Mehmet Özay 18.12.2019
Malezya’nın
başkenti Kuala Lumpur 18-21 Aralık günlerinde önemli bir zirveye ev sahipliği
yapacak. ‘KL Zirvesi’ olarak adlandırılan bu etkinlik, farklı coğrafyalardan ve
ülkelerden siyasetçi, akademisyen, araştırmacı, iş adamı gibi farklı alanlardan
katılımcılarıyla İslam dünyasını etkileyen sorunları masaya yatıracak.
Özellikle,
son birkaç on yılda dikkat çekici bir artışa konu olan İslam karşıtlığı,
Myanmar ve Çin’de Müslüman azınlıklara yönelik baskı, şiddet ve etnik temizlik
olarak adlandırılan politikalar ile İslam coğrafyasını temsil ettiği
iddiasındaki ülkeler ve toplumların bölünmüşlük hali ile ortaya çıkmaları, bir liderlik
sorunu olarak nüksetmesi bu zirvenin ana gündem maddelerinden birkaçını oluşturuyor.
Küresel perspektif
çabası ve engeller
Bununlu
doğrudan ilintili olarak, zirvenin bir diğer kapsamı ise görüşmelerde küresel
sorunların da ele alınacak olması. Bu noktada KL Zirvesi’nin birkaç ülke ve/ya
konuyla sınırlı değil, oldukça kapsamlı bir içeriğe sahip olduğu söylenebilir.
Bu
çerçevede, daha önce bazı vesilerle Türkiye-Malezya-Pakistan üçlü oluşumunun
ötesinde bir yapının en azından teorik olarak ortada gözüküyor. Bu ülkelere Endonezya,
İran ve Katar’ın da iştirak edeceğinin açıklanmış olması, coğrafi ve demografik
temsiliyet noktasında kayda değer bir duruma işaret ediyor.
Bununla
birlikte, gerek İslam dünyasının gerekse küresel anlamda dünyanın farklı
toplumlarının karşı karşıya kaldıkları olumsuzlukların birkaç günlük
oturumlarda çözüme kavuşturulması gibi bir yaklaşım sergilemekte mümkün
gözükmüyor.
Zirve
önemli gündem maddeleri ile başlamaya hazırlandığı son birkaç gün içerisinde
belki de, bu önemini dolaylı olarak ortaya koyan birkaç gelişmeye konu oldu.
Önce, yukarıda zikredilen üçlü oluşumun üyesi Pakistan’ın başbakanı İmran Khan,
Kuala Lumpur’a gel/e/meyeceğini açıkladı.
Bunda
bazı çevreler Suudi Arabistan yönetiminin İmran Khan üzerinde siyasi baskı
kurduğu yönündeki söylem, İmran Khan’ın hafta sonu Suudi Arabistan’a yaptığı
kısa ziyaret dikkate alındığında bir tür gerçeklik payı taşımıyor değil. Bir
süredir Pakistan’ın ekonomik buhranlarla boğuşması ve İmran Khan’ın başbakanlık
koltuğuna oturmasının ardından Suudi Arabistan ile ekonomik işbirliği anlaşması
yapması, bu ülkenin Suud yönetiminin gölgesinde kalabileceği anlamına
gelebilir.
Bir
diğer gelişme, zirvenin ev sahibi konumundaki Dr. Mahathir Muhammed’in davetine
rağmen, Suudi Arabistan Kralı Salman’ın zirveye katılmayacağını Salı akşamı
netleşmiş olması. Dr. Mahathir konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Salı akşamı
Kral Selman’la yaptığı görüşmenin içeriği açıkçası ortada ciddi bir
anlaşmazlığın olduğunu ortaya koyuyor.
Suud
yönetimi KL Zirvesi’ni İslam İşbirliği Teşkilatı’na (İİT) alternatif bir oluşum
olarak kabul ederken, Dr. Mahathir böyle bir iddiaya prim vermediğini açıkça
ifade ediyor. Bu tek diyalog bile, İslam dünyası içerisinde anlaşmazlık
unsurunun ne denli derin olduğunu bir şekilde ortaya koyuyor.
Tabii
bu yazının çerçevesi, bundan en azından bir yüzyıl önceki gelişmeleri, dönemin
aktörlerini ve sürecin nasıl işlediği vb. konuları tartışmaya el vermiyor.
Ancak bugün, İslam toplumlarının sorunlarının ele alınmasını hedefleyen bir
çalışmanın dolaylı olarak engellenme çabalarında liderlerin durdukları yeri
göstermesi açısından oldukça manidar.
1980’li yıllar, ekonomik
modernleşme ve İslamlaşma
Zirve’nin
Malezya’da gerçekleştiriliyor olması, akıllara hiç kuşku yok ki, Dr. Mahathir
Muhammed’in 1981-2003 yılları arasında birinci başbakanlık sürecinde Malezya’nın
ve bu ülkenin içinde yer aldığı İslam coğrafyasına öncülük eden politika ve
icraatları akıllara getiriyor.
Malezya’nın
ekonomik modernleşme sürecinde ülkenin tarihsel kökleri, dönemin getirdiği
özellikler dolayısıyla İslami referanslarla yüklü kurumsal yapılar birbiri ardı
sıra gündeme gelmişti. Bu anlamda bugünden yakın geçmişe bakıldığında, kayda değer
başarıların ortaya konduğu görülmektedir.
Öyle
ki, bugün adına İslami Finans, Hac Organizasyonu, Helal Gıda veya bugünkü
adıyla Helal Endüstri gibi sadece kendilerini Müslüman addeden çevrelerin işgal
ettiği faaliyetler değil, Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri arasında gelişmişlik
düzeyleri ile dikkat çeken ülkelerin de bir ekonomik değer ve kazanım olarak
görmek suretiyle içinde yer aldıkları küresel etkinliklere konu olan kurumsal
gelişmeler ortaya çıkmıştır.
Bugün
yine Dr. Mahathir’i karşımızda benzer bir küresel etkinlik için ev sahibi
olarak görmek açıkçası bizi şaşırtmıyor. Ulusal politikada yaşanan kaosa
rağmen, Dr. Mahathir hükümeti bu küresel bağlamda ses getiren etkinliğe
hazırlanırken, muhalefetin desteğini almış olması açıkçası kayda değer bir
durum.
Muhalefetteki Birleşik Malay Ulusal
Organizasyonu (UMNO) genel başkan yardımcılarından ve Negeri Sembilan eski
başbakanlarından Muhammed Hasan yaptığı açıklamada, zirvenin pek çok sorunla
karşı karşıya olan İslam ümmeti için yeni bir umut olduğuna dikkat çekmesi
örnek ve sorumlu bir siyasal duruşa işaret ediyor.
OIC’nin kuruluşu
Zirve
çerçevesinde çeşitli yaklaşımları dikkate alacak olursak, Malezya’nın kurucu
başbakanı Tunku Abdul Rahman’ın öncülüğü ve/ya önemli katkısıyla 1969 yılında,
o dönemki adıyla İslam Konferansı Teşkilatı’nın (Organization of Islamic Conference-OIC) kuruluşunu hatırlamakta
fayda var.
Anılarında
bu konuya değinen Tunku Abdul Rahman, OIC’nin kuruluş sürecinde ilk genel
sekreterlik görevinin dönemin Suud kralı Faysal tarafından kendisine
önerildiğinde, seküler kişiliğine atıfta bulunarak göreve layık olmadığını
söyleyince, Kral Faysal “Ben imam aramıyorum. İş yapacak adam arıyorum”
bağlamında bir karşılık verdiğini aktarır.
Bu
noktada, İİT’nin kuruluş nedeni olan Filistin meselesinde gelinen nokta, söz
konusu bu uluslararası yapının ana işlevinin ne denli yerine getirilip
getirilmediğini ortaya koymaktadır. İİT’nin kendine has bir şekilde bilimsel
faaliyetleri desteklemekten İslam sanatlarına ve azınlık Müslümanların
sorunlarına kadar bir dizi görev
üstlendiğine kuşku yok.
Ancak
aradan geçen yarım yüzyıl bulan süre zarfında temel hedefini gerçekleştirmek
yerine bu hedefe konu olan Filistin’in giderek daha çok kan kaybeder bir duruma
gelmesi hiç kuşku yok ki diğer alanlardaki teorik ve pratik yaklaşımların da ne
denli etkin ve yapıcı bir niteliğe sahip olup olmadığı sorgulanmaya değerdir.
Buna
ilâve olarak, yukarıda dikkat çekildiği üzere, küresel bağlamda var olan
sorunların çözümünün birkaç ülkenin kararları ile şekillendirilmesi gerçeği ve
bunun Birleşmiş Milletler (BM) vasıtasıyla yapılıyor oluşunun doğurduğu
kaygılar, sadece bugüne veya yakın geçmişe özgü değil.
Örneğin
1990’ların ortalarında Balkanlar’da yaşananlar, Afrika’da on yıllarca bitmek
bilmeyen savaş ve çatışmalar, nükleer silahlardan arındırma ve küresel iklim
değişikliği vb. tüm dünya toplumlarını etkileyen hususlarda BM gibi küresel bir
organizasyonun mevcudiyetini sorgulatan acı gelişmeler olarak akıllarda yer
etmiş durumda.
Ümitvar olmak
Konuyla
ilgili bazı çevrelerin yaptığı açıklamalardan zirvenin, sadece Müslüman
kitleleri ilgilendirmediği, dünyanın farklı köşelerinde Müslüman olmayan
toplumların karşı karşıya kaldıkları sorunların da gündemde olduğu anlaşılıyor.
Böylesi
bir perspektifin olması hem zirveye taraf olan çevreler hem de bu yaklaşımı
takip eden çevreler açısından önem taşıdığına kuşku yok.
Bu
zirvenin içeriğinden hareketle bazı evhama kapılmaya gerek yok. Sadece çeşitli
ülkelerde azınlık konumunda yaşayan İslam toplumlarının değil, bizatihi
çoğunluğu teşkil ettikleri ülkelerde de Müslüman kitlelerin karşı karşıya
kaldıkları sorunlar için çeşitli platformların oluşturulmasının önemine zaten
uzunca bir süredir dikkat çekiliyor.
KL
Zirvesi, bu anlamda sorunların ele alınmasında diplomatik söylemlerle kalmayıp,
söz konusu bu sorunların uzmanlar tarafından kapsamlı bir şekilde ele alınıp, çözüm
yollarının araştırılması ve pratiğe geçirilmesinin yollarının ortaya konulması
ile gelecekteki çalışmalar için öncülük yapması beklentisine cevap vermelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder