Mehmet Özay 03.09.2023
Rukiye Hanım’ı konu alan çalışmaya on üç yıl önce başlamıştım. Ve ilgili makale, 2015 yılında akademik bir dergiye yayınlandı.[1]
“Rukiye Hanım niçin cazibe merkezidir?” sorusunu sormaya iten ise hiç kuşku yok ki, yine akademik verilerle ilgili bir duruma işaret ediyor.
Bunun temel cevabı, -şayet dikkate alınabilecek bir şey ise- academia.edu ölçütlerine göre, bu makalenin okunurluk oranının yüksekliğiyle irtibatlı olduğunu hemen belirtmeliyim.
Bu yüksekliği, 3500’ü bulan okuyucu bilgisi ile ortaya koymak sanırım mümkün ve gayet rasyonel.
Bununla birlikte, academia.edu veya benzeri ölçüm aygıtlarının sonuçlarına obsesif bir bağlantım ve ilgim bulunmadığını belirtmeliyim. Bu ölçütleri ancak, ilgili yüksek öğretim kurumları sorguladığında bir cevap olarak kendilerine veri olarak sunuyorum o kadar.
Bu durum, yazının başlığını atmamda önemli bir neden olarak ortada duruyor. Ve soruyorum: “İnsanlar, Rukiye Hanım makalesini niçin cazip bulur ve okur?” Makale okurlarının kimliği, aidiyeti, akademisyenliği vb. gibi veriler elimde yok.
Okurların kahir ekseriyetinin, Malezya’dan olduğu verisini ve kanaatimi yineleyip dikkate alacak olursam, herhalde makale içeriğinin Cohor Sultanlığı ile başlayan ve ardından, modern bir ulus devlet olarak gündeme gelen Malezya Federasyonu’nda birkaç aile ferdinin Rukiye Hanım’la olduğu varsayılan bağından kaynaklandığı gibi bir sonuca bir çırpıda ulaşmak mümkün.
Ancak, bu metne erişimin kanımca, bir tür snowball şeklinde veya avami bir dille söylemek gerekirse, mahalle şaiyası şeklinde gündeme geldiğini söyleyebilirim.
İlk bakışta gayet anlamlı tarihsel ilişkiler gibi gözüken bu cümle içinde geçenleri akademik ahlâki kaygılarla ele aldığımızda aslında epeyce bir açığın var olduğu ortada. Buna dair bazı verileri ilgili çalışmalarda ve konferans sunumlarında ortaya koyduk.
Öyle anlaşılıyor ki, birileri, bazı çıkar hesabıyla ister istemez akademik ahlâksızlıkta ısrar etmekte ve gündeme gelmek istemekte devam ediyor. Yapıcak bir şey yok…
İlgili kesim kim?
2015 yılında bir akademik dergide İngilizce olarak yayınlanan Rukiye Hanım başlığını taşıyan makalenin, içeriğindeki Türkçe başlığa/içeriğe rağmen, Türkiye’den veya Türkçe okur çevrelerinden ziyade, geniş Malay dünyasında ve özellikle de, Malezya’da karşılık bulduğu anlaşılıyor.
Yukarıda dile getirdiğim yüksek okuma oranına karşılık, yine akademik bir ölçü olarak bu makaleye atıfta bulunulma oranının ise örneğin, bu denli okur yüksekliğine ulaşmamış diğer makalelerimle karşılaştırdığımda gayet düşük olduğunu da ifade etmeliyim.
Bu durum, insanlar Rukiye Hanım makalesini niçin okur sorusunu sormaya itiyor ister istemez. Acaba, okur kesiminin çoğunu kadınlar oluşturduğu önyargısıyla hareket ederek, “şaiyalarla dolu bir geçmişe merak mı?” sorusu akla geliyor.
Ya da, can sıkıntısını öncellemiş bir kitlenin tarihin bir yerinde ortaya çıkmış belki de, tarihi hatalar ve sıradanlıklar zincirinin bir halkası olarak kendini, Malay dünyasının ortasında bulmuş bir kadın üzerinden kendi kimliğini inşa etmek mi?
Herhalde bazı akademi ve akademi dışı Pan-İslam meraklılarının “Tamam işte buldum!” diyerek üzerine atlayabilecekleri bir Pan-İslamcı metin mi görünüyor karşılarında…
Yüksek okur oranına paralel bir atıf yapılmış olması halinde herhalde, önemli bir akademik puantaj elde etmiş olurdum! Aslında bu da, tıpkı bugün bu metnin yüksek okunurluğa erişmesinde olduğu gibi pek umurum da olmazdı.
Ancak, bu makale üzerinden beni sorgulamaya iten durum, insanların bu metni ele alma tarzıdır. Bunlar arasında diyelim ki, makalenin bir kadınla ilgili olması nedeniyle kahir ekseriyetini kadın olan okurların makaleye ilgi gösterdiği sonucunu çıkartabilir.
Konunun bir yerinde bulunan 2. Abdülhamit’e ilginin önemli bir neden oluştururup oluşturmadığı da düşünülebilir. Buna aslında, Pan-İslam vurgusuyla yukarıda kısmen değinmiştim.
Ancak, metnin içeriğine müdahil oldukça bu düşünceyle metne yaklaşanlar için gayet boş bir hayal durumuyla karşılamak mümkün …
Ya da kendini, Rukiye üzerinden olmadık şekilde Osmanlı ve Türk ile irtibatlandırma heyecanına kaptıran ailelerin ilgili bireylerince, promosyon edildiğini düşünmek mümkün.
Bir Türk Draması veya Malay Draması şeklinde algılanıp sunulabilecek bir makalenin şüphesiz ki yüksek bir okur kitlesine ulaşmasını sağlayacak yeterli sayıda mahalle üyesi bulunuyor. Ancak, makalenin eleştirel akademik yanı, kaynaklar üzerinde ciddiyetle duruşu vb. özellikleri, bu tür populer bir malzeme olmasını engellemeye kafi olduğunu söyleyebilirim.
Tarihe saygıda akademik ahlâk ve duruş
Makalenin yayın süreci ve yayın sonrası gelişmeler dikkate alındığında, ortada bir akademik verinin olduğu ve bunun pür bir kabule şayan tutulmasa bile, önemli bir akademik tartışmaya zemin hazırlayacağı düşüncesini de beraberinde getirmeliydi.
Bunun gerçekleşmesi için zaman geçmiş değil!
Nihayetinde, akademik çalışmaların amaçlarının başında, -ki ben öyle olduğuna inanıyorum- akademi çevrelerinde ve/ya entellektüel çevrelerde ilgili konunun yeni tartışmalara, araştırmalara zemin hazırlayacak bir şekilde sürdürülebilir bir nitelik taşımasıdır.
Önyargıya fazla kapılmadan, yukarıda dikkat çekilen bir akademik makaleden beklenen hedeflerden en azından birinin yani, tartışmanın ilgili okur çevrelerince yapılmış olduğunu varsayabiliriz.
Velev ki, bu çevre tartışmalarını kendi içlerinde, aralarında, ortamlarında yapmış olsunlar ve bunları akademik bir evrene aktarmasınlar!
Rukiye Hanım çalışmasının ardından, yakınlarda yayınlanmış bir edit çalışmada söz konusu Rukiye Hanım’la ailevi bağı olduğu bilinen bir akademisyenin kaleme aldığı kitap bölümüyle karşılaştığımda, “işte tartışmanın başlangıcı” diye aklımdan geçirmiştim gayet haklı olarak…
Ve böylece, yukarıda dikkat çektiğim ve eleştirel olabileceğini arzu ettiğim atıfların ve düşüncelerin olabileceği düşüncesine sahip olmuştum. Ancak, ilgili akademisyenin bu kısa kitap bölümünü bir çırpıda okuduğumda, Rukiye Hanım makalesine bir tek atıf bile yoktu. Gayet ilginç değil mi!
Hem bir akademi dünyasında sosyal bilimcilik yapacaksınız, hem de sizin aile geçmişinize dair kaleme alınmış bir akademik yazının, -sizin hakemliğiniz sürecinden geçmiş olduğunu dahi düşünerek- varlığından haberdar olacaksınız ve akabinde, bu iki temel olgudan bağımsız hareket edebilecek bir akademik cesaret gösterebileceksiniz… Bu tutum, gayet anlamlı bir tutum ve davranış olmasa gerek. Öyle değil mi?
Hem de sizin sözde bilgilendirme içerikli diye kaleme alındığı ifade edilen bir edisyon kitapta -çünkü diğer metinler böylesi bir bağlamda ortaya konmuş- bilgi yerine bir tür bilgisizlik, muğlaklık ile okuru yüz yüze bırakıyorsunuz.
Bunu yapan ise, üstüne üstlük kendi ailevi geçmişinden bilgi vermesi beklenen bir akademisyen… Pardon, siz sınıfta da mı böyle davranıyorsunuz?
Rukiye üzerinden kim nasıl bir güç edinmek istemiş olabilir?
On üç yıl önce, konunun o dönem Türkiye’sinin sosyal ve siyasal gerçekliği üzerinde söz sahibi olmaya çalışan bir dini-sosyal grubun tekelindeydi.
Söz konusu bu oluşum, uluslararası ortamlardaki faaliyetleriyle de hem Türkiye özelinde edinmekte oldukları güçlerine soft-power ekseninde konsolide etmeye çalışıyor, hem de bunun yurt dışına yansıyacak getirilerinden istifade etmeyi hedefliyordu.
Bu dini-sosyal ve de daha sonra ortaya çıktığı üzere -gayet uluslararası siyasetin emelleriyle hareket ederek gündemde yer işgal eden grup, Rukiye Hanım meselesini de yaygın organlarıyla, dini-sosyal grup faaliyetleriyle ve Rukiye Hanım’ın neslinden olduğu iddiasındaki kişilerle temaslarıyla ortaya koyuyorlardı.
Söz konusu grup Türkiye sosyal/dini, siyasal gerçekliği üzerinde tekelci yapılaşmasını sadece, Türkiye içerisindeki gizli/açık siyasal-dini, sosyal eylemleriyle değil, aynı zamanda uluslararası arenada -ki içinde geniş Malay dünyasının da bulunduğu coğrafyada da sürdürüyordu.
Bu temel bir neden gibi gözükse de, ortaya koymaya çalıştığım akademik çabanın ve ardından, üretilen makalenin bu gruba veya benzerlerine karşı atılmış bir adım olarak algılanmamasını ilgili makalenin yayın sürecinde ilgili yayın organının editörüyle de paylaşmıştım.
Nihayetinde, Türkiye’ye -veya başka ülkeye veya ülkelere- devrimci bir nosnoyla tutum geliştirme sürecine girmiş olan sosyal/dini -siyasi oluşum veya oluşumların akademik rekabet alanında olamayacağı kanaatini dün olduğu gibi bugün de taşıyorum.
Bunda, aynı zamanda ilgili yapılar ile kendinde, anlamlı, etik ve bütünlük bir yapı teşkil eden akademi dünyası arasında önemli bir anlam ayrışması olduğunu burada ifade etmek ve hatta tekrar etmekte yarar var.
Dolayısıyla, Rukiye Hanım örneğinden hareketle ortaya konulan akademik çabanın ne sivil ve ne de devlet odaklı yapıların kendi iç çelişkilerine yöneltilmiş bir icraat değil, aksine tastamam bir akademik ahlâki tumum ve davranış olarak ortaya konmuş çaba olarak değerlendirmek gerekir.
Bu durumu, bir süredir üzerinde çalıştığım merhum H. Mohammad Said’in yaklaşık yüz yıl önce Kuzey Sumatra’da gazetecilik mesleğine başlarken kendine biçtiği ahlâki tutumun, ‘halka doğruları aktarmak’ ilkesiyle örtüştürmek mümkün.
Bu durum, bir akademisyen olarak Mohd. Said’e öykünmek değil. Velev ki, böyle bir şey olsa da olumsuzlanacak bir durum değil. Farklı bir şey var bu noktada dile getirmek istediğim.
O da, farklı dönemlerde, farklı coğrafyalarda, farklı toplumsal koşullarda faaliyet gösteren akademisyen, düşünür, gazeteci çevrelerinin ortak bir ahlâki noktada buluşabildikleridir.
Bunu söylerken, geniş Malay dünyasında bugün ilgili platformlarda yer alan gazeteci ve düşünürlerin ve de özellikle, yukarıda dikkat çektiğim akademisyenin de içinde yer aldığı akademi dünyası mensuplarının Muhd. Said gibi örneklikler üzerinden kendi akademik, entellektüel tutumlarını netleştirmeleridir.
Rukiye Hanım makalesinin başlangıcını hatırlatayım…
Malezya Ulusal Üniversitesi’nde (Universiti Kebangsaan Malaysia-UKM) Malay Dünyası ve Medeniyeti Enstitüsü’nde (Institute Alam dan Tamaddun Malayu-ATMA), o dönem öğretim üyesi olan Malezyalı bir Hocayla sohbetimin, bu konuyu akademik olarak ele almama neden olan ilk ‘akademik’ işaretleri edinmeme yol açtığını hatırlıyorum.
Etnoğrafya çalışması için normal sayılabilecek bir zaman dilimi beş yıl. Yani, 2010’da başlayıp, 2015’de en azından o dönem itibarıyla bitmiş bir makale halini alan bir süreç…
Bununla birlikte, aradan geçen süre zarfında yeni bilgilerin ortaya çıkması, yeni karşılaşmalar ve görüşmeler temelde ilgili çalışmanın aslında bitmediğinin açık bir göstergesiydi.
Bu sürecin devam ettiğini ve muhtemelen kısa bir süre sonra yeni bir çalışma ile konunun güncelleceğini düşünüyorum.
Bu vesile ile Osmanlı-Malay çalışmalarının nereden nereye geldiği üzerinde daha ciddi akademik ve entellektüel tutum ve davranışlar geliştirmek ve eserleri bu şekilde ortaya koymak gerekiyor. Rukiye Hanım olgusu da bundan bağımsız değil…
[1] “The
Myth and Reality of Rukiye Hanım in the Context of Turkish Malay Relations (1864-1904)”,
The
Journal of Human&Society,
Vol. 4, No. 9. (ISSN: 2146-7099). (55-74).
2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder