5 Nisan 2023 Çarşamba

Max Weber düşüncesinde ‘sınıf açığı’ kavramı ve Osmanlı’da dağılma olgusu / The concept of 'class deficit' in Max Weber's thought and the phenomenon of dissolution in the Ottoman State

Mehmet Özay                                                                                                                            06.04.2023

Toplumların kuruluş, gelişme ve çöküş süreçleri, sadece Tarih alanının çalışma konusu değildir. Aksine, tarihsel süreçler Siyaset Bilimi’nin, Sosyoloji’nin, Hukuk’un vb. konusu olmalarıyla da önem taşırlar.

Bu noktada, toplumsal değişim hakkında veriler sağlayan tarih çalışmaları, çağdaş dönemdeki ulus-devletler ile bunların kuruluş ve gelişme süreçlerini anlamamıza olanak tanırlar.

Bunun yanı sıra, söz konusu bu çalışmalar, yakın veya uzak gelecekte siyasal ve toplumsal çöküş gibi arzu edilmeyen sonuçların ortaya çıkmasını engelleme konusunda da bir tür kontrol aracı işlevi görürler.

Bu noktada, Max Weber’in profesyonel akademik yaşamının başlarında sunduğu toplumların çöküşünü konu alan tezinin, Osmanlı Devleti’nin gerilemesini ve nihayetinde dağılmasını açıklamasının mümkün olup olmadığı üzerinde durulmaya değerdir.

Çöküşe dair alternatif söylemler

Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığının sona ermesine yönelik yaklaşımlar, farklı araştırmacılar ve uzmanlar tarafından çeşitli formlarda kendini ortaya konmuştur.

Bu noktada, Osmanlı Devleti’nde askeri kayıplardan yani, dış etkenlerden öte ve daha ziyade, Osmanlı hanedanlık yapısında ortaya çıkan nitelik kaybı, bürokratik yapının kötürüm bir durum alması, medrese sisteminin zayıflaması, dini otoritenin etkisini yitirmesi gibi çok daha derin toplumsal nedenlere atıf yapan iç faktörler öne çıkarılmıştır.

Bunlara ilâve olarak, İbn Halduncu evrimsel veya döngüsel (circles) yaklaşımı, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine uyarlamak mümkün mü sorusu akla geliyor.

Ancak, İbn Halduncu yaklaşımı biyolojik oluş, gelişme ve çöküş olarak değerlendirdiğimizde sadece, Osmanlı’nın çöküşü değil, diğer neredeyse bütün siyasal yapıların, imparatorlukların çöküşünü açıklamak mümkün gözüküyor.

Temelde, bu farklılaşan açıklamalar bizi, Osmanlı Devleti gibi büyük bir siyasi ve toplumsal yapının dağılmasının ve/ya çöküşünün pek de tek bir nedenle ele alınamayacağı görüşüne götürüyor.

Weber söylemi açıklayıcı olabilir (mi?)

Sadece Din Sosyolojisi’nin değil, Siyaset Sosyolojisi’nin de kurucularından biri kabul edilen Max Weber’in, Roma İmparatorluğu tarihi ile Alman İmparatorluğu (Imperial Germany) tarihine yönelik çalışmalarının, Osmanlı Devleti’nin gerileme ve dağılma süreçlerine dair yaklaşımlarda bize, alternatif bir bakış açısı kazandırır mı sorusunu da sormayı gerektiriyor.

Max Weber’in, hukuk eğitimi sürecinde Roma ve Kadim İtalyan şehir devletlerini konu alan çalışmaları, onun doğrudan ekonomi tarihine eğildiğini ortaya koyuyor. Bunun bir sonucu veya tarihsel bir şans olarak, dönemin önemli yüksek öğretim kurumlarından Freiburg Üniversitesi ekonomi kürsüsüne kabulü onu, yeni bir akademik mecraya yöneltmişti.

Tam da bu tarihsel dönem, Osmanlı Devleti’nin çöküşü bağlamında yukarıda dile getirdiğimiz sorumuzla bağlantılı bir yaklaşımın tezahür ettiği döneme denk geliyor.

Freiburg Üniversitesi’ne kabulünden (1894) iki yıl sonra Weber, “Kadim Medeniyetin Çöküşünde Toplumsal Nedenler” (1896) başlıklı bir sunum yapmış ve bu sunum genel kabul görmüştü.

Weber, 1896 yılında Freiburg’da yaptığı bu konuşmada, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün modern toplumsal prolemlerin çözümü için bir ders niteliği taşıyabileceğini kabule hazır olmaya karşı uyarmıştı.

Weber’in konuşmasındaki temel vurgu, “imparatorluğun çöküşünde zengin-fakir toplumsal tabakalar arasında belirgin fark” yaklaşımıydı. Bu yaklaşım, onun toplumsal değişimi sınıf ayrımı, ekonomik farklılaşma gibi alanlara başvurarak bir açıklama getirmeye çalıştığını ortaya koyuyor.

Weber’in, Roma ve Alman İmparatorlukları’ndaki gelişmeleri anlama konusunda kavramsal olarak ortaya koyduğu ‘zengin-fakir toplumsal tabakalar arasındaki ayrım’ın, Osmanlı Devleti’nde nasıl ortaya çıktığı konusu üzerinde durulmaya değerdir.

Zengin-fakir toplumsal tabakalar olgusu, genel itibarıyla ekonomik üretim, paylaşım, tüketim vb. ilişkiler ağı ile mülkiyet sahipliği olgusunu akla getiriyor.

Osmanlı’da ekonomi ve toplumsal tabakalar

Ekonomik yapılaşmanın Osmanlı Devleti’ndeki karşılığı, devletin ordu marifetiyle teritoryal yayılmacılık politikalarının öncellendiği ve bu noktada ordunun merkezi bir yapı oluşturarak, ekonomik sistemin/üretimin orduyu besleyecek ve genişletecek bir yapıda tezahür etmesini zorunlu kılıyordu.

Bir başka şekilde ifade edersek, Osmanlı’da hazine, savaşlar sürecinde elde edilen ganimetler ile zenginleşirken, yeni kazanılan toprakların tarım arazilerine dönüştürülmesi ve/ya belirli  bürokratik ve askeri elit arasında paylaştırılmasını zorunlu kılıyordu.

Tarım arazileri adına timar denilen ve belli sayıda askerin yetiştirilmesini ve savaş dönemlerinde orduya katılmasını gerektiren bir sistem olması, savaş ve tarım ekonomilerinin birbirlerine gayet güçlü bir şekilde eklemlendiğini ortaya koyuyor.

Osmanlı Devleti’nin, siyasi tarihi boyunca yönünü sürekli olarak Batı’ya çevirmesinde yani, genişlemesini Batı sınırları üzerinden gerçekleştirmesinde temel bir nedeni vardı.

O da, -Hıristiyan toplumlar üzerinde egemen olma ve/ya Dar’ül İslam alanını genişletmenin yanı sıra, bunlarla koşut olacak şekilde, Balkanların ve Doğu Avrupa’nın verimli tarım arazilerine sahip olmasıydı.

“Niçin Batı?” sorusuna belki kısmi bir cevap olarak bir karşılaştırmadan hareket etmekte yarar var.

Bu noktada, Osmanlı’nın Doğu seferlerine göz atılabilir... Osmanlı Devleti’nin, 16. yüzyılda Safavi Devleti’ne karşı gerçekleştirdiği seferlerin, çeşitli padişahlar döneminde -tekrarlara rağmen-, sınırlı bir şekilde gerçekleştirildiği görülür. Bunun temel nedeni, coğrafi koşulların zorlu oluşu kadar bunun ötesinde, Safavi topraklarındaki tarım arazilerinin Osmanlı Devleti’nin ekonomi sistemine cazip gelmeyecek kadar yetersiz oluşuydu.

Bu ikili yapı yani, fetihler vasıtasıyla teritoryal genişleme ile kazanılan topraklar üzerinde orduyu besleyecek tarım arazileri işletimi sistemi devam ettiği müddetçe, Osmanlı toplum yapısında zengin-fakir toplumsal tabakalar arasında genel bir denge halinden bahsetmek mümkün olabilir.

Bu noktada, merkezde yer alan siyasi elitin ve bunların taşradaki temsilcilerinin gelirlerinin bir tür standarda erişmesi, tarımsal üretim yapan sıradan halkın toprak yönetimi, mal üretimi, vergi vb. gibi ekonomi mekanizmalarında kendine yeter veya belirgin zorluklarla karşılaşmasına mani oluyordu.

Öte yandan, merkez ve taşradaki siyasi elit zenginliğini savaşlarda kazanılan ganimetler ile yeni toprakların paylaşımından alır ve tarım kesiminden vergi alınması sınırlı bir düzeyde kalırken, paranın değerinin korunması da özellikle, alt sınıfların ekonomik varlıklarının sürdürülebilirliğini sağlıyordu.

Toplumsal tabakalar arasında çatlak

Osmanlı Devleti’nin, Orta Avrupa’da Viyana önlerinde doğal sınırlarına erişmesi devletin istikrara kavuştuğu yönünde görüşleri ortaya koyuyordu. Ancak bu dönem, aynı zamanda yeni bir dönemin yani, duraklama ve ardından gerileme dönemlerinin başlaması anlamına geldiğini de hatırlamak gerekir.

Bu süreçte, yeni toprak kazanımı ve tarımsal üretim ile orduya insan kaynağı teşkili, buna paralel olarak yürüyen Osmanlı sivil ve askeri bürokrasisini oluşturan insan kaynaklarının edinimi inkitaya uğraması kaçınılmazdı.

Devlet hazinesi, merkezi bütçe gelirlerini oluştururken artık savaş ganimetleri yerine, ağırlıklı olarak toprakla geçimini sağlayan köylülerden alınan vergilere başvurması bir yandan, genel itibarıyla vergilerin artması anlamına gelirken, gelirlerde yaşanan düşüş para rejiminin de değişmesine yani, kıymetli madenler yerine farklı madenlerin bileşimiyle basılan paranın sirkülasyona girmesi mali değer kaybının da önemli nedenlerini teşkil ediyordu.

Bu durum, merkezde siyasi egemen yapıların yani, zengin tabakanın gelirlerini devam ettirme arzusunda yeni açılımları gündeme getirirken, süreç tarım kesiminin aleyhine doğru genişleme gösteriyordu.

Yaşanan bu durum, geniş kırsal kesimler ile sivil ve askeri bürokrasinin teşkil ettiği toplumsal tabakalar arasında denge halinin tedrici olarak ortadan kalkması anlamı taşıyordu.

Bozulan bu denge karşısında iki tabakanın dışında denge unsuru olabilecek yeni bir tabakanın çık/a/mayışı, -diğer nedenler bir yana- Osmanlı’da toplumsal sistemin gizli/açık sivil ve ordu bürokrasisi marifetiyle bozulmasına doğru giden süreci başlatmış oldu. Bu durum, Weber’in dikkat çektiği ‘sınıf açığı’ kavramının, Osmanlı’da değişen toplumsal sistemi açıklamada bir araç olabileceğini düşünebiliriz.

https://guneydoguasyacalismalari.com/max-weber-dusuncesinde-sinif-acigi-kavrami-ve-osmanlida-dagilma-olgusu-the-concept-of-class-deficit-in-max-webers-thought-and-the-phenomenon-of-dissolution-in-the-ot/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder