Mehmet
Özay 20.12.2019
Malezya’da
gerçekleştirilmekte olan KL Zirvesi yeni bir yapılanmanın başlangıcı kabul
edildiği gibi, kimi çevreler tarafından da bir tür engellemelere konu olmasıyla
da dikkat çekiyor. Bu noktada, Suud yönetiminin katılmaması ve bazı ülkelerin de
katılımının bir tür engellemelere konu olduğu yönündeki haberler gündemde yer
işgal ediyor. Engelleme çabalarının, temelde bu tip büyük çaplı oluşumlarda
rastlanabilecek bir gelişme olduğu dikkate alınarak göz ardı edilebilir. Bununla
birlikte, özellikle Suud yönetiminin bu yöndeki icraatının bir sürpriz
olmadığını da ifade etmek gerekir. Buna aşağıda değineceğim...
Öncelikle bu zirvenin
niçin Malezya’da yapıldığına dair bazı görüşleri paylaşmakta fayda var. Müslüman
toplumların sorunlarının ele alınması amacıyla gündeme gelen bu zirvenin,
yerinde ve zamanında olduğuna kuşku yok. Ayrıca, bu zirvenin Malezya’da
yapılmasının da oldukça isabetli olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Önceki yazımızda
hatırlattığımız üzere, 1969 yılında OIC kuruluşuna giden süreçte dönemin
Malezya başbakanı Tunku Abdul Rahman’ın oynadığı rol unutulmamalı. Ayrıca, ulusal
siyasetten emekli olduktan sonra da, 1971 yılında ilk Genel Sekreter sıfatıyla
OIC’nin başına geçtiğini görüyoruz. Kaldı ki, o dönem Malezya bırakın küresel
bölgesel olarak bile siyasi ve ekonomik güce sahip olmayan bir ülke
görümündeyken, küresel bir oluşuma zemin hazırlayacak yaklaşım sergileme
iradesini ortaya koymuştu.
Bugün yaşadığı iç politik
sorunlara karşın, yerleşik siyasi kurumları, bölgesel ve küresel ekonomik bağlamlarla
bağdaşık iş dünyası; 1980’lerden itibaren ekonomik modernleşme sürecinde adına ‘İslami’
denilen kurumları hayata geçirip küresel boyutta gelişmesine katkı sağlaması; sürekli
gelişme gösteren bir bölgenin yani ASEAN’ın bir üyesi olması ve çok etnikli ve
çok dinli yapısı gibi kendine has özellikleriyle bir Malezya var karşımızda.
Ve Malezya
Müslümanlarının, diğer Müslüman toplumlara karşı beslediği hissiyatın, bir
anlamda bu zirve ile ortaya konmuş olduğunu söyleyebiliriz. Başbakan Dr. Mahathir
Muhammed’in ev sahibi ve öncülüğünde Malezya Federal Sultanı, ulusal siyasette
ciddi görüş ayrılıklarına konu olan Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu (UMNO)
ve Malezya İslam Partisi (PAS) gibi muhalefet partilerden gelen olumlu
açıklamalar ve parti liderlerinin zirvenin ilgili bölümlerine iştirak etmesi
Malezya’nın bu zirveye iyi hazırlandığını ortaya koyuyor.
İslam dünyasının
sorunlarının sürekli odağı olarak gösterilen Ortadoğu’daki gelişmelerin
kendince ağırlığına rağmen, Doğu ve Güneydoğu Asya coğrafyasında örneğin
Myanmar’da Arakanlıların, Tayland’da Patanili Malayların, Çin’de Uygurların
azınlık konumundaki Müslümanlar olarak, karşı karşıya kaldıkları ayrımcılık, şiddet
ve etnik temizlik Malezya’yı yakından ilgilendiren konuların başında geliyor.
Kimilerine göre dünya
gündeminde esamesi okunmayacak bir ülke olarak addedilen Malezya’da 1960’lı yıllarda
hem Güneydoğu Asya güvenliği hem Ortadoğu eksenli olmak üzere genelde İslam
birliği konusunu gündeme getiren bir siyasi akıl vardı. Bugün KL Zirvesi’nde bu
aklın yeniden tezahür ettiğini söylemek abartı olmayacaktır.
Bu bağlamda, meseleleri
dar bir perspektiften okumaktan kurtulamayan bazı çevrelerin anlamakta
zorlandıkları husus şu. Sömürge dönemi yapılaşmalarının anlaşılamadığı bir
ortamda, 20. yüzyılın ikinci yarısından bugüne değin gelişen hadiseleri
okuyabilmek mümkün değildir. Malezya’nın duruşunu biraz da bu çerçevede ele
almak gerekir.
Diğer ülkelerle
ilişkilerinde yapıcı bir özellik sergilemesiyle de İslam coğrafyasında kabul
görmesi zirvenin gerçekleştirilebilmesinin nedenlerinden biri. Bununla
birlikte, girişte dile getirdiğim şekilde Suud yönetiminin zirveye katılmaması
kadar, sergilediği yaklaşımla da ortada ilginç bir durumdan söz edilebilir.
Suud
yönetimi ne yapmak istiyor?
Öyle ki, Suud yönetiminin
KL Zirvesine katılmama kararı alması kadar, ortaya koyduğu gerekçeler üzerinde
düşünülmeyi gerektirmektedir. Zirve’den bir gün önce bu etkinliğin ev
sahipliğini yapan Malezya başbakanı Dr. Mahathir Muhammed’le görüşen Kral
Selman, bir zirve girişiminin İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC) dışında
gerçekleştirilmesinin İslam’a zarar vereceği argümanını ileri sürüyordu. Bu argümanın
enine boyuna epeyce kapsamlı bir tartışmaya konu olacak hususiyetleri olduğu
malum. Bu uzun boylu meseleyi şimdilik bir kenara bırakıp, sadece birkaç hususa
değinelim.
Kral Selman’ın bu açıklamasının
ardında, KL Zirvesi’nin OIC yerine ikame edilecek yeni bir oluşum olacağı
ihtimali olduğu anlaşılıyor. Bu düşünceyle olsa gerek, bazı ülke liderlerinin
zirveye katılmamış olmasının da Suud yönetiminin bir tür baskısı ile
açıklanıyor.
Suud Kralı’nın Malezya’da
gerçekleştirilen zirveye katılmaması oldukça anlamlıdır. Bu durum, ortada ne
tür bir sorunun olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koyması bakımından dikkat
çekicidir. Öyle ki, Suud yönetiminin ortaya çıkışı, gelişimi ve bugün küresel
siyaset dünyasında durduğu yer temelde pek de farklılık arz etmemektedir.
Endonezya’nın önemli
yayın organlarından The Jakarta Post’da
zirve dolayısıyla çıkan bir haberde iddia edildiği üzere, bugün “Suud yönetiminin OIC üzerinde etkin bir güç
yürütmesi ve bu yöndeki politikalarının ‘kısmen’ ABD ile olan sıkı ilişkilerle
açıklanması nedeniyle OIC’ye yönelik eleştirilerin...” diye devam eden
görüşte bir haklılık payı olsa gerek.
ABD’yi de Ortadoğu
merkezli hangi gücün yönlendirdiği hatırlanacak olursa, ortada bir tür
akrabalık ilişkisinden neşet eden koruma ve kollama sürecinin uygulanmakta
olduğu görüşü ortaya atılabilir.
Suud Kralı’nın zirveye katılmadığı
gibi Pakistan devlet başkanı İmran Khan’ın katılmasına da mani olduğu konusu
Kuala Lumpur’da konuşulsa da, Endonezya devlet başkanı ve/ya yardımcısı Amin
Ma’ruf Hoca’nın niçin katılmadığı hususu da bundan daha az önemli değil.
Jokowi
zirvede olmalıydı
Endonezya devlet başkanı
Joko Widodo’nun zirveye katılması yönünde birbeklenti vardı. ancak bu
gerçekleşmediği gibi, yardımcısı da KL’e gitmedi.
Oysa, sadece birkaç yıl
önce, 6-7 Mart 2016 tarihlerinde Cakarta’da ağırlıklı olarak Filistin konulu
beşinci olağandışı OIC zirvesine ev sahipliği yapan bir ülkeden bahsediyoruz. Fas’ta
yapılması planlanan ancak, bazı sorunlar ortaya çıkınca devlet başkanı
Jokowi’nin isteğiyle zirve Cakarta’da Filistin özel gündemiyle yapılmıştı.
Jokowi’nin Cakarta
zirvesi bağlamında o dönem yaptığı açıklamalar yakından incelendiğinde
kendisinden hiç de beklenmeyecek, bu liderin söylemiyle ilk defa karşı karşıya
gelen bir kişi için siyasal İslamcı denebilecek boyutlar taşıyan bir yaklaşım
sergilemişti. Hatta öyle ki, tüm Endonezya halkının mobilize edici şekilde
siyaseti toplumsal katmanlara taşıma gibi bir şilev bile üstlenmişti.
Aradan iki buçuk yıl gibi
bir süre geçmesine rağmen ve Endonezya’da aynı devlet başkanı ikinci görev
süresini sürdürdüğü sırada, komşu ülke Malezya’daki zirveye katılmamasının
ciddi nedenleri olmalı.
Kaldı ki, bugün Kuala
Lumpur’daki zirve sadece Ortadoğu’daki gelişmeleri değil, Doğu Asya’da yani
Çin’deki Uygur, Güneydoğu Asya’da Myanmar’da Arakan (Rohingya) Müslümanları sorunları gibi Endonezya’yı yakından
ilgilendiren konuların ele alınacağı oldukça kapsamlı bir içeriğe sahip.
2008’den bu yana maruz
kaldıkları ve etnik temizlik boyutuna ulaşan her saldırı sonrasında soluğu
takalarıyla okyanusa açılmakta bulan Arakanlıların “doğal nedenlerle” genelde
ulaştıkları Endonezya’nın batısındaki Sumatra Adası’nın kuzeyi oluyor.
Bu çerçevede Endonezya,
Arakan sorununa bizatihi dahil olan bir ülke olmasına rağmen, Cakarta yönetimi,
bölgesel sorunlarda söyleyebilecek sözü olması ve güçlü bir siyaset takip
etmesi beklenirken, kendini geriye çekerek dolaylı olarak “sorun yokmuş”
tarzında bir atmosferin oluşmasına neden oluyor.
İşte bu noktada KL
Zirvesi’nde Endonezya’nın devlet başkanı ile temsil edilmemesi oldukça garip
bir duruma işaret ediyor. Endonezya’nın üst düzeyde zirveye katılmaması
karşısında sosyal medyada bazı kesimler tepki gösterirken, siyasi partilerden en
azından şimdilik bir tepki içerikli açıklama sadır olmuş değil.
Ma’ruf
Hoca’nın mazereti
Zirveden kısa süre önce devlet
başkan yardımcısı Amin Ma’ruf Hoca’nın katılamayacağının açıklanması, sanki çok
önceden verilmiş bir kararın olduğu intibaı veriyor.
Başkan Jokowi’nin, Eylül
ayında BM genel kurul toplantısına da katılmadığı hatırlandığında, başkanın
ulusalarası görünürlük peşinde olmadığı gibi bir yaklaşımla cevaplanabilir. Bu
nedenle yerine alim vasfına sahip yardımcısı Amin Ma’ruf Hocayı göndermeyi
yeğlediği gibi naif bir düşünce de akla gelebilir.
Ancak, son anda
‘doktorlarının yorgunluk sebebiyle seyahate çıkamayacağı yönünde verdiği
rapora’ binaen Amin Hoca Kuala Lumpur’daki önemli buluşmaya katıl/a/madı. Herhalde
Amin Hoca’nın yorgun olduğunun kanıtlanabilmesi için bu açıklama, kendisinden
de gelmedi. Başkanlık sözcüsü tarafından kamuoyuyla paylaşıldı...
77 yaşındaki Amin
Hoca’nın sağlık durumu, iki saat mesafedeki Kuala Lumpur’a gitmesine mani olduğu
anlaşılıyor. The Jakarta Post’un
“Ailing Ma’ruf” başlığını atması da bir tür kinaye olsa gerek.
Amin Hoca, seküler
Endonezya’da sıradan bir devlet başkan yardımcısı değil. Geçen yıl Ağustos
ayına kadar, yani adı devlet başkan yardımcısı adayı olarak belirlenene kadar
en önemli dini-sosyal hareketi olan Alimler Hareketi’nin (Nahdlat’ul Ulama-NU) lideri ve yarı resmi bir kurum olan Endonezya
Alimler Konseyi’nin (Majelis Ulama Indonesia-MUI)
başkanlığını yürütüyordu.
Amin Hoca’nın devlet
başkan yardımcısı olarak kendisine biçilen görev, “aşırılıkla mücadele” olduğu
belirtiliyor. Hiç kuşku yok ki, bu görev oldukça önemli ve isabetlidir.
Endonezya’nın geniş bir
coğrafyaya yayılan nüfusu 250 milyona yaklaşan bir ülke olduğu düşünüldüğünde,
her an her türlü gelişmelere açık ve bunun kontrol edilebilirliğinin sorunlu
olabileceği düşünülebilir.
Örneğin, Endonezya
güvenlik birimlerinin son yıllarda en büyük kaygısı Ortadoğu merkezli terör
yapılarına eklemlenen bazı vatandaşlarının varlığı, onların ya bireysel veya yeni
oluşumlar gündeme getirmek suretiyle ülkeyi için sürükleyebilecekleri şiddet
ortamı.
Aslında, tam da bu nokta
Endonezya’nın KL Zirvesi gibi uluslararası arenadaki etkinliklerde birinci sırada
yer alması ve ulusal düzeyde gündeme getirdiği politikalarını tüm Müslüman
dünyaya örnek olacak şekilde yeniden yapılandırması önemlidir.
Öte yandan, KL
Zirvesi’nin önemli maddelerinden biri İslam karşıtlığı olduğuna göre, öncelikle
Müslümanlara yönelik şiddet boyutuna varan karşıtlık üzerinden birşeyler
söylemesi gerekirken, tam aksine Cakarta yönetiminin sessizliğe gömülmesine
tanık olunuyor. “Sessizliğe gömülüyor” tabirinin bir benzerini yukarıda da
alıntı yaparken adını verdiğimiz ve ülkenin “Müslüman olmayan çevrelere” mensup
grupların yayın organı olarak kabul edilen “The
Jakarta Post”ta dile getirilmesi de ancak ‘vicdan sahibi olmakla’ açıklanabilecek
bir duruma tekabül ediyor.
1969 yılında kurulan ve
bugüne kadarki varlığıyla çıkış kaynağı soruna çözüm bulmak bir yana, çoğunlukla
söylemde kaldığı konusunda neredeyse konsensus olan OIC’nin manevi lideri kabul
edilen Suud yönetiminin KL Zirvesi’ne katılmaması anlamlıdır ve üzerinde
düşünülmelidir.
Ancak Endonezya gibi halkının
kahir ekseriyeti Müslüman olan, dinamik bir sivil toplum yapısına sahip,
demokratik değerleri ilke edinmiş, ASEAN gibi bölgesel birliğin lideri konumunda
görülebilecek bir ülkenin hem kendi coğrafyasındaki Müslüman kitlelerin maruz
kaldıkları ayrımcılık ve şiddete, hem İslamifobiya gibi küresel sorunlara bitaraf
kaldığı izlenimi uyandıracak bir tutum içinde olmamalıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder