Mehmet Özay 19.04.2023
Sunucunun
yönelttiği bir soru karşısında, “2. Abdülhamit çok hata da yapmıştır...”
ifadesini kullanması dikkatimi çekmişti. Ve program konuğu bu akademisyen/bürokratın
bu hataların, en azından birkaçını sıralayacağını ve bunlara dair açıklamalar
getireceğini umarak merakla beklemiştim.
Ancak bayan sunucu, -mensubu bulunduğu medya organının hassasiyetlerinden hareketle olsa gerek-, “... Bunları geçelim efendim...” tarzında bir müdahalede bulunmuş ve konuğun bu alana dair düşüncesini yüksek sesle dile getirmesine gizli/açık mani olmuştu. Böylece, bir izleyici olarak konuya dair bilgilenme yönündeki merakım gerçekleşmemişti...
Hem bir
tarihçi-akademisyen kimliği, hem de bürokrat olmanın getirdiği çelişkileri
bünyesinde taşıyan konuk -kendi özel yaklaşımı dışında ve ötesinde- aslında,
genel bir eğilimi yansıtması açısından dikkat çekiyordu.
Bu eğilim,
tarihsel gelişmeleri kendi akışı içerisinde objektif yaklaşımlara konu olacak
şekilde ele almak, değerlendirmek, analiz etmek ve sonuç çıkarmak gibi
süreçleri ortaya koymaya imkan tanımamasıyla dikkat çekiyor.
Yitirilen taht ve
savunmacı yaklaşım
2. Abdülhamit’in, 27 Nisan 1909 günü tahttan indirilmesiyle aslında, bir dönemin kapanıp yeni bir siyasal ve toplumsal dönemin açıldığı yönünde klişe bir ifade kullanmak mümkün.
Ancak yaşananlar,
böylesi keskin bir ifadeyi kullanmaya el vermiyor. Velev ki, böylesi bir ifade
kullanılsa bile, ortaya çıkan sadece yaşanan gerçeklerin hasır altı
edilmesinden başka bir işe yaramıyor.
Aksine, iktidarı sürecinde sadece, Osmanlı Devleti siyasetinde ve toplumunda yaşananlarla sınırlı olmayan bir iktidar tecrübesine sahiptir 2. Abdülhamit... Aslında, tam da bu durum, döneminin Doğu’lu ve Batı’lı siyasetçileri gibi, bir siyasetçi olarak 2. Abdülhamit’in de hatalar yapabileceğini gizli/açık ortaya koyuyor.
Bununla birlikte, 31
Mart vak’ası gündeme getirilerek tahttan indirilmesiyle birlikte, 2. Abdülhamit’e
yönelik değerlendirmeler, bir devlet başkanı olarak taşıdığı ve oynadığı rol
kadar ve bunun ötesinde, uluslararası ilişkilerde öne çıkaran husus yani,
‘halifelik’ makamını kurumsal bir bünyeye ‘yeniden’ taşıma konusundaki çabasıyla
bağlantılıdır.
Bununla birlikte,
2. Abdülhamit’in maruz kaldığı bir tür devrim teşebbüsüne gizli/açık sığınmak
suretiyle, onun dönemi boyunca aktörü olduğu gelişmeleri anlama ve yorumlama
çabasını savunmacı bir bağlama taşımak, tarihsel gerçeklikleri kısır bir
döngüye indirgemekten başka bir anlam ifade etmeyecektir.
Zengin veriler -
kısır tartışmalar
Küresel anlamda bir yandan, Batı dünyası ile ilişkiler öte yandan, Müslüman dünyasını -en azından zaman zaman- içine aldığı söylenebilecek gelişmeler, 2. Abdülhamit döneminin bilimsel/akademik çalışmalar için gayet zengin bir içeriğe sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Bunun yanı sıra, 2. Abdülhamit’in kişiliği, siyasi karakteri, bir dini unvan olarak taşıdığı halife sıfatı, başta Batı Avrupa ülkeleriyle olmak üzere uluslararası arenada yürüttüğü siyasi ve ekonomik ilişkileri birbirinden bağımsız olduğu kadar, birarada değerlendirilmeyi de hak ediyor.
2. Abdülhamit döneminin öncesi ve sonrası gelişmeleri de içine alacak şekilde genişlettiğimizde, Osmanlı Devleti’nin son elli yılının değişik açılardan değerlendirilmeye açıktır. Temel olarak iç ve dış faktörler şeklinde kategorilendirilebilecek bu alanlar, kendi içinde de dallanıp budaklanarak genişleyen bir çalışma alanı sunuyor.
Bu durum, 2. Abdülhamit dönemi ve/ya Osmanlı Devleti’nin son elli yıllık tarihini sadece, resmi ve gayri resmi Osmanlı kaynakları ile sınırlı olmayan aksine, farklı coğrafyalarda farklı dillerde ortaya konmuş kaynakları da dikkate almayı zorunlu kılıyor.
Bütünlüklü yaklaşım ihtiyacı
Dönemin yaşanan tüm siyasi ilişkileri ve değişimleri kadar, ‘iktidar’ olgusunu tüm açıklığıyla ortaya koyan otuz üç yıllık uzun dönem, aynı zamanda 2. Abdülhamit’in bir siyasetçi ve devlet adamı olarak, kendi bireysel gelişim ve değişim süreçlerini de içermesiyle açıkçası, oldukça komplike bir durumun ortaya çıkmasına neden oluyor.
Tüm bu zengin ve potansiyel araştırma alanı, farklı bilim dallarından araştırmacıları, kendi alanlarına özgü teorileri, metodolojileri ve yaklaşımları uygulamalarına imkân tanıdığı gibi, aynı zamanda analitik ve yorumsamacı yaklaşımların da güçlü bir şekilde gündeme getirilmesine elverecek bir durum arz ediyor.
En azından, akademi çevrelerinde bu yönde bir talepte bulunmanın yarar olduğuna kuşku bulunmamaktadır...
Hiç kuşku yok ki, 2. Abdülhamit dönemi içerisindeki tüm olan bitenlerden hareketle, genel itibarıyla bilimsel/akademik sebep sonuç ilişkileri, teorik yaklaşımlar, iç-dönemsel karşılaştırma, analiz ve yorum içeriklerini bir kenara bırakarak, bir tür aşağılık/üstünlük (inferiority/superiority) kompleksine indirgenen tutum ve tavırlar geliştirmek, sosyoloji ve siyaset bilimi gerçekliği ile uyuşmayan özelliklerdir.
Bir televizyon programına tanıklığım üzerine gündeme getirmeye çalıştığım hususun, sadece yukarıda dikkat çektiğim “2. Abdülhamit” konusu ile de sınırlı olmadığı aşikâr.
2. Abülhamit dönemini anlama ve değerlendirme konusunda yukarıda dikkat çektiğim husus, ülkenin entellektüel vechesi ve akademi dünyası vb. bağlamında önemli bir aksaklık olarak varlık gösterirken, bu ve benzeri eğilimlere farklı tarihsel figürler ve tarihsel gelişmeler ışığında tanık olmamak mümkün değil.
https://guneydoguasyacalismalari.com/2-abdulhamit-nerede-hata-yapti-where-did-abdulhamit-2-go-wrong/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder