Nurettin Topçu düşüncesinde modernite sürecine bakış / Interpretation of modernity in the thought of Nurettin Topçu
Mehmet Özay 21.09.2023
Böylesine tarihsel bir sınırlandırma yerine, onun bu konuda serdettiği görüşlerin -en azından 19. yüzyıl ortalarından başlayan ve değişik süreçleri içerecek şekilde bugüne kadar uzanan uzun dönemi (longue durée) kapsadığını söyleyebiliriz. Bu çerçevede, Topçu’nun modernleşme ile ilgili görüşlerini, Osmanlı son yüzyılında gizli/açık belirginleşmeye başlayan ve giderek gelişme kaydeden çabaların bir devamı olarak görmek gerekir.
Bununla birlikte, 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda yaşanan değişimler bağlamında, Batı’yı ve Batı modernleşmesini anlama çabalarının ne denli kapsayıcı olduğu tartışmaya açıktır. Kanımca, bu uzun yüzyılı ve 20. yüzyılın ilk birkaç on yılını belki de, öğrenme ve yeniden öğrenme dönemleri olarak kabul etmek mümkün gözüküyor.
Bu noktada, Topçu’nun çabalarını iyi değerlendirmek gerekiyor... Topçu’nun kaleme aldığı makaleleri arasında, ‘Teknik ve Kültür’ başlıklı kısa yazısını, modernite ile karşılaşma ve yüzleşme bağlamında ele alabiliriz.
Bu makalede dikkat çeken husus, kanımca, Topçu’nun ‘kültür ve ruh ilişkisi’ne yaptığı vurgudur.[1] Bu vurgu belki de, son iki yüzyılın bitmek bilmeyen tartışmalarının, bir toplum bilimci ve düşünür olarak Topçu tarafından değerlendirilmesi ve bunun, Türkiye Cumhuriyeti özelindeki bir karşılığı olarak ortaya çıkmasıdır diyebiliriz.
Topçu’nun “kültür” kavramını ele alışı, Ziya Gökalp’in görüşüyle yakınlık gösterdiğini söyleyebiliriz. Ancak, Topçu, belki bir adım öteye geçerek kültürü, seküler evrenden çıkarıp, çokça doğa-üstü evrenle birleştirme yönelimi sergiliyor.
‘Teknik ve kültür’ tartışmasında veya karşılatırmasında Topçu, kültürü öncellerken, tekniği kültürün ‘çocuğu’ hükmünde kabul ediyor. Bunun yanı sıra, tekniğin kültürün bir unsuru kabul edilen ‘sanatlardan da’ faydalandığını belirtiyor.
Bu durum, bize son iki yüz yıldır gelişmekte olan tekniğin sanatla iç içeliğini hatırlatması açısından önemli.
Tekniğin geldiği noktada, doğa üzerinde tesis edilen hakimiyetin insan üzerinde doğurduğu psikolojik bir kazanımdan ve hatta zaferden söz edilebilir.
Belki de bu anlamda, Topçu tekniğe olumlu bir anlam yüklemekte ve onun kültürel varlığımızı bir şekilde koruyan kollayan bir safhaya taşımaktadır. Ve bu çerçevede, insanın hayat ile olan mücadelesinde tekniğin kolaylaştırıcılığını, “cesaretle yürüyen ayaklarımız” ve “hayata her adımda uzanan kollarımız” demekle ortaya koyuyor.
Bununla birlikte, Topçu, Batı medeniyetinde tekniğin geldiği noktayı, “hudutsuz bir inkişaf” olarak tanımlar ve bunun, kültür ile arasındaki mesafenin açılmasının veya kültürden -yani, ruhtan- bağımsız bir nitelik kazanmasının yol açacağı olumsuzluğa dikkat çeker.
Avrupa’da gelişme kaydeden kültürün ve bunun doğurduğu teknik arasındaki bağın, bugün ikincisi lehine gerçekleşen büyüme ve artışı, -bizim açımızdan bakıldığında- karşı karşıya kaldığımız sorunların temelini teşkil eder.
Bununla birlikte, tam da bu noktada, Topçu’yu eleştirmeye elverecek bazı hususları gündeme taşımak mümkün.
Öyle ki, tekniğin bir kültürün ürünü olması noktasındaki yaklaşımı haklılık gösterirken, ortaya çıkan tekniğin aslında, pek de süpriz bir gelişme olmadığını, aksine kaynaklık teşkil eden kültürün içinde barındırdığı düşünce yapısı, kökeni, vb. gibi özelliklerin bizatihi kendinde bazı hasarların bulunduğunu söylemek mümkün. İnsanın bugün tekniğin esirliği ile anılıyor olmasında, bu hususu göz ardı etmemek gerekir.
Bir başka şekilde açıklama getirecek olursak, bugün düşüncede ve fiilde -ya da teoride ve pratikte- Batı medeniyeti sınırlarında yaşayan bireylerin sadece İslam değil, diğer Doğu dinlerine, düşünce ve felsefelerine yönelmelerini, salt fiziki anlamda Batı’dan kopuşları olarak görmek mümkün değildir.
Aksine, Batı’yı temsil eden kültür ve medeniyet ve gayet tabii ki, düşünce sistemini bir şekilde terk ederek, bir şekilde düşünce ve duygu hicretine kavuşarak içine doğdukları ve insanı kaçınılmaz bir yokluğa mahkum eden Batı kültür ve medeniyeti ile ilişkilerini sınırlandırmaktadırlar. Tümden kopuştan söz edilebilir mi, şüpheli…
Ancak, bu bireylerin fark ettiği hususu diğerlerinin fark edebilmesinin bir anlamda, imkânsızlığı bize, kültürün ne denli güçlü bir faktör olduğunu söylememize de neden oluyor.
İnsanı tanımlamada kültürün yerine tekniğin geçmiş olması, insanın maddeleşmesinin sembolik bir yanını oluşturuyor.
Araç-amaç ilişkisinde dengenin yitirilmesi, -ki, temelde dinlerin bu denge üzerinde özenle ve önemle durduğunu hatırlamak gerekir- tekniğin belirleyiciliği dışında bir insan tanımı ve insan varlığının neredeyse, yadsınır hale gelişi ve tüm insan ilişkileri ağının teknik vasıtasına ve amacına kilitlenmesi, insanın tecrübe etmekte olduğu yalnızlaşmanın kaynaklarından birini oluşturuyor.
Topçu’nun, kültür-teknik ilişkisinde gelinen noktada nereye vardığımız hususunda yaptığı bir diğer vurgu, ‘ilmi’n yeri ve konumudur.
Öyle anlaşılıyor ki, Topçu, ‘ilmi’ kültür dairesinde ve/ya kültür dairesine eş bir noktada ele alıyor. Nihayetinde, tekniğin gelinen noktada, “insanın da ilmin de değerini azalttı” derken, yanılmıyorsam kastı bu olmalı.
Tabii, burada “ilim” ve “bilim” iki farklı kavram mı, yoksa birbirinin yerine ikame edilebilir kavramlar mı diye sormak mümkün. Yine kanımca, Topçu’nun ilim’den kastının, Batı’da tekniği üreten pozitif bilim olmadığı veya en azından onunla sınırlı olmadığı yönündedir.
Tekniğin, bir başka yaklaşımla eşyanın/maddenin insan üstü bir anlama ve neredeyse mutlaklaştırılmasının hatasının, Batı Avrupa’da gelişen düşünce sistemlerinin sonucu olarak görüldüğü konusunda kanımca, her coğrafyadan bilim adamının, düşünürün hem fikir sahibi olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Topçu’nun, “insan kendi selamet davasını sağlayacak olan eşyaya, sonunda hizmetkâr ve esir oldu” sözü bize, Gazali’nin insanın hakikat arayışında takip edilmesini tavsiye ettiği aşamalar arasında eşyayı tanımayla ilgili ilk veriyi hatırlatıyor.
Ancak, Batı bilim ve düşünce sisteminin ürettiği kavramlar, açıklamalar, yorumlar ve bunların neticesi olarak zuhur eden teknik ve bunun bizi bugün getirdiği mevki hiç kuşku yok ki, Gazali’nin arzu ettiği bir sonuç gibi gözükmüyor.
Topçu bu durumu, -en azından bu bölümde- izah etmiyor, bir ayrıştırmaya gitmiyor...
Yaptığı gayet güçlü bir hatırlatma var. O da, son yüz yılın gelişen gücü ABD’nin ve ABD teknolojisinin hakimiyetinin -neredeyse istisnasız- artık yerkürenin her tarafını sarmış olmasıdır.
Topçu’nun bu yazıyı 1966’da kaleme aldığı ve o günden bu güne köprülerin altında pek çok suların aktığı düşünülse de, akan suların ne tür bir değişime işaret ettiği tekniğin bugün geldiği nokta ile tekniğin insanlığı bugün nereye taşıdığı üzerinde uzun uzun düşünmek gerekiyor.
[1]
Nurettin Topçu.
(2019). “Teknik ve Kültür”, Nurettin Topçu: Dünden Kalanlar ve Geleceğe
Umutlar, (ed.), Ezel Erverdi, 2. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 665.
(664-665).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder