Mehmet Özay 01.01.2021
Müslüman toplumun sekülerleşme süreçlerine meyl etmesinde, dışarıdan gelen ve kimi bağlamlarda baskı unsuru olarak tezahür eden ve nihayetinde içselleştirilmiş değerler manzumesi olarak gizli/açık var olan unsurların payı yadsınamayacak bir önem arz etmektedir.
Müslüman bireyin, kendini
içinde var saydığı anlam bütünlükleri ve kavramları genişleterek ortaya koymak
yerine, dışardan gelen etkilerle bu anlam bütünlüklerini farkında olarak ve
olmayarak dönüştürme konusunda sergilediği çaba, onu sekülerleşmeci bir boyuta
taşımaktadır.
Bu çerçevede, bireysel
ve toplumsal değişimde “aşağılama dili” adını verebileceğimiz ve teori denmese bile en
azından bir yaklaşımdan bahsetmek mümkün.
Müslüman birey ve toplum, içinde
yer aldığımız toplumda maruz kaldığı ‘aşağılama dili’nin etkisi altındadır ve
bunun varlığının epeyce uzun bir geçmişe dayandığını söylersek yanılmış
olmayız.
Müslüman bireyin kendini içinde
bulduğu ve/ya zamanla bulmak istediği Müslümanca toplumsallaşma evrenine ulaşmak
ve onu yaşamak yerine, “aşağılama diline” maruz kalmasıyla verdiği tepki onu,
değiştirmekte ve bu değişim kendisinin ait olduğu varsayılan inanç ve değerler
arasına mesafe koymasına yol açmaktadır.
Hem de bunu, içinde yer aldığı Müslümanca
düşünce ve eylem biçimi içinde kaldığı/kalabildiği varsayımı ile ortaya
koymakta ve böylece önemli bir ikilemin öznesi haline dönüşmektedir.
“Aşağılama dilinin” ne olduğunu
açıklamakta fayda var. Aslında pek de bilinmeyen bir husus değil... Türkiye örneğinde
gerici, yobaz vb. görece ağır kullanımlar ile geleneksel(ci), muhafazakâr gibi
görece daha yuşumak kullanımlar şeklinde karşımıza çıkan/muhatap olunan yaklaşımlardır.
“Aşağılama dili” kullanımının, Müslüman
birey üzerinde ne türden tesirler doğurduğu, içinde yaşadığımız dönemin
başlangıç yılları kabul edilebilecek ve özellikle 90’lardan itibaren başgösteren
dönüşüm sürecine göz atmakla mümkün olabilir.
Bunun en iyi göstergelerinden
biri, başörtüsü çerçevesinde yaşanmaktadır...
Hemen hatırlatayım ki, ‘başörtüsü’
demekle sadece ‘kadın’ı sorumlu kılan bir tutum geliştirmiyorum. Sorunlu cinsiyetçi
bakışın kökenini teşkil eden Batı düşüncesinin doğurduğu sonuçlarla, bugün
gelinen ayrıştırıcı noktada Müslüman kadın ve Müslüman erkek bölünmüşlüğünü
aşarak başörtüsünde her ikisinin paylaştığı bir alanı ortaya koymak gerekiyor.
Bu çerçevede, uzak ve yakın
geçmişte, -ancak bugün değil- sahip olduğu görünürlük formu nedeniyle ‘aşağılama
dilinin’ uzanabildiği önemli bir alana tekabül eden başörtüsü üzerinden neyin
dönüştüğü meselesi gayet önemlidir.
Yukarıda ‘ancak bugün değil’
derken kastettiğim bunun bugn itibarıyla gayet önemli ölçüde değişmiş olmasıdır...
“Aşağılama diline” maruz kalan,
hatta kimi ölçülerde bu maruz kaldığı olguya gayet uzak, pek de neyin
kastedildiğini anlamayan ve bir naiflikle başörtüsüne bürünen kadın, şehir
dokusu içerisinde özellikle de, şehrin atardamarlarından olduğu iddia edilen
kampüslerde yer almakla, bu aşağılama dilinin hedef ve merkezi haline gelmiş ve
getirilmiştir.
Bu “aşağılama dilini” ortaya koyanların
kimlikleri, aidiyetleri, ideolojileri bir yana, bu kitlenin aşağılama dili
üzerinden, gayet önemli bir değişimi kamçıladıklarının farkında olmamaları
mümkün değil.
Bugün, başörtüsünü bir inanç
formu, bir ahlâki tutum, hatta ve hatta varoluşta kendine bir yer tutma değil
aksine, bir bireysel seçim ve özgürlük düzeyine indirgeyerek tüketimciliğin
güncelliğine bürünerek kullanışlı modern bir kisfeye büründürülmesi temelde,
başörtüsüyle neler yapabileceğini ve başörtüsü üzerinden nasıl bir
sekülerleşmenin, bireysel düzeyden toplumsal düzeye sıçrayarak ortaya
çıkabileceğine işaret etmektedir.
Başörtüsü ile göstermecilik olgularının
birbirine örtüştürülebiliyor oluşu aslında tam da, bu sekülerleşmeciliğin
başarısı olarak adlandırılmayı hak etmektedir.
Göstermecilik derken, ‘Müslüman’ bireyin
salt örtü nesnesini araçsallaştırarak marka düzeyinde, modaya adapte olarak ve
modalaşarak kendini ortaya koymasını kastetmiyorum. Aksine, başörtüsü ile neler
yapılabileceğini, bireyselin ötesine geçerek, toplumsal alanda ve topluma
yönelik olarak ortaya koyan bireylerin her türden eylem biçimleridir
kastedilen.
Söz konusu bu “gösterme” işi,
kendi başına bir değer olarak ortaya çıkarken, başörtüsünü bir değer olarak kabul
eden ve zikreden anlam bütünlüğü ortadan kalkmaktadır.
Burada yaşanan derin bir
değişimdir aslında... Başörtüsü üzerinden bir anlam evrenini ve bunun
eylemlerini ortaya koyması beklenen birey, tastamam tersi bir anlayışla eylemlerin
dönüştürülmüş halleriyle baş örtüsünü ‘anlamlandırmaktadır’.
Gelinen bu nokta, maruz kalınan “aşağılama
diline” karşı, Müslüman bireyin ve toplumun nasıl dönüştürülebileceğini gözler
önüne sermektedir.
Öyle ki, “aşağılama dilini” bir
sermaye olarak kullanan çevreler bu sermayenin neler üretebildiğine herhalde
büyük bir memnuniyetle şahit olmaktadırlar. Hiç kuşku yok ki, bugün gelinen
noktada başörtülü bireyi kabul etme, onunla yan yana gelerek poz verme
ritüelleri, biz de eşitiz mesajının distribütörlüğünü yapma bunun açık göstergeleridir.
Bu dönüşüme maruz kalan ve bu
dönüşümü bile isteye/kasıtlı ve niyetli bir şekilde içselleştiren birey ve
toplum kesimlerinin artık kendilerini gelenekle, muhafazakârlıkla ve benzeri
bağlamlarla ilişkilendirmelerine gerek kalmamaktadır.
Başörtüsüyle ortaya konulan bu hâl,
tutum ve anlayışlar, “aşağılama dilinin” arzu ettiği değişim zincirlerinin
gerçekleştiğine işaret etmektedir. Başörtüsü, ‘Müslüman’ bireyin
özgürleştirildiği zehabıyla artık modern olmanın bir vasıtası haline geliyor. Burada
hatırlanılması gereken husus, modern ile seküler arasında ne denli yakın bir
bağın olduğudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder