29 Kasım 2017 Çarşamba

Bangladeş ve Myanmar’dan ‘ön anlaşma’ veya çaresizlik / Preliminary Agreement between Bangladesh and Myanmar or Despair

Mehmet Özay                                                                                                                        29.11.2017 

Myanmar hükümetinin Arakan politikası bu ülkeyi uluslararası gündemde tutmaya devam ediyor. 25 Ağustos’ta başlayan şiddet Güneydoğu Asya bölgesinde son onyılların en büyük göç hadisesine neden oldu. Bu göç, iki silahlı ordunun veya grubun çatışması değil, aksine etnik soykırıma konu olan bir halkın göçü olmasıyla dikkat çekiyor. Bu süreçte, sayıları yarım milyonu aşkın Arakanlı Müslüman vatan topraklarında maruz kaldıkları şiddet ve soykırım tehdidiyle bir kez daha komşu ülke Bangladeş sınırlarını geçerek canlarını kurtarma çabasındaydılar.

Bugünlerde Katolik Hıristiyanlığın ruhani lideri Papa Francis, Myanmar ve Bangladeş’e yapmakta olduğu ziyaretler önemli. Bu ziyaret, bölgede yaşanan şiddet ortamının artık seküler küresel yapıların yanı sıra, büyük dinlerin temsilcileri ve hatta liderleri tarafından da gündeme alındığının göstergesi. Bu noktada Papa’nın Myanmar ziyareti bu süreci denk geliyor.

Gündemin popüler tarafını hiç kuşku yok ki, Papa’nın bu ziyareti oluşturuyor. Ancak bu ziyaretten sadece birkaç gün önce, yani geçen Perşembe günü, Myanmar ve Bangladeşli yetkililer biraraya gelerek, 25 Ağustos’dan bu yana Myanmar’daki etnik soykırımdan Bangladeş’e kaçan Arakanlıların ülkeye geri dönmelerini sağlayacak bir ‘ön anlaşma’ imzalandı. Böylesi bir anlaşmanın ortaya konulmasında ilk etapta olumlu bir intiba edinilebilir.

Myanmar dışişleri ve devlet başkanlığından sorumlu bakanı Suu Kyi, yaptığı açıklamada anlaşma çerçevesinde yapılacak verifikasyonla yerlerinden yurtlarından edilmiş bu insanların geri dönüşünün mümkün olabileceğinin sinyali verdi. Bu anlaşma, Arakanlı Müslümanların 1970’lerin sonlarında maruz kaldıkları benzeri bir zorunlu göçün ardından, kısa bir süre sonra vatan topraklarına geri dönebilmelerini akla getiriyor. Ancak bugün gündeme getirilen ‘ön anlaşma’, Arakanlıların ‘özgür’ bir şekilde daha önce yaşam sürdükleri yerleşim yerlerine dönmeleri ve burada hayata yeniden başlamalarına imkân tanımayacak. Arakanlılar, şayet dönmeleri halinde, ancak kurulacak yeni kamplara yerleştirilecekler. Bu topluluğun, 25 Ağustos öncesinde yaşadıkları toprakları, mal-mülkleri ne olacak sorusuna ise çoktan cevap bulunmuş ve bunun maddi alt yapısı da hazırlanmış gözüküyor. Bu süreçte, ordu ve sivil yönetimler aracılığıyla Arakanlı Müslümanların halen ellerinde kalan mülkleri ve tarlalarına da el konularak hiçbir hak iddia edemeyecekleri bir konuma sürükleniyorlar.

Aradan geçen süreye ve uluslararası kamuoyundan gelen tepkilere rağmen, Myanmar hükümetinin Arakan eyaletinde çatışma ortamını tersine çevirecek olumlu politikalar ortaya koyduğu ve bölgede barış ve huzuru sağlamaya yönelik adımlar attığını söylemek mümkün değil. Aksine, yöneltilen suçlamaları savunmacı bir tarzda geri çevirme uğraşı içerisinde olması, söz konusu bu ‘ön anlaşmanın’ ne kadar gerekli olduğu ve mevcut soruna ne türden bir çözüm getirebileceği konusunun sorgulanmasına neden oluyor.

Öyle ki, bu anlaşmanın ‘ön anlaşma’ niteliği taşıması ve anlaşmaya şart olarak konan ‘verifikasyon’ sürecinin neye tekabül ettiği konusu bir imkân olarak gözüktüğü gibi, belki de bundan daha fazla muğlaklığı da içinde barındırıyor. Ön anlaşma olması, tarafların henüz konunun detaylarını görüşmedikleri ve ilerleyen süreçte yeniden biraraya geleceklerini ortaya koyuyor. Bu noktada, Myanmar yönetiminin iki ay içerisinde geri dönüş sürecinin başlatılacağı yönündeki açıklamasını ciddiye almak mümkün olmadığı gibi, bu girişimin nasıl bir takvimde uygulanabileceğini kestirmek de bir o kadar zor.

Myanmar’da sivil hükümetin bu ‘çabasına’ karşılık ordu mensuplarının açıklamaları aslında ülkede kimin sözünün geçtiğini de şekilde ortaya koyuyor. Bir üst düzey ordu mensubunun açıklamasında, ‘ön anlaşma’nın gerçekleşebilmesi için ‘anlaşmada’ yer almayan bir şarta işaret ediyor ve bu eyaletteki Budist Arakan halkının Müslümanları kabul edip etmeyeceklerini bir ölçü olarak gündeme getiriyor.

Bugüne kadar sadece Arakanlı Müslümanlara karşı değil, ülkenin diğer irili ufaklı etnik azınlıklarına yönelik devlet şiddeti uygulayan bir ülkenin, Arakan eyaletinde görüldüğü üzere Budist halkı toplumsal barışın tesisi konusunda harekete geçirmek ve teşvik etmek yerine, aksine bir tür manipülasyon aracı olarak kullanmaktan çekinmediğini bir kez daha kanıtlıyor.

Öte yandan, Myanmar tarafının şart koştuğuna kuşku olmayan ‘verifikasyon’ süreci de bir başka muğlaklığı içinde taşıyor. Myanmar hükümetinin vatandaş olarak tanımadığı Arakanlı Müslümanlar hatırlanacağı üzere, 2014 yılında yapılan nüfus sayımında da önlerine konulan seçeneklerde etnik Arakanlı Müslüman seçeneği bulunmadığından, belki çok az bir bölümü hariç, ülke vatandaşı statüsünü kazanamadığı gibi ‘vatansızlık’ durumları devam ediyordu.

Bu anlaşma çerçevesinde, Bangladeş yönetiminin aksine, Myanmar hükümeti üçüncü tarafların, yani başka ülke veya küresel kuruluşların bu sürece müdahale etmesini istemiyor. Myanmar, genel anlamda sorunun çözümünde hiçbir ülke ve uluslararası birliğini katkısını veya müdahalesini reddetme konusunda da kararlılığını sürdürüyor.

Bangladeş yönetiminin ise, daha pragmatik davranarak bu konuda ağır bir maddi yükün altına girmek istemediğinden böylesi bir şartı masaya getirmiş olmalı. Ancak her halükârda Bangladeş ve Myanmar’ın yarım milyonu aşkın kitlenin verifikasyonu, bir yerden bir başka noktaya taşınması, Arakan eyalet sınırlarında oluşturulacağı belirtilen kampların nasıl kurulacağı gibi son derece komplike bir süreci nasıl yönetebileceği konusunda da kuşkular uyandırıyor.

İki ülke yetkililerinin anlaşması halinde bile, gelişmelerin nesnesi konumundaki Arakanlı Müslümanların şiddet ortamı anlamına gelen Arakan eyaletinde oluşturulacak kamplarda mı yoksa Bangladeşte ki kamplardaki yaşamımı seçecekleri de dikkate alınması gereken bir hususu.

Burada cevabı beklenen bir başka soru, tüm şüphelere rağmen, bu projenin başarıyla gerçekleştirilmesi halinde benzer bir sürecin örneğin, başta Malezya ve Tayland olmak üzere, Hindistan, Arap Yarımadası, Avustralya gibi ülkelerde temel haklardan yoksun bir yaşam süren Arakanlılar için de gündeme gelip gelmeyeceğidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder