Mehmet
Özay 4.12.2019
NATO’nun 70. yılında
Avrupa’daki rolü tartışılırken, gelişmekte olan jeo-politik değişimlere bağlı
olarak yeni roller üstlenmesi ve farklı coğrafyalarda yeni ülkelerle/birliklerle
yoluna devam etmesi söylemi gündeme geliyor. Aslında bunun yeni bir şey
olmadığı da hem teorik hem pratik olarak bugüne kadarki örnekleriyle ortada.
Bu noktada, Güneydoğu
Asya Ülkeleri İşbirliği (ASEAN) ile Avrupa Birliği arasındaki “Asya-Avrupa Buluşması”
(Asia-Europe Meeting-ASEM) adı
verilen yapı; tek tek ülkeler bazında Avustralya, Yeni Zelanda ve Singapur’un
Afganistan’daki Uluslararası Güvenlik Gücüne destek veren ülkeler arasında
bulunması ile Japonya ve Güney Kore’nin NATO ile dirsek teması dikkat çekicidir.
Eğitimden ekonomiye kadar
farklı alanlarda karşılıklı işbirliğini öngören bu yapının faaliyetlerinin
güvenlik boyutu çerçevesinde gizli/açık NATO’ya eklemlendiği ve ASEAN-NATO
arasında bir tür yeni yapılaşmaya kapı aralayacak zemini içinde barındırdığı ileri
sürülebilir. Bununla birlikte, ASEAN’ın dış güçlerin müdahalesine kolay kolay
izin vermeyen bir yapısı olduğunu da unutmamak gerekir.
Bugün NATO içerisinde aralarında
Asya-Pasifik bölgesinin de olduğu farklı coğrafyalarla askeri işbirliklerinin
gündeme taşınması şaşırtıcı değil. Temelde bu tür söylemlerin giderek güçlü bir
şekilde ortaya çıkması, yeni stratejik konsept çerçevesinde siyasi diyalog,
eylem işbirliği gibi alanların geliştirilmesine olanak tanıyan 30. Maddesi’ne
dayanıyor.
Böylesi bir sürecin
ortaya çıkmasında ayrıca, gerek ABD’de Donald Trump yönetiminin gerekse yeni
bölgesel ve küresel tehdit unsurlarının varlıklarının belirleyici olduğuna
dikkat çekilmelidir.
Bu noktada, NATO’nun
Asya-Pasifik bölgesiyle olan ilişkilerinin hazırlık dönemlerinin yakın
geçmişteki temaslarla ortaya konulduğu görülmektedir. Burada bölgesel-küresel
tehditlere aynı ve/ya benzer şekilde muhatap olmanın getirdiği zorunluluktan
kaynaklanan işbirliği kadar, NATO’nun Batı Avrupa ülkelerinin kaldıramayacağı
denli bir ekonomik maliyetinin olmasının da payı olduğu ileri sürülebilir.
Öyle ki, 2016 yılındaki
seçimlerin ardından ABD’de Trump yönetiminin, Asya-Pasifik bölgesinde stratejik
ve askeri ortağı Japonya, Güney Kore’ye karşı ekonomik maliyetler nedeniyle
geliştirdiği askeri harcamaların daha eşitlikçi bir şekilde paylaşılması
konusunda geliştirdiği politika buna örnek teşkil etmektedir.
Burada ABD’yi örnek
gösterilmesinin nedeni NATO içerisinde bu devletin ağırlığı ve Asya-Pasifik
bölgesinde kurumsal olarak NATO’dan önce ABD’nin varlığıdır. Dolayısıyla, şayet
NATO kurumsal olarak bölge ile işbirliklerini geliştirmeyi hedefliyorsa -ki
bunun ipuçları olduğunu söyledik- kendine model olarak ABD politikalarını
alacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.
NATO
ve bölgesel meşruiyet
NATO’nun konvansiyonel
alanı kabul edilen Avrupa sınırları dışında daha önce Irak ve Afganistan
savaşları ile gündeme gelmiş ve NATO adı bu coğrafyalardaki askeri harekatlarda
meşruiyet kaynağı olarak hizmet etmişti.
NATO’nun benzer şekilde
Asya-Pasifik bölgesinde bir yapılanma içine girecekse bunun alt yapısı ne
olacaktır sorusu üzerinde durmakta fayda var.
Bu noktada, bölgenin
örneğin sınırlı bir bölgesinde varlık sürdüren terör yapılanmaları, deniz
ticaretini etkileyen kaçakçılık ve korsanlık faaliyetleri vb süreçler kadar,
bütün bir bölgeyi hatta küresel ölçekte ilişkileri etkileyebilecek güvenlik
tehdidi varlığına işaret eden gelişmeler söz konusudur. NATO, kurumsal bir yapı
olarak, işte bu gerçeklik karşısında yeni tavırlar geliştirme hedefiyle
Asya-Pasifik bölgesine ilgi göstermektedir.
Barack Obama döneminde
ABD dış politikası çerçevesinde Asya’daki varlığını güncelleme ihtiyacını
derinden hissederken bu yönde önemli adımlar atmıştı. Askeri varlığının
ötesinde, bölge halklarının ABD’ye yönelik algılarının yeniden yapılandırılması
gibi sosyo-kültürel boyutları da içeren bu politikanın, aslında o dönem bölgede
kabul gördüğünü söylemek mümkün.
Bunun temel nedeni, 20.
yüzyıl ikinci yarısı boyunca bölge ülkelerinin bazılarının ABD müttefiki
olması, ekonomik ve askeri yardımlar ve kültürel yapılaşmanın domine edici
etkisiyle açıklanabilir.
Bir diğer husus, ABD’de
akademik çevreler ve strateji uzmanlarının, daha 1990’lardan itibaren Asya
Yüzyılı söylemi ve bunun Hillary Clinton gibi siyasetçiler tarafından yüksek
sesle ortaya konulması, ABD’nin yeni yüzyılda Asya ilişkilerini ve özellikle de
Asya-Pasifik ilişkilerini nasıl şekillendirecekleri sorusunu gündeme
getiriyordu.
Ekonomik kalkınma
süreçlerine 1980’lerden itibaren adapte olmaya başlayan ve bu anlamda kapılarını
dış dünyaya açan Çin Halk Cumhuriyeti’nin, 21. yüzyılın başına gelindiğinde önce
ekonomik ardından askeri varlığındaki gelişme ve Şi Cinping yönetimi ile bu
yönde giderek daha agresif bir çaba içine girmesi, bugün Asya-Pasifik’te Çin’in
birincil güvenlik sorunu haline gelmesinde rol oynamaktadır.
Çin’in ekonomide liberal
yapılaşmayı benimsemesine karşılık, siyasette hâlâ komünist ideolojinin varlığı
ve hatta bunu giderek güçlendiren politikaları, ortada bir çelişkinin olduğuna
işaret etmektedir. Bu çelişkili durum, Çin’in başta bölge ülkeleri olmak üzere
Batılı ülkeler nezdinde bir tehdit unsuru olarak görülmesinde başat rol
oynamaktadır.
Yaklaşık son kırk yıl
boyunca Çin’in dışa açılma politikalarının liberal model üzerinden ekonomik
modernleşme çabalarının ülkeyi liberal demokratik bir rejime dönüştüreceği
konusundaki tahminler ve beklentiler bugüne kadar gerçekleşmiş değil. Bu
çerçevede, tehdit unsurunun yakın ve hatta orta vadede varlığını sürdürecek
olması yeni bir güvenlik anlayışını gündeme getiriyor ki, bu noktada NATO kayda
değer bir yapı olarak ortaya çıkıyor.
ASEAN
güvenlik işbirliği
Bölgedeki her ülkenin
aynı düzeyde hissetmemekle birlikte, örneğin Güney Çin Denizi’nde teritoryal
haklar meselesinde Çin ile beşi ASEAN üyesi olmak üzere toplam altı ülkenin Çin
ile karşı karşıya gelmeleri ABD için dikkatle izlenmeye değer bir güvenlik
sorununa işaret etmektedir.
ASEAN üyesi Filipinler,
Vietnam, Bruney, Malezya ve Endonezya ile Tayvan’ın Güney Çin Denizi’ne
sınırlarının olması, Çin’in tarihsel verilerden hareketle söz konusu denizin
yüzde doksanlık bölümünde hak iddisı karşısında potansiyel bir çatışmacı
ortamın doğmasına neden olmaktadır.
ABD için bu sorunun veya
bir başka deyişle bu sorun üzerinden bölgeye ilgisinin kaynağı, ilgili
ülkelerle ikili ekonomik ve askeri işbirliklerinin ötesinde bir anlam taşımaktadır.
Söz konusu bu bölgenin,
hammadde kaynakları, yatırım, üretim ve tüketim süreçlerinin neredeyse her
boyutunda küresel ekonomi için lokomotif işlevi görmesiyle bağlantılıdır.
Ayrıca, bölgenin ekonomik üretici gücünün devamlılığını sağlamaya yönelik
Ortadoğu petrollerinin sevkiyatı hayati bir değer taşımaktadır.
Bahsi geçen bu ekonomik süreçlerin
sürdürülebilirliği, Avrupa ve Kuzey Amerika ile olan bağının devamı gibi
konular, bölgeni çevreleyen irili ufaklı su yollarının güvenliği meselesiyle
kaçınılmaz bağı bulunmaktadır.
Ancak bu durum, ne ASEAN
içerisinde askeri güvenlik işbirliğini ne de ABD’yi tek başına mevcut tehdit
ve/ya potansiyel tehditler karşısında hareket kabiliyetine sevk etmektedir.
Yukarıda dikkat çekildiği üzere, Donald Trump’ın Japonya ve Güney Kore askeri
işbirliğinde harcamalar noktasında eşit paylaşım politikasının benzerini şu
veya bu şekilde bölgedeki diğer bölgeler üzerinde de tezahür edebileceğini
söylemek mümkün.
ASEAN’ın üye ülkelerin
birbirleriyle olan ikili ilişkilerinde çatışmacı önleyici, barışçıl ortamı
sürdürülebilir kılmaya yönelik temeller üzerine kurulmasına, 2015 yılında
alınan kararla ekonomik birlik sürecinin başlamasına karşılık, bölgesel ve
küresel tehdit unsurlarının varlığı birlik içerisinde askeri ve güvenlik
konularının gündeme gelmekte olduğuna işaret ediyor.
Bunun bazı örneklerine
geçen yıllar içerisinde tanık olundu. Örneğin, Borneo/Kalimantan Adası’nda Malezya’nın
Sabah Eyaleti ile kuzeyde Filipinler’e ait Sulu Adaları arasındaki deniz
sınırında terörle bağlantılı insan kaçakçılığı sorunu karşısısında Malezya,
Endonezya ve Filipinler deniz kuvvetlerinin işbirliği anlaşması bulunuyor.
Benzer bir süreç, dünya
deniz ticaretinin neredeyse üçte ikilik bölümünün akışının gerçekleştiği Malaka
Boğazı’nda Singapur-Malezya-Endonezya arasında -şu veya bu şekildeki- bir
yapının varlığında ortaya çıkıyor.
NATO’nun günün getirdiği
küresel şartlar çerçevesinde yeniden yapılanmasında Asya-Pasifik bölgesi öne
çıkması şaşırtıcı değildir. Aksine, bölgenin alt yapı varlıkları, üretim gücü,
dünya ticaret hacmindeki varlığı, genç ve tüketimci eğilimleri güçlü toplumları
ile sadece bir ekonomik değere değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güvenlik
sorunlarıyla karşı karşıya gelme potansiyeli nedeniyle güvenlik olgusuyla
birlikte ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
NATO bölgesel ve küresel tehditler karşısında genişleme
stratejisi güderken, bir yandan da kendi kaynak sorununa çözüm bulma
arayışlarında yeni işbirlikleri ile
ortaklıklar arayışında ASEAN’ın öne çıkması bir sürpriz değildir. Bununla
birlikte, ASEAN’ın küresel güçler karşısında bağımsızlığını korumaya yönelik
temel politikaları dikkate alındığında NATO böylesi bir birlikteliği hayata
geçirebilmek için farklı stratejilere ihtiyaç duyacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder