3 Ocak 2021 Pazar

Rukiye Hanım üzerinden irrasyonel çıkışlar ve karşılıklar / Rukiye Hanum: some irrational issues and responses

Mehmet Özay                                                                                                                            03.01.2021

Toprağı bol olsun Benedict Anderson, ulus-devletlerin inşasında imgelem (imagination) kavramıyla önemli bir açılım kazandırmıştı. Bununla birlikte, imgelemin sadece bu alanla sınırlı olmadığı da anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte, imgelem kavramının farklı alanlarda tezahür edebileceğine (manifestation) ve işlevsellik kazandırılabileceğine dair yaklaşımlar da yok değil. Örneğin, bu noktada tarihin bir evresinde geliştiği varsayılan ilişki türlerini, bugünün toplumsal ve siyasal gerçekliğine oturtmak ve hatta böylesi bir gerçekliği icad ederek bundan çeşitli açılardan faydalanma girişimleri söz konusudur.

2010’dan itibaren gündeme getirdiğimiz Rukiye ve Hatice Hanımlar meselesinin, böylesi bir imgelem yapılaştırmasının ürünü olduğunu gizli/açık ortaya koymuştuk. Yayınlanan akademik ve akademik olmayan birkaç çalışmamızın ötesinde, zamanı ve yeri geldiğinde bazı ilgili çevrelerle de konuyu tartışma, izah etme, yorumlama süreçlerini yaşamıştık. Bu sürecin bittiğini söylemek mümkün değil...

Bununla birlikte, geçen Aralık ayında vefat eden Ungku Abdul Aziz gibi  önemli bir şahsiyet vesilesiyle birilerinin aklına kurt düşmüş olduğuna kuşku yok. Merhum Ungku’yu sahip olduğu entellektüel karakteristikleri, ülkesinin siyasal ve toplumsal gerçekliğine ve değişimine katkısı gibi alanlarda incelemek ve araştırmak yerine, kurgusal bağlamlara hapsetmek tarih ve toplum anlayışlarının kısırlığına işaret ediyor. Böylesi bir kurgusal ilişki ağının ortaya konulmasının, sıradan bir hadise olmadığı bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

Daha önce ortaya konulan çalışmalarda, “bazı çevrelerin çabası ve gayretiyle” diyerek Hatice Hanım olmasa da, özellikle Rukiye Hanım adı üzerinden toplumsal ve siyasal gündemi belirleme gayretinde olanlar, şu ya da bu şekilde Osmanlıcılık yaparak bundan nemalanma niyetinde olanlar diyerek atıfta bulunmuştuk. Aradan geçen süre zarfından bu unsurların Türkiye’ye darbe teşebbüsünde olanlar olduğunu görmek şaşırtıcı değildi.

2010’lu yıllarda UKM’de, son yıllarda da UTM’de görevli bir hocanın, darbe teşebbüslerince Rukiye Hanım ailesine mensup saygın bir entellektüel ve akademisyen ile görsel mülâkat girişimlerinin nasıl başarısız olduğuna değinmişti. Söz konusu bu entellektüel ve akademisyen, etik bir yaklaşım sergileyerek kendisi üzerinden, Rukiye Hanım’ın sözde Türklüğü/Saraylılığı kurgusuna teyit kazandırma çabasının önüne geçmişti.

Burada iki neden vardı kanımca. İlki gayet mahrem bir konunun gündeme getirilmesiydi... bir başka yerde dile getirdiğim üzere, malum terör yapısının mensupları, büyük bir hararetle işin popülaritisinden kendilerine pay çıkarmak adına söz konusu akademisyen ve entellektüel şahsiyete yanaşmışlardı. Ancak bu şahıs ninesinin Türk kanı taşımadığı, “cariye” olduğunu ifade edip, röportaj talebini geri çevirmişti. İlginçtir, Cohor Tarih Vakfı’nın üst düzey yetkilileri ile görüşmelerimde çıtlattığım Rukiye Hanım konusu açılır açılmaz, kimilerince “feudal yapının devam ettiricileri” olarak adlandırılan bu beylerin yüzlerindeki değişmeyi fark etmemek olanaksızdı. Ve ardından birileri bana, sakın onlara bu konuyu açma diye tavsiyede bulunmuştu...

Rukiye Hanım konusunu bir kurgu ortaya koyanların akademiyi kendilerine alet etmeleri ise bir başka husus... Terör yapılanmasının, o dönem yayınlanan dergilerinden birinde akademisyen olarak tanıtılan bir kişinin, “... akademik çalışmalarla Rukiye Hanım gerçekliğini ortaya koyduğu” yollu söyleme baktığımızda, bu yapının sadece Malay dünyasında değil, diğer bölgelerde de ne türden “akademik başarılar” elde ettikleri gayet sorgulanmaya değer olduğuna kuşku bulunmamaktadır.

Bu sözde akademik çalışmanın bulgularına göre iki yaşındaki Rukiye Cohor’a götürülmüş, Malaka Sultanlığı ile Açe Sultanlığı birbirine karıştırılmış, Rukiye Hanım’ın ilk evliliğinden gerçekte iki olmasına rağmen 3 çocuğu olduğu belirtilmiş vb. tarihsel hataların bir kayıt hatası değil, aksine belirlenen bir kurgunun ifadesi olduğu görülmektedir.

Osmanlıcılık temellerine yaslanarak böylesine önemli ‘akademik başarılar’ ortaya koyan bu yapının, acaba daha başka ne gibi akademik başarıları olmuştur dersiniz? Çevrenize şöyle bir bakın! Zamanında sahip olduğiu üniversitelerinden icazet almış, buralarda mevki makam sahibi olmuş, uluslararası arenada akademisyen avına çıkmış, bu vesilelerle uluslararası arenada ün ve şöhret peşinde koşmuş olanların şimdi nerede ve hangi söylemlerle kendilerini güncellediklerini yakından incelemek gerekmektedir.

Akademiyi, akademik çalışmayı, kendi iç rasyonelliği ile ele almak ve değerlendirmek yerine, manipüle aracı kılarak, bireysel ve grup eksenli çıkarlara alet etmek en temelde akademik etik ile çelişmektedir. Kaldı ki, bu çevrelerin içinde bulundukları bağlama atfen söylemek gerekirse, bunun İslami bir yönü olduğunu da ileri sürmek hiç mümkün gözükmemektedir.

Bu noktada, Rukiye Hanım’ı bireysel bir olgu olarak değil, iki toplum arasında toplumsal ve siyasal ilişkilere sözde ivme kazandırmaya yönelik bir girişim olarak bakmak ve hatta bunu kurgusal olarak geliştirerek tanıtımını yapmak samimiyetsizlikle anılması gereken bir yaklaşım olduğu kadar, gayet temelsiz bir çabadır da.

Rukiye Hanım ile kendini ilişkilendiren aile fertlerine yanaşmacı usullerinin en hassas bağlamlarında ulaşan terör yapılaşmasının örneğin, 15 Temmuz’dan sadece aylar önce Singapur’da bir evde söz konusu bu aile fertlerinden biriyle çekilmiş fotoğraflarını sıradan dostluk ilişkisi olarak görmek mümkün olabilir mi? Ve terör yapılanmasının ürettiği bu imajinatif olgular üzerinden günümüzde, benzer şekilde bir yapı üretmeye soyunan aynı kök çevrelerin olmadığı söylenebilir mi?

Türkiye’yi darbe ile toplumsal ve siyasal terör ağına dönüştürmek isteyen çevreler bu yöndeki teşebbüslerini Türkiye dışında, örneğin Malezya ve Endonezya’da dillendirerek gündeme getirdikleri dönemde, sorumluluk taşıdığı varsayılacak kişilerin nasıl bir çaba sergileyip sergilemedikleri de gayet önemlidir.

Öyle ki, Malezya’da azımsanmayacak süre görev yapan, bu çerçevede gayet önemli hizmetler ifa eden ve bir kısmının “ikinci vatanım” diyerek kendini ve de Malezya’yı gayet emotional bir bağlama yerleştirenlerin, Malezya’nın yakın/uzak tarihi geçmişi ile modern siyasal ve toplumsal yapılaşmasına dair araştırmalar ortaya koymaları ve gündemei belirlemeleri beklenirdi. Böylesi bir çaba, hiç kuşku yok ki, Türkiye-Malezya ilişkilerini irrasyonel temeller üzerine inşa ederek çıkar elde etmek isteyenlere, hem de bunu akamediyi manipüle ederek böyle bir işe soyunan terör yapılanmasına karşı verilebilecek en iyi cevap olur(du).

Darbe öncesi bir yana, darbe sonrasında da bu yönde bir gayret ortaya konulduğu söylenebilir mi? Bu işin, bölgede protokol bağlamında yer alan memurin tabakasınca yerine getirilemeyeceğine daha darbe öncesi gelişmelerde tanık olunmuştu. Bu ve benzeri kayda değer görevlerin ve sorumlulukların yerine getiril/e/memiş olması, hiç kuşku yok ki, başta bölgede hâlâ varlık sürdüğüne kuşku olmayan darbe yönelimliler ve kısmen sahayı boş bulan diğer çevreler için gayet münbit imkânlar ve ortamlar oluşturmaktadır.

Oysa, kendisini Malezya’ya yakın hisseden bu kişiler ile bazı uluslararası kurumlarda ve siyasetin önemli mevkilerinde yer almış bireylerin, Türkiye siyasetinde nefes tüketmek ve enerji kaybına yol açmak yerine, sahip oldukları akademik, entellektüel ve siyasal yeterlilikleriyle bölge Müslüman toplumlarına Türkiye’de ne olup bittiğini, terör denilen yapının neye tekabül ettiğini anlatmak başlayarak Türkiye’ye ve de bu Müslüman toplumlara yeni dönemde doğal güç devşirmelerinin önemine dikkat çekmiştik.

Bununla, ortaya herhangi bir akademik çalışmanın konulmadığını söylemek istemiyoruz. Ancak ilişkilerin derli toplu, rasyonel temeller üzerine inşa edildiği bir yaklaşım ve bunu destekleyecek akademik ürünlerin önemli bir birikim oluşturmasından bahsediyoruz. Böyle bir birikimin olmadığı ise aşikâr...

Zamanında, Türkiye’deki bazı siyasal gelişmelerden ötürü, “Türkiye Malezya olur mu?” yönünde toplumsal ve siyasal gerçeklikle örtüşmeyen, aksine tastamam bir irrasyonalite ürünü olan çıkış ile Rukiye Hanım üzerinden üretilmeye çalışılan ve ardında toplumsal ve siyasal çıkarlar bulunan yaklaşım arasında pek de bir farklılık bulunmamaktadır.

Bu iki yaklaşımın her biri farklı yönlerden olsa da, çıkış noktaları ve buluştukları yer aynıdır. Bir süredir Malezya’da yaşanan siyasal kargaşaya rağmen, örneğin akademik çalışmalardan tutun da üretim süreçlerine, bürokratik yapılanmadan, kadının toplumdaki yeri ve konumuna değin değişik alanlarda Malezya’nın gayet önemli bir yerde durduğunu hatırlatmak gerekir.

Türkiye’de bazı çevreleri karalamak adına, örnek olarak Malezya’nın seçilmesi ortada gayet ciddi bir cehaletin var olduğunua, toplum ve siyaset okumalarının önyargılar üzerine kolaylıkla bina edilebildiğine işaret ediyor.

Öte yandan, tarihsel ilişkiler ve anlam bağlamları açısından gayet önemli konular var ve bunlar üzerinde çalışmalar yapma imkânı söz konusu iken, Rukiye Hanım gibi bir birey üzerinden. içine gizli/açık siyaseti de alacak şekilde iki toplum ilişkilerinden çıkar umarak kurgulamaya çalışmak tarihe ihanetten öte bir şey değildir.

Peki terör yapısı Rukiye Hanım üzerinden niçin bir kazanım elde etmek istemiş olabilir? Bu son derece basit gözüküyor. Tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, çeşitli imajinatif yöntemlerle kendi tekellerine alınabilecek konular üzerinde kültürel, ekonomik ve siyasal araçların önünü açmak. Aman dikkat, buna benzer yapılar hâlâ aynı yöntemleri uygulayarak yeni icraatlar peşinde olmasınlar!

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/01/03/rukiye-hanim-uzerinden-irrasyonel-cikislar-ve-karsiliklar-rukiye-hanum-some-irrational-issues-and-responses/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder