Mehmet Özay 30.11.2019
ABD senatosunca
hazırlanan, “Hong Kong İnsan Hakları ve Demokrasi Yasası” Başkan Donald Trump
tarafından geçen Perşembe günü imzalandı.
Geçen Haziran
ayında Cumhuriyetçi bazı senatörlerin girişimiyle gündeme gelen ve
Demokratların da desteğiyle sanot ve temsilciler meclisi’den geçen yasanın
başkan tarafından imzalanması Hong Kong için önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
ABD Başkanı Donald
Trump ve Demokratlar arasında yaşanan çatışma nedeniyle imzalanıp
imzalanmayacağı kuşkulu olan Hong Kong yasası nihayetinde senatoda kabul
edilerek başkan tarafından imzalandı. Bu durum, Demokratlarla Cumhuriyetçiler
arasında bu konuda benzer bir siyasi tutum olduğuna işaret ediyor.
Trump daha önce
yaptığı bazı açıklamalarda Hong Kong’daki gelişmeleri ayaklanma olarak
adlandırmış ve Çin’in iç işi olduğuna vurgu yapmıştı. Ancak Trump’un söz konusu
yasayı imzalamış olması, bugüne kadar sergilediği çelişkilerle dolu yönetiminin
bir parçası olarak da anlaşılmaya elveriyor.
Washington’da
kabul edilen Hong Kong Yasası, ABD yönetiminin Ada’daki gösterileri ve
göstericilerin siyasi taleplerine desteği anlamına geliyor.
Bu kararın çıkmasında
Hong Kong gösterilerini yönlendiren demokrasi yanlısı gruplar özellikle de Demosisto
Partisi’nin başkanlığını yürüten
Joshua Wong ve arkadaşlarının lobi faaliyetlerinin de yadsınamaz bir rolü
bulunuyor.
Bu yasa, özellikle
geçen Ağustos ayından bu yana özellikle Almanya, Fransa, ABD’den gelen
tepkilerin bir anlamda resmiyet kazanması olarak değerlendirilebilir. Öyle ki,
Hong Kong’da demokrasi yanlıları, diğer bazı Batılı ülkelerden de ABD gibi
benzer yasalar çıkartmalarını talep etmeleri sürecin bununla sona ermeyeceğine
işaret ediyor.
Pekin tepkili
Son altı aydır
meydanları dolduran ve zaman zaman şiddet eğilimlerinin arttığı Hong Kong’da bu
yasaya göstericilerin tepkisi olumlu olurken, Pekin yönetimi ABD’yi iç işlerine
karışmakla suçluyor.
Washington’dan
gelen bu karar hiç kuşku yok ki, Hong Kong’da geniş kitlelerin siyasal talepleriyle
ortaya çıkan gösterilerin başlamasından bu yana uluslararası çevrelerden gelen
tepkilerin en önemlisi olarak kabul etmeye değer yönler içeriyor.
Hong Kong’u son
dönemde uluslararası siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşıyan husus, Pekin’in
tek parti rejimi ile Hong Kong’a verilen özerk yönetim yapısının işleyişi ve
Ada halkının talepleri arasındaki uyuşmazlıklar oluşturuyor.
Pekin yönetimi bu
gelişmeyi iç işlerine müdahale olarak değerlendirirken, bunun tepkisiz
kalmayacağı ve karşılık verecekleri açıklaması yaptı. ABD-Çin ilişkilerinde son
birkaç yıldır belirleyici olarak öne çıkan ‘ticaret savaşları’ olarak
adlandırılan sürecin bu gelişmeden etkilenebileceğine dair ifadeler gündeme
geliyor.
Çin, her ne kadar,
ABD’den gelen söz konusu bu kararı, ticaret görüşmelerinde bir baskı aracı
olarak kullanacağını ifade etse de, bunu nasıl yapabileceği konusunda
belirsizlik olduğunu da söylemek gerekiyor.
1997 Kararı
Hong Kong, 1997
yılından bu yana Çin’e bağlı özerk bir yönetim bölgesi. Bununla birlikte,
İngiltere ve Çin arasında 1984 yılında imzalanan ‘Çin-İngiltere Ortak
Deklarasyonu’yla ilân edildiği üzere Çin’de hakim tek parti rejimine karşılık,
Hong Kong’da liberal yasaların hakim olduğu bir yapı elli yıl boyunca
uygulanması öngörülüyor.
Dünyada bir başka
örneği olmayan ve “tek devlet, iki sistem” adıyla anılan bu yönetim biçimi, bir
başka anlamda Ada’nın 1997-1947 yılları arasında, yani elli yıllık süre
zarfında Çin’e tedrici olarak bağlanması anlamı taşıdığını söyleyebiliriz.
ABD’nin bu süreçte
Hong Kong’la ne gibi bir ilişkisi olduğu sorusu aslında yukarıda değinilen
‘Yasa’ ile yakından bağlantılı. Öyle ki, ABD ‘tek devlet, iki sistem’den
hareketle Pekin yönetiminden bağımsız olarak Hong Kong ile özel ticari statüde
karşılıklı ticari faaliyetlerini yürütüyor.
Ticaret ve demokratik haklar
ABD yönetimi Hong
Kong’la özel ticari anlaşmasını Ada’da var olan demokratik hakların
uygulanmasına bağlı kabul ediyor. Bu nedenle başkan Trump’ın imzaladığı Hong
Kong Yasası Ada’da bu demokratik hakların ihlal edilip edilmemesini
araştırılmasını öngörüyor. Herhangi bir ihlal durumunda ise ABD-Hong Kong
arasında ticari ilişkileri etkileyebilecek gelişmeler yaşanabilir.
Yasanın giriş
cümlesi, “Bu yasa tasarısı Hong Kong’un ABD yasalarına göre statüsünü
belirlemekte ve Hong Kong’da insan hakları ihlallerinden sorumlu olanlara
yönelik yaptırımları ele almaktadır” denmektedir.
Böyle bir ihlâlin
olması halinde ticari yaptırımların yanı sıra, Çin ve Hong Kong’lu bazı
yöneticilere yönelik seyahat engeli söz konusu olabilecek.
İhlal durumunda
uygulanması beklenen yaptırımlar, ABD ve Çin arasında ticaret alanında zaten
var olan sorunun daha da karmaşık bir hâl almasına neden olabilir.
Tek devlet iki sistem ve eleştiriler
‘Tek devlet, iki
sistem’ uygulamasının öyle anlaşılıyor ki, Hong Konglular, Çin ve Batılı
ülkeler nezdinde farklı şekillerde anlaşılmakta ve uygulanmakta.
Temelde İngiliz
sömürgeciliği döneminde var olduğu söylenen özgürlüklerin korunmasının
anlaşılması gereken bu siyasi yönetim biçiminde Çin tek parti yönetimi, Hong
Kong idaresi üzerinde gücünü kullanarak tedrici olarak siyasi ve toplumsal
değişimlerin önünü açma yolunda adımlar atıyor.
Bugün gelinen
noktada da, aslında böylesi bir durum söz konusu. Geçen altı boyunca, zaman
zaman milyonlarca kişinin katıldığı gösteriler Ada’da çeşitli suçlardan
yargılananların Çin yönetimine iadesini öngören bir yasa tasarısı sürecinin
ardından gelişti.
Ada özel
idaresinin baş yöneticisi Carrie Lam bu yasayı 23 Ekim’de resmi olarak yasayı
geri çektiğini açıklasa da, gösterilerin devam etmesi aslında Hong Konglular
nezdinde tepkinin bir tek yasama süreci ile ilgili olmadığını ortaya koyuyor.
Çin yönetiminin
ABD’den gelen bu karara tepkisinin ardında sadece Hong Kong meselesinin
olduğunu düşünmek yanlış olur. Çünkü Çin yönetimi, söz konusu bu sisteminin
‘başarılı’ olarak uygulanmakta olduğunu tüm dünyaya kanıtlama uğraşı veriyor.
Bununla aynı
zamanda, Tayvan’a da benzer bir yönetim modeli sunmak suretiyle, kendini de facto bir devlet olarak gören
Tayvan’ı da, zaman içerisinde bir anlamda eyalet düzeyinde kendisine bağlı bir
siyasi yapı olarak görmek istiyor.
Son altı aydır
süren gösterilerin ardından ABD senatosunun aldığı karar, söz konusu bu yönetim
biçiminin sorgulanabilirliği anlamı taşıyor. Ve Çin yönetimi ABD’de alınan bu
karara verdiği ilk tepkilerde tehditkâr bir uslüp kullansa da, pratikte nasıl
bir yöntem izleyerek ABD’ye karşılık vereceğini zaman gösterecek.
Aslında ABD’de
alınan bu karar sürpriz değil. Zaten bir süredir konuşulan ve Hong Kong’taki
gösterilerin genç liderlerinin ABD makamları nezdinde gerçekleştirdikleri lobi
faaliyetleri ile gündeme gelmişti.
Eylül ayından
itibaren Avrupa ve ABD’den çeşitli düzeylerde ziyaretlerle Hong Kong’daki
sorunu yakından takip eden Batılı çevreler, ABD Senatosu’nun kararıyla Çin Halk
Cumhuriyeti’yle farklı bir düzeyde karşı karşıya gelmeleri anlamı taşıyor.
Ancak yukarıda da
değinildiği üzere ABD’li bazı senatörlerin Haziran ayından itibaren Hong Kong
yasası üzerinde çalışmaları bu konunun ABD senatosunun gündemine daha öncesinde
girdiğini kanıtlıyor.
Alman şansölyesi
Angela Merkel, ABD senatosundan Cumhuriyetçi senatör Marco Rubio’nun
ziyaretleri, Paris’teki G-7 zirvesi’nde Çin yönetiminin Hong Kong’da
özgürlükleri kısıtlamasına karşı verilen mesajlar hiç kuşku yok ki bu sürecin
önemli adımlarıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder