Mehmet Özay 25.03.2024
Özellikle, Osmanlı son döneminde var olan, İslamcı adıyla anılan dergi ve hareketler ile yazarlar ve düşünürler üzerine etkileri yeniden ve farklı bir bağlamla ele alınmaya değer.
Haklarında önemli araştırmaların Müslüman gazetecilerden, düşünürlerden, aydınlardan ziyade, Batılı araştırmacıların yaptığını söylemek, her iki açıdan belirli bir önyargıya sebep olabilir.
Bununla birlikte, bu önyargıların farkında olarak, bu iki isim etrafında ve etkileri noktasında, olan bitene kısaca değinmek gerekir.
Burada, birkaç tanesini zikredebiliriz meselâ: Elie Kedourie. (1966). Afghani and Abduh: An Essay on Religious Unbelief and Political Activism in modern Islam, Londra. Bir diğeri, Kudsi-Zadeh; A. Albert. (1970). Sayyid Jamal al-Din al-Afghani: An Annotated Bibliography, Leiden.
Bununla birlikte, bu eserlerin kaynaklarının yeniden ele
alınmasının ve bu iki öncü ismin yaşadıkları dönemin özellikleri bağlamında, yeniden
değerlendirilmesi mümkün gözüküyor.
Reform bağlantısı
Burada dikkat çekmek istediğim husus, Afgani ve Abduh’un Osmanlı
topraklarında, özellikle de, Osmanlı başkenti İstanbul’daki dini ve
entellektüel zeminde buldukları karşılığı kısaca değinmektir.
Örneğin, yazarları arasında Arnavut kökenli Mehmet Akif
gibi Osmanlı yazarlarının ve düşünürlerinin yer aldığı Sebil’ür Reşad / Sırat-ı
Müstakim (The Straigth Path) gibi bir derginin olduğu dikkate
alındığında, üzerinde dikkatle durulması gereken bir hususun olduğu ortada.
Nihayetinde, bu dergi ve yazar kadrosuyla bağlantılı
olarak bugünlere kadar gelen bağlantıların bize Afgani ve Abduh hususanda neler
söylediği tartışılmaya değerdir.
Bu noktada, meselâ, Akif’in etkileniminin daha çok,
Abduh’un öğrencisi ve biyografi yazarı Reşid Rıza’nın dergicilik çalışması (al-Manar/Deniz
Feneri) vasıtasıyla yaydığı görüşleri olduğu tarihi bir vakıa.
Bu durumun, onu bir şekilde Abduh düşüncesiyle
buluşturduğuna kuşku yok.
Düşünce ihtiyacı
İlk etapta şunu söylemekte yarar var ki, Osmanlı’nın
aktif olduğu merkezlerin dışındaki gelişmelerden etkilenmelerin olmasının herhangi
bir mahsuru bulunmuyor.
Nihayetinde, adına İslami reform denilebilecek değişim
çağrılarının aynı ve/ya benzerlerinin hiç kuşku yok ki, 3. Selim’den yani 18. yüzyıl
son on yılından itibaren gündeme geldiği herkesin malumudur.
En azından, Mustafa Reşit Paşa’yla başlatabileceğimiz
süreçte gözlerin Batı başkentlerine çevrilmiş olması ve umudun oralarda
aranmaya çalışması bir gerçek.
Kuzey Afrika’da özellikle de, Mısır’da olan bitene
baktığımızda, 19. yüzyılın büyükçe bir bölümünde, bir Osmanlı sınırından veya
sınırlarından söz etmek yerine, Mehmet Ali Paşa’dan itibaren, artık çoktan
elden çıkmış bir Mısır’la karşı karşıya olduğumuzu hatırlatmak gerekir.
Mısır üzerinde siyasi, ekonomik ve entellektüel nüfuzun,
önce Fransa ve ardından, özellikle de, İngilizler eline geçmesinin, bu
bölgedeki reform / değişim taleplerinin varlığı ve gelişimi üzerine etkileri gayet
önemli olsa gerektir.
Öyle ki, tıpkı -yukarıda dikkat çektiğim üzere, Mustafa
Reşit Paşa ile başlayan reform sürecinde Batı başkentlerine gidilirken, Kuzey
Afrika ve/ya Mısır örneğinde, Batı başkentlerinin çoktan bu bölgelerde var
olduğu görülür.
İlginçtir, Mustafa Kemal’in takipçisi olduğu belirtilen İçtihad
(1904-1932) dergisi de, Cenevre sonrası Kahire’de yayınını sürdürmüştür.[1]
Dikkat edilmiştir burada, Mustafa Reşit Paşa ile Afgani –
Abduh ikilisini aynı düzeyde ele alıyorum... Bunun, dayanak noktasını adına
‘reform’ denilen süreç oluşturuyor.
Mustafa Reşit Paşa belki, dini öncelleyen bir
perspektifken yaklaşmıyor ancak, anayasa, temsiliyet, bürokrasi ve kamusal
değişimlerin nihayetinde dini düşünce ve kurumlar üzerinde de doğrudan veya
dolaylı etkisinden olabileceğinden bahsedebiliriz.
Kaldı ki, sonraki süreçler bunu ortaya koymuştur...
Refom’da farklı açılımlar ve etkilenimler
Nihayetinde, Osmanlı’da reform / değişim konusundaki
çabaların, gayet erken bir dönemde ortaya çıkması, Afgani ve Abduh gibi
zamanla, ortaya yeni ve alternatif isimlerin ve yaklaşımların çıkması
karşısında, örneğin Mehmet Akif gibi aydınlar ile Sebil’ür Reşad / Sırat-ı
Müstakim gibi dergiler ve çevrelerde öğrenme arzusu ve çabası ile pragmatik
olarak bunlardan ‘istifade edilmesi’ konusunda bir çekinceden ziyade önemli bir
açılımın olduğunu gösterir.
Burada ifade etmekte yarar var ki, sayısı bir iki araştırmacıyla
sınırlı da olsa, Mustafa Kemal’in yeni Cumhuriyet ile birlikte ortaya koyduğu
reform sürecini Abduh’dan esinlenerek yerine getirdiği veya Abduh idealleriyle
örtüşen yönleri olduğu konusu iddiası bile kanımca, enteresan bir görüş olarak
önümüzde duruyor.
Mustafa Kemal’in bu konuda doğrudan dile getirdiği bir
metne rastlamamış olmama rağmen, bir
alternatif olarak değişim konusunu ele alan farklı ideolojik zeminden hareket
eden bireylerin, bazı ortak açılımlarda buluşmalarının da tarihsel şans faktörü
dışında, sorunlar üzerinde verilebilecek cevapların sınırlılığı veya
belirliliği ile açıklanabilir.
Kurtuluş çabası ve reform zenginliği
Bir diğer husus, Osmanlı topraklarında bizzat paşalar ve
gerek bürokraside yer alan gerekse bağımsız olarak hayatlarını sürdüren
edebiyatçı-gazeteci-düşünür çevrelerinin epeyce bir süredir, hem İstanbul’da ve
ardından, Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde reform / değişim konusunda yayın
faaliyetleri de gayet yaygın olarak bilinen bir gerçek.
Buna ilâve olarak, Batı’yı özellikle Fransa ve
İngiltereyi oldukça iyi bilen Tunuslu Hayrettin Paşa gibi isimlerin, 2.
Abdülhamid dönemi öncesi kadar, bu dönemin erken evreleri ve gelişme
dönemlerinde de bizatihi, 2. Abdülhamid’in hükümette yer isimler olduğu
unutulmamalıdır.
İçerden ve yerli açılımlar olarak, Genç Osmanlılar (Young
Ottomans) ve ardından, Genç Türkler’in (Young Turks), Osmanlıcılık
ekseninden kopmadan, var olan sistemi reforme etmeye yönelik çabalarının diyelim ki, Afgani ve
Abduh modernleşmeciliğinden ne kadar farklı olduğu da ele alınabilir.
Osmanlı refleksi
Bununla birlikte, Afgani ve Abduh gibi Mısır’ı “merkez”
seçmiş iki ismin Osmanlı başkentinde
bulduğu yankının, sanıldığı gibi o kadar da güçlü olmadığını iddia edebiliriz.
Ya da, bu etkinin var olan dini, kültürel ve entellektüel
evrende yer alan kişiler üzerinde, farklı düzeylerde etkilere sebep olması
muhtemeldir.
Bunun, birkaç nedeni olduğunu söyleyebilirim...
İlki ‘neo-selefi’ denilen yaklaşımın, Osmanlı’nın daha,
18. yüzyılda Arab Yarımadası kırsalında, kendine özgü sosyal gerçekliklerden
hareketle neşet eden, sözde reformcu akıma karşı verdiği karşılıktır.
Yani, İslam pratiği, düşüncesi ve kurumları üzerine yeni
hamlelerin, Osmanlı İstanbul’un da pek de karşılık bulduğunu söylemek güç.
İkincisi, Afgani ve Abduh örneklerinde belirgin bir
şekilde ortaya çıktığı üzere, Fransacılık ile İngilterecilik arasında bir
ayrışmanın yaşandığı ve bu ikilinin yaklaşımlarının İngilterecilik tarafına
meyl ettiği görülmektedir.
Bunun yanı sıra, bu ayrışmanın bir yerinde taraf olan
Afgani ve Abduh’un, yüksek sömürgecilik dönemine geçildiği 19. yüzyıl ikinci
yarısı boyunca, Fransa ve İngiltere tarafından da yönlendirilebilecek bir
alanda durduklarını akılda tutmakta yarar var.
Bunu göz ardı etmek mümkün mü?
Her ne kadar, bu ikili, Batı modernizmini eleştirir ve
içerden reformculuğa yöneldikleri intibaı verseler de, nihayetinde çıkış
noktaları ile hedefleri arasında kayda değer bir kopuş olduğu görülür.
Bu kopuş, kendini halifelik kurumunun İstanbul’da
‘Türkler’den Hicaz’da veya Kahire’de Araplar’a taşınması noktasında zuhur eder.
Bu konuda, Afgani ve Abduh’un Batılı akıl hocalarıyla görüşmeleri ve
tartışmaları ve bunların yazıya dökülmesinin İstanbul otoritesi tarafından nasıl
karşılandığını tahmin etmek güç değil.
Kaldı ki, Afgani ve Abduh’un 2. Abdülhamit nezdinde kabul
görmemelerini, en azından bir nedenini, bununla izah mümkün gözüküyor.
Afgani ve Abduh’un içinde bulundukları dini ve düşünce
ikliminin reform düşüncesi üzerinde etkisi olduğu ortada. Bununla birlikte, bu
yönelimin, dönemin Batı Avrupa ülkelerinin öznesi olduğu yüksek kolonyalizm
süreciyle bağlantısının olmasının, Osmanlı İstanbul’unda sınırlı bir etkiye
konu olduğunu ileri sürebilirim.
Osmanlı bürokrat, gazeteci, aydın ve düşünürleri ile
bunların kadrolarını oluşturduğu dergiler ve yayınevlerinin reform için dayanak
noktası bulabilecekleri yerli unsurların olması bu anlamda ilgili dönemi
yeniden ve farklı bir gözle ele almayı gerektiriyor.
[1] Kasuya Gen. (2008). “The influence of Al-Manar on Islamism in Turkey”, Intellectuals
in the Modern Islamic World: Transmission, transformation, communication,
(ed.). Stephane A. Dudoignon; Komatsu Hisau; Kosugi Yasushi, London: Routledge,
s. 75. (74-84).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder