27 Ocak 2021 Çarşamba

ABD’de başkan, din ve devlet / President, religion and state in the US

Mehmet Özay                                                                                                                           27.01.2021

ABD dindarlığı ile siyaset ilişkisi kendine özgü nitelikler taşır. Bu anlamda, ne bir Ortadoğu ne de bir Güneydoğu Asya toplumlarındaki din-siyaset ilişkisiyle karşılaştırılabilir.

Ülkenin kuruluş kökenlerinde dindar göçmen kitlelerin bağımsızlık ve özgürlük şartlarına sağlamış bir toplumsal çevrede dini inançlarını yaşama olgusu, ABD dindarlığının en baskın özelliğini oluşturur.

Bununla birlikte, diyelim ki, 16. ve 17. yüzyıllar gibi erken dönemlerde gerçekleşen göç hadiseleri ile 19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan süreç arasında belirgin bir fark da söz konusudur.

İlkinde adına Protestan denen çeşitli dini yapılar ve bunların ‘Vaad Edilmiş Topraklar’  (Promised Land) kabul edilen ABD’deki yeni formları ile ikincisinde baskın olduğu anlaşılan, Katolik eğilimli dini yapıların birbirinden ayrıştırılamayacak özellikleri olsa olsa ABD sivil dininde karşılık bulur.

ABD vatanseverliği, bayrağı, milli marşı, ordusu-şehitleri ile seçimi kazanan devlet başkanlarının yaptıkları başkanlık konuşmaları bu sivil dinin önemli unsurlarıdır. Ve bunlar, söz konusu bu sivil dinin kitleleri kenetleyen görünürlerine rağmen, aynı zamanda gayet sembolik unsurlar olarak dikkat çeker.

Bir diğer husus ise, ABD kurucu siyasetçilerinin belirleyiciliğinde ortaya konulan “devlet ve kilise” ayrımıdır. Federal Anayasa’nın ilk maddesini de oluşturan bu ilke, belirleyiciliğini bugüne kadar sürdürmesiyle ABD dindarlığının kendine özgü niteliklerinden birini oluşturur.  

Öte yandan, yukarıda dikkat çekildiği üzere, bir dine (kilise/Church) mensubiyetin gayet normal ve kamusal alanda görünürlüğünün yadsınmadığı, aksine görünürlüğün belirleyici aidiyetlerinden biri kabul edildiği bir toplumsal yapı bulunur.

Devlet ve kilise arasına kesin bir sınır koyan ABD siyasal ve toplumsal sistemi, buna karşılık sıra “politika ve din” ilişkisine geldiğinde gayet ‘liberal’ bir eğilim sergiler. Bu liberallik, siyasi bağlamda bir liberallikten ziyade, bireylerin bir dini yapıya ait olmaları beklentisi vardır ve bu  toplumsal bir talep ve istekten kaynaklanır.

Devlet’in, herhangi bir kilisenin güdümünde olmaması bir norm olarak kesinlik kazanır. Ancak, bu devlete başkanlık yapacak siyasetçinin bir dini kuruma bağlılığı, hatta baba-oğul Bushlar, Trump gibi evanjelist anlayışın agresif temsilcileri örneklerinde olduğu gibi istenir bir duruma tekabül eder. Bu durumun, ABD toplumsal yapısına uzak olanlarda kafa karışıklığı yaratması gayet doğal.

Ancak devlet’in yasalar (pozitif yasa), bürokrasi özelinde yapılaşmasının getirdiği belirleyicilik ve buna destek olarak federal yasalar dışında eyalet yasalarının varlığı kendine özgü bir yapı sunar.

Politika ise, tam anlamıyla bir sivil faaliyet alanı olarak, kendini seçmenlerin taleplerine, haklarına karşılık verebilecek bir başkan profilinin oluşmasına neden oluyor. Bu kısa değerlendirmenin ardından, bugünkü mevcut durumu kısaca ele almakta yarar var.

Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti’den hareketle siyasi partilerin başkanlık adaylarını belirlemelerinde, partilerin dayandıkları dini-toplumsal kökenler önemlidir.

8 Kasım 2020’de yapılan ABD seçimlerine Demokrat Parti’nin adayının Katolik olması, ilk etapta bakıldığında rasyonel bir temele oturmadığı görülebilir. Bunda, Demokrat Parti’nin kendini liberal, ilerici, gelişimci, hatta sosyal-demokrak özelliklerle tanımlamasının rolü gayet önemlidir.

Bir diğer husus, ülke nüfusunun kahir ekseriyetinin bağlılık duyduğu, kendini şu veya bu şekilde ait hissettiği iki temel dini yapı yani, Protestanlık ve Katolikliğin temsiliyetinin ikincisi aleyhine olduğu aşikârdır.

Bu noktada, Katolik Amerikalıların yüzde 20’lik bir orana tekabül etmesi, normal şartlarda bir başkanı salt Katolik olduğu için başkanlığa taşımada matematiksel olarak yeterli olmayacaktır.

Ancak bugün, ABD başkanlık koltuğunda oturan Joe Biden bir Katolik...

Bu durum, her iki açıdan yani, hem Katoliklik hem Protestanlık nezdinde üstünde durulması gereken bir husus.

Bununla, Biden’ın salt katolik olduğu için tüm Katolik oyların kendisine gideceği gibi bir algının gerçeği yansıtmadığını kastediyoruz. Örneğin, kampanya döneminde Katolik kitlelere ulaşmak için konunun uzmanı bir akademisyenin “Katolik danışman” olarak görevlendirilmesi, Katoliklerin belirli konularda ikna edilmeleri gerekliliğine işaret ediyor. Bir Katolik başkan adayının, ‘Katolik işler danışmanının’ olması gayet ilginç bir durum olsa gerek.

Birbiriyle çelişiyor izlenimi veren bu hususların ötesinde bir diğer önemli husus, Joe Biden hangi Katolikliği temsil ediyor sorusudur.

Günümüz Amerikan siyasetinin zirve ismi olan Joe Biden’ın ve onun Katoliklikle ilişkisini konu alan bir eserin yazarı Massimo Faggioli’nin açıklamalarına bakıldığında Joe Biden, “çok daha farklılaşan, daha çok seküler ve çok dinli” bir nitelik arz eden Amerikan toplumunun “yeni yüzü” olarak takdim ediliyor.

Bir Katolik olan Biden’in, Amerikan toplumunun bugün ulaştığı post-modern toplumsal yapısını hem tanımlayan hem de bir anlamda bunun sebebi olan yüksek farklılaşma, sekülerleşme ve çok dinlilik profilinin temsilcisi olduğu anlaşılıyor.

Bu durum bize, bizatihi teolojik/sosyolojik bağlamında genel itibarıyla ‘tutucu’ olmakla eş görülen Katolikliğin bir anlamda değişimci yönünü ortaya koyuyor...

Ya da mevcut durumu, kendini Katolik olarak addeden bir başkanın, kurulu kiliseden ayrışan ve kendini çok kültürlü, çok dinli, gayet seküler bir toplumun siyasal taleplerine hitap edecek şekilde yeniden yapılandırdığı şeklinde anlamak gerekiyor. Belki de bu yüzden, Katolik Biden, seçim kampanyasında “katolik işlerden sorumlu” bir danışman tutma gereği duymuş olsa gerek.

Faggioli’nin “pek çok Protestan ve/ya pek çok seküler seçmen Biden’ın Katolikliğinden rahatsız değil” söylemi, bireysel çerçevede mensup olduğu Katolikliğini kamusal alana yansıtmayan bir Katolik Başkan profili ile karşı karşıyayız... Bununla birlikte, bireysel alanda neye inanıp inanmadığı ya da Katoliklik inancının hangi yapılarını benimseyi pratikte uygulayıp uygulamadığını burada sorgulamak mümkün gözükmüyor.

Biden’in, temsil ettiği belirtilen Katolikliği’n örneğin, 1960’larda bir suikasta kurban giden ülkenin ilk Katolik başkanı John F. Kennedy’nin ve o dönemin Katolikliğinden farklı olduğunu söylemek gerekiyor.  

Ancak burada dikkat çeken husus, sadece bireysel bir Katolik inanan olarak Biden ve Kennedy’nin değil, daha geniş ölçekte Amerikan Katolikliğinin yaşadığı bir dönüşümdür. Başkan Biden’in, Katolikliğin liberal kanadını temsil etmesi, onun ABD’de ‘devlet-kilise ayrımı’na  tekabül eden temel ilkeye de gayet uygun bir duruma işaret etmektedir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/01/27/abdde-baskan-din-ve-devlet-president-religion-and-state-in-the-us/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder