekilde katılımcısı olduğumuz yapılarda, ne tür roller oynadığımız
sorgulamasını bugün çok daha gerçekci anlamda yapmak zorundayız.
Bu yapılar içerisinde yer alırken, dinin yani, İslam’ın
bize sunduğu samimiyet, iyilik, paylaşım, ciddiyet, adalet ve benzeri gibi
kavramları ve değerleri ne denli içselleştirdiğimiz ve bunu karşımızda yer
alan, -velev ki, adına muhalefet denilen unsurlar dahi olsa, toplum kesimlerine
ve bireylere yaklaşımlarımızı ne denli belirlediği ve biçimlendirdiğini
sorgulamak gerekiyor.
Bu tür bir sorgulamayı yapmak yerine, tam tersine,
bırakın Müslüman olmayan kesimleri, Müslümanların kendi aralarında dahi bu
kavramları ve değerleri uygulama konusunda gayet önemli eksikliklerin varlığı
bize dini, insanı, varlığı, bilgiyi, toplumu yeniden ve yeniden düşünmemiz
gerektiğini salık veriyor.
Kendine dönmek
İslam inancının temelleri arasında yer alan Ramazan ayı
ve oruç olgusunu yeniden ve bir kez daha tecrübeye etmeye hazırlandığımız
bugünlerde, Müslüman toplumların küresel olarak karşı karşıya kaldıkları
sorunları gündeme taşıyan ve bu anlamda, kimi ölçülerde ve bazı açılardan ajitatif
yaklaşımlarla karşılaşırken, bunun dışına çıkarak veya Müslüman toplumların
bizatihi kendi içlerine dönerek, “Acaba biz nerede, nasıl hatalar yapıyoruz?”
sorusunu ciddi bir şekilde sormaları gerekir.
Bu ve benzeri soruları ciddi ve inandırıcı bir şekilde
sorma becerisi gösterebilmek hiç kuşku yok ki, bir önceki sorunlarla yani,
Müslüman toplumların küresel olarak karşı karşıya kaldıkları sorunların
çözümüne de doğrudan bir katkısı olacağına kuşku bulunmamaktadır.
Çeşitli toplumlar, oturumlarda cesur ve samimi
konuşmacıların dile getirdiği üzere, “... Önce herkes kendi evinin içini bir
düzenlemeli” yaklaşımının bu ‘kutsal ay’da tek tek üzerimize düşen bir vazife
olarak görmek gerekiyor.
Ve ardından, bu kutsal ay’la sınırlı olmayacak şekilde
yılın diğer bölümlerine de yansıtılacak bir eylemler dizisi halinde gündemimize
almamız hususunda samimi olmamız gerekiyor.
İşlevsellik ve çatışma
Nihayetinde, ‘insan’ niteliğine sahip ve ‘toplum’
içerisinde yer alma süreçlerine konu olan bireylerin/Müslüman bireylerin,
birbirleriyle ve geniş toplum kesimleriyle ve kurumlarıyla ilişkilerini
yapılandırırken, sadece işlevsel ve uyumlu değil, aynı zamanda aykırı, uyumsuz,
ve çatışmacı ilişkilere ve gelişmelere de yol açmaktadır.
Ancak, bu ikinci durumla yani aykırı, uyumsuz ve
çatışmacı ilişkilerle baş edebilmenin yollarını arama konusundaki kısırlık ve
süreçlerin, sürekli yapı-bozumu olarak nüksetmesinin, Müslüman birey ve toplum
için üzerinde gayet önemle durulması gereken bir alanı oluşturduğunu fark etmek
gerekiyor.
Fazla umutvar olmadan söylemek gerekirse, işlevsel ve
uyumluluğun bu dünyada cenneti var etme boyutunda olmayacağının da farkında
olmak gerekir.
Ancak, iş çatışmacı ilişkilere geldiğinde, gündelik
dildeki ifadesiyle ve beden dili olarak karşımıza çıktığı haliyle, bireylerin
birbirinin yüzüne bakmamasından azade olmayan biçimlere sahip olduğu bir
vakıa.
Öyle ki, gizli/açık, sözlü ve bedensel, psikolojik ve
düşünsel boyutları kaplayacak şekilde, Müslüman bireylerin/grupların
birbirleriyle münasebetlerinin ayrıştırıcı, çatışmacı boyutlarda seyretmesi
birey-inanç, toplum-inanç arasındaki ilişkilerin ne denli hasarlı boyutlara
taşındığını ortaya koyuyor.
Öğretide süreklilik
Bu noktada, İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’anı-
Kerim ve Gelenek yani, Hadislerin genel anlamda içeriklerinin inananlara yol
gösterme amacı taşıması ve bunu, tekrar be tekrar gündeme getirmesine
şaşırmamalı.
Ne uzak geçmiş, ne yakın geçmiş ve ne de bugünkü Müslüman
toplumların birbirini anlama, danışma, tartışma, “orta yol bulma” vb.
süreçlerine dair yaklaşımların kısırlığı, olumsuzluğu hususunda aynı ve benzer
sorunlardan azade bulunduğu söylenebilir...
Öyle ki, ortada var olan bireysel ve toplumsal
zaafiyetlerin ilgası konusunda din’in/İslam’ın, bizatihi ortaya koyduğu
yönelimin, inananlar tarafından ne denli anlaşıldığı sorunu dün olduğu gibi maalesef
bugün de devam ediyor.
Ötekilerle ilişkiler
Müslüman toplumların kendi aralarındaki ilişkilerin, bu
şekilde gayet sorunlu bir nitelik teşkil etmesi karşısında, aynı Müslüman
toplumların Müslüman olmayan kesimlerle ilişkilerini nasıl
yapılandırabilecekleri hususu ise başlı başına problem olarak nüksetmektedir.
Kaldı ki, Müslüman toplumların bu haline tanıklık eden
Müslüman olmayan toplumların, kendilerine yönelebilecek Müslümanca
diyebileceğimiz yaklaşımları nasıl algılayacakları, yakınlık gösterecekleri,
kendilerine söylenenlerden bir anlam evreni üretebileceklerini düşünmek biraz
zor gibi.
Aklı eren, okur-yazar, bilgili, inançlı, disiplinli,
üretken ve adil bir toplum ferdi olmayı mı özlüyor ve amaçlıyoruz yoksa, kendi
içine kapalı, kendini merkezin belirleyiciliğinde kabul eden, pasif, düşünmeyi
ötelemiş, yanı başındakini ötekileştirmeyi gayet içselleştirmiş ve pratiğe
geçirmiş, din’in yani, İslam’ın sunduğu evrensel vizyonu göz ardı eden ve
hatta, İslam denilen bütünlüklü din yerine ondan ilham alan ancak, “yeni bir
din ihya eden” cemaat yapılarının ya da benzeri durumdaki siyasi partilerin,
kliklerin vb. toplumsal oluşumların kendilerine biçtikleri toplumsal, siyasal,
dini vizyon içinde mi yer alıyoruz?
Bu ikincisinin, değil evrenselliği, yerelliği dahi
aratacak ayrıştırıcı, bölüştürücü yapılaşmalarının Müslüman toplumlar için bir
çözüm değil, gayet önemli sorunlar olduğunun farkında olmak gerekiyor.
https://guneydoguasyacalismalari.com/muslumanlar-ve-islam-muslims-and-islam/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder