Mehmet Özay 20.07.2020
Çin’de ortada
çıkan kovid-19 salgınının küresel gündemi belirlemeye başlamasından bu yana
altı ayı aşkın bir süre geçti. Yılın ortasına gelindiği bu günlerde küresel
siyaset ve medya gündemi çeşitlendirme çabası sergilese de, kovid-19 salgını
kendini yeni alanlardaki varlığıyla
dayatmaya devam ediyor.
Çin, Güney Kore
derken, Batı Asya’da İran’da tehdidini ortaya koyan kovid-19’un Avrupa’da ve
ardından Kuzey ve Latin Amerika’da gösterdiği etki, diğer ülkelerin ve
bölgelerin aksine daha çok ekonomik ve siyasal sonuçları ile gündeme oturacağı
izlenimi veriyor.
Kovid’le mücadelede kibir hakim
Özellikle Avrupa
ve Kuzey Amerika’yı bu derece kırılgan yapan durumun, bir yandan daha salgının
Çin’de görülmeye başlandığı dönemde takınılan tavrından başlayarak, bu
toplumların ve siyasal yapılarının liberal kibriyle açıklamak gerekiyor.
Kovid-19 gibi bir
salgın karşısında, küresel güçlerin ve insanlığı temsil ettiği iddiasındaki
küresel kurumların işbirliği ile bu ortak soruna çare bulmaları beklenirken,
tam tersi bir gelişmenin yaşandığına tanık olundu ve olunmaya devam ediyor.
Dünyanın sözde
lider toplumlarının ve özellikle de Batılı ülkelerin, böylesine önemli bir
hayati durumda dahi, insanȋ olanı öne çıkaramadıkları aslında şaşılacak bir
durum değil.
Post-modern kırılganlık
Temelde bu
yönetimsel ve hatta bireysel düzeyde de ortaya konulan tutumun, içinde
yaşanılan post-modern döneme özgü parçalanmışlıkla örtüşen bir yanı var.
Söz konusu bu
post-modern durum içerisinde, anlam çoğulluğu bireylere ve toplumlara
gizli/açık özgürlüklerin bir parçası olarak sunuluyor. Öte yandan, aslında bu
çoğulluk içerisinde yaşanan anlam kaybının bir örneğine kovid sürecinde,
bireylerin ve toplumların, sosyal ve siyasal zeminin iteklemesiyle sağlık alanında
verdikleri tepkilerde nasıl tezahür ettiğine şahit oluyoruz.
Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) üzerinden yürütülen ve daha önceki yazılarımızda kovid-19 ittifakı olarak
adlandırdığımız şekilde ABD ve Avrupa ülkelerinin Çin’i hedef alan çatışmacı
söylemlerinde bir gerilemeden bahsedilemezken, ABD’nin WHO’dan çıkma kararı
çatışmanın kopuş noktasına geldiğini açıkça ortaya koyuyor.
Oysa kovid-19’un
ilk evresinden bugüne geçen süre azımsanacak gibi değil. ABD başkanı Donald
Trump’ın, WHO üzerinden Çin’i hedef alan çatışmacı tutumunu sergilediği dönem
Nisan ayının başlarıydı. Çin’den yanlış veri ve bilgi aktaramı söz konusu olsa
bile, bugüne kadar özellikle, ABD’de siyasal ve toplumsal yapının kovid-19
karşısında aldığı tutum bundan bağımsız bir duruma işaret ediyor.
Paylaşılamayan kovid ekonomisi
Öte yandan, Avrupa
Birliği’nde (AB) bugünlerde gündemin baş köşesine oturan ekonomik paylaşımdaki
çatışmacı tutum, aslında var olan yapının devamlılığını oluşturmasıyla dikkat
çekiyor.
Öyle ki, Birlik
içerisinde bugüne kadar yaşanan kovid-19 sürecinin neden olduğu ekonomik
kayıpları izale etme noktasında alınacak ekonomik tedbirlerin yöntem ve
uygulaması konusu birlik ruhunu yansıtmaktan hayli uzak bir görünüm arz ediyor.
Ortada birlikten
ziyade, bölünmüşlük halinin varlığına aslında şaşırmamak gerekiyor. Daha birkaç
ay öncesinde, yani Mart-Nisan ayında Birliğin önde gelen ülkelerinin sağlık
tedbirleri konusunda nasıl kendi üye ülkelerini sağlık tedbirleri noktasında
yalnızlığa ittiğine tanık olunmuştu.
Bu çerçevede, dün
ve bugün yaşananlar hiç kuşku yok ki, kapitalist dünyanın yaşamakta olduğu
post-modern yapılaşmanın güncellenen parçalı durumundan başka bir şey değil.
Salgında yeni dalgalar
Haziran ayı ile
birlikte, dünyanın kuzey yarım küresinde yaz sezonunun başlaması ile birlikte,
kovid-19 farklı bir sürece evrildi. Sıcaklarla birlikte salgının gerileyeceği
yönünde Mart-Nisan aylarında yapılan öngörü gerçekleşmediği gibi, aksine vaka
sayıları Avrupa ve Kuzey Amerika’nın ardından Latin Amerika’da yeni
görünümleriyle tehdidin ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Doğu’dan Batı’ya
yayılma eğilimi gösteren salgının bu süreçte, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’da
gerilemekle birlikte, örneğin Haziran ayından itibaren Çin, Hong-Kong, Singapur,
Güney Kore, Yeni Zelanda, Avustralya gibi ülkelerde ikinci salgın döneminin
başlaması kovid-19’la mücadele küresel plânda gösterilen zaafiyetin bir diğer
göstergesi olarak kabul etmek gerekiyor.
Ulus-devletlerin
her bir kurumu gibi eğitim kurumları da kaybedilen öğretim kaybını asgariye
indirmek amacıyla okulların açılması talebinde bulunurken, Çin ve Güney Kore
okul ve çevrelerinde karşılayına salgın karşısında birincil tedbir olarak
okulları yeniden tatil etme kararı verdiler.
Görece az sayıdaki
vakaya karşılık tedbiri üst düzeyde tutan bu ülkelerdeki gelişmenin, Batılı ülkelerde
eğitim-öğretim süreciyle ilgili tartışmalara nasıl yansıyacağı merak konusu.
Bu noktada,
kovid-19 virüsünün çocuklar ve gençler üzerindeki etkisi ve yayılımı konusunda
yapılan çeşitli bilimler araştırmalar ortaya birbirinden farklılaşan veriler
koyması, kafaların bir kez daha karışmasına yol açtığına şüphe yok.
Bu ülkeler, gerek
salgının ilk evresindeki yaklaşımları gerekse Avrupa ve Kuzey Amerika’daki
kayıtsızlıktan ders almış olmalılar ki, görece az sayıdaki vakanın görülmesine
karşın güvenlik güçlerini de harekete geçirerek sınırlı bölgelerdeki uygulanan
karantilarla yeni dalga ile mücadele ediyorlar.
Salgında, Kuzey ve
Latin Amerika’da günlük vaka sayıları on binlerle ifade edilirken, yukarıda
zikredilen ülkelerde ikinci dalganın sadece birkaç kişiden oluşan veya onlarla
ifade edilen vakalara karşılık gelmesine karşılık alınan tedbirler noktasında
önemli bir farklılaşmayı da ortaya koyuyor.
ABD’de örneğinde
siyasal ve toplumsal kayıtsızlık had safhaya çıkarken, ortada bir kendine
yabancılaşma durumundan söz etmek gerekiyor.
Siyasi yönetimin
sağlık alanında liberal uygulamasının sonucu olarak da değerlendirilebilecek bu
kayıtsızlık, bireyselleşmenin derin bir toplumsal yapı özelliği sergilediği
toplumda, atomize olmuş bireyleri kendi başlarının çaresine bakmalarını
öngörüyor.
Ancak özellikle
Batı ülkelerinde yaşanan karmaşanın etkisinin, salt kendi coğrafyalarında değil,
küresel toplumu da etkilediği düşünüldüğünde bu ülkelerin ve toplumların
sorumluluklarını yerine getirmelerini uluslararası kurumlar vasıtasıyla
hatırlatmak gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder