Mehmet Özay 10.11.2017
ABD Başkanı
Donald Trump’ın bugünlerde devam etmekte olduğu Asya gezisinde, son iki günde
de tanık olunduğu üzere Çin önemli bir yer tutuyor. ABD-Çin ilişkilerinin Kore
Yarımadası krizine kilitlendiği yönünde iddialar yer bulabilirse de, en az
bunun kadar hayati olan başka unsurlardan da bahsetmek mümkün. Bu noktada, en
çarpıcı gelişme, Trump’ın başkan seçilme süreci ve hemen akabinde Çin’i hedef
alan söylemlerinin yerini neredeyse tam tersi görüşlere bırakması oluşturuyor. Trump,
‘büyük Amerika’ yaratma söyleminde önemli yer tutan önceki açıklamalarının
hilafına, bu gezisinde Çin’in ne döviz kurunda manipülasyon yaptığı, ne de iki
ülke ticaretinde dengesizlikten sorumlu olduğunu dile getiren bir söyleme yer
verdi. İki ülke arasında Ekim ayı ticaret rakamları ABD’nin aleyhine açığın yüzde
12 düzeyinde artışı da, Trump yönetiminin bu konuda elinin kolunun hâlâ bağlı olduğunu
gösteriyor.
Çin’e Kuzey Kore ödevi
İki ülke devlet
başkanlarının görüşmelerinde Kuzey Kore konusu öncelikler arasındaydı. Sadece
ABD ve bu ülkenin Asya-Pasifik’deki müttefikleri için bir tehlike olmakla
kalmayan aksine küresel bir sorun olarak ortaya çıkan Kuzey Kore konusunda,
Trump’ın savaşın eşiğine gelindiğini düşündürtecek açıklamalarının ardından bu
sorunun çözümünü, “Hadi dostum, sen büyüksün. Halledersin bu işi” diyerek
sırtını sıvazladığı Şi Cinping’e kalmış gözüküyor. Ancak, Şi Cinping’in bu
görev tesliminden taltif edilmiş bir halde ve memnuniyet duyarak yarından tezi
yok Kim Yong-un’un üstüne çökeceği düşünülemez. Bu durum, hiç kuşkusuz,
Trump’ın bir yılı aşkın süredir gündemi belirleyen söylemlerinden acaba geriye
ne kaldı sorusunu sordutmaya yetecek bir hususa işaret ediyor.
BM yaptırımlarına Çin katkısı
Belki de bundan
daha önemlisi, bugün sadece ABD için değil, başta bölge ülkeleri olmak üzere
küresel bir krizin temel kaynağı haline gelmiş Kuzey Kore’nin bu güce
ulaşmasındaki sorumluluğu Çin’le ilişkilendirmedi. Bu noktada, son dönemde
Birleşmiş Milletler’de Kuzey Kore’yi hedef alan yeni yaptırımlara Çin’in destek
vermesini olumlu bir gelişme olarak görmek mümkünse de, pratiğe yansıyan
yönleri ortaya çıkmadan aceleci olmamak gerekir. Hele hele, Çin’in yaptırımlar
konusundaki açılımını, sanki başkan Şi Cinping’in Kuzey Kore tehdidine karşı
acil bir eylem plânını hayata geçirecekmiş gibi değerlendirmek te yanlış.
Kaldı ki, Çin ve
Kuzey Kore sınırında gerçekleştirilen ticari faaliyetin, BM yaptırımları
çerçevesinde ele alınmadığı da böylece anlaşılmış oldu. Çin, yanı başındaki bu
tehdidin üzerine giderek, ortalığı bulandırma veya başına olmadık dert açma niyetinde
olmayacaktır. Aksine Çin makamlarınca bir süredir dillendirildiği üzere Kore
meselesinin yeniden masa başına taşınması sürecine yönelik girişimler
beklenebilirse de, bunun kısa vadede çözüme kavuşmak yerine, Çin’in belki de
çokça da hoşuna giden statükonun devamı anlamı taşıyacaktır.
Mega projeler ya da sihir dünyası
Her iki liderin ziyaretin
seçilerek küresel medyaya sunulmuş bölümlerinde gülücükler saçarak ortaya
koydukları memnuniyet, içilen Çin çayının tadı ve mekânın çekiciliği bir yana,
ikili anlaşmaların ‘mega’ olarak adlandırılan bir boyuta taşınmış olmasına
atfedilebilir. Hemen bunun ardından, çeyrek trilyon dolarlık anlaşmaya ve Çin
ticaret bakanı Zhong Shan’ın ağzının suyu akarcasına “mucize bu” diye yaptığı
açıklamasına rağmen, bu anlaşmaların bağlayıcı olmadığı, yani taraflardan
birinin -ki, bu noktada ihtimaller Çin’e işaret ediyor-, anlaşmanın gereklerini
yerine getirmemesi de gayet doğal bir süreç olarak değerlendirilecektir.
Bu ‘mega’
anlaşmaların bir süredir bölgedeki çeşitli ülkeler arasında, örneğin
Malezya-Çin, Malezya-Hindistan, Malezya-Suudi Arabistan, Çin-Endonezya,
Endonezya-Suudi Arabistan gibi örneklerde, gündeme geldiğine şahit olmuş ve
bunları önceki yazılarımızda dile getirmiştik. Böylesi bir popülariteye ulaşmış
mega türden anlaşmalar, daha çok ilgili ülkelerin iç politika malzemesi olmaya
yarayacak türden gelişmeler.
Yoksa, yirmi yıl
elli yıl gibi uzun süreçlere yayılacağı ileri sürülen bu anlaşmalardan gerçekte
nasıl bir gelişmenin ve etkileşimin hasıl olabileceği ya da hakikaten
anlaşmalara imza atan ülkelerin yöneticilerinin, bugün olmasa bile yarın ki
temsilcilerinin bunları ne kadar dikkate alacakları bir muamma olmaktan öte
anlam taşımıyor. Günün meşhur tabiriyle söylemek gerekirse, anlaşmaya taraf
olanlar bir “algı oluşturarak”, ya imzaya taraf ilgili lider kendi geleceğini
veya hükümeti bir sonraki seçimde gücünü iç politikada gerçekleştirebilme
hedefini güdüyor. Bu türden anlaşmalara imza atmanın ilgili liderlerce, ‘bakın
ben de büyük liderim’ söylemlerine kolayca kapı aralaması ya da bu kapıyı
çoktan açmaya endekslenmiş bir medya gücünü harekete geçirebileceğini düşünmek
te mümkün.
Trump’ın Çin
ziyaretine, “neyi ne kadara, kaç tane satarız” hesabıyla çıktığı anlaşılıyor.
Öte yandan, Çin’in ‘tabii alırız’ tarzında cevaplarla misafirine geleneksel Çin
konukseverliğini göstermesinin yeni bir algı süreci oluşturulmasına işaret
ediyor. Trump bu yaklaşımıyla iç politikada işlerin hiç de iyiye gitmediği
aksine karamsarlık boyutunun devam ettiği bir ortamda, Amerikan toplumunun gönlünü
çelmeye çalışırken, Çin’de komünizm ideolojisi gölgesinde geleneksel Çin
misafirperverliğinden taviz vermediğini kanıtlıyor. Tabii iki liderin
gülücüklerinin ve mega anlaşmaların Trump’u işinin giderek zorlaştığı Amerikan
iç politikasında elini güçlendireceğine dair söylemler olsa da, Amerikan
halkının bir üçüncü dünya toplumu özelliği taşımadığını hatırlatmak gerekir.
Çocuk siyaseti
Gezinin gizli
kahramanlarının ise ortamı yumuşatmada manipülatör veya katalizör görevi
üstlendirildikleri anlaşılan çocuklar oldu. Trump’ın tek torununa karşılık,
‘sanatın birincil basamaklarını tırmanmakta olan Çinli çocukların dansları hiç
de azımsanmayacak bir etki ve dünyanın iki ‘devi’ arasındaki ilişkileri
popularitenin zirvesine çıkarma gibi bir işleve sahipti. Bu durum, bir devlet
büyüğünün herhangi bir ülkeyi ziyaretinde, ellerinde bayraklarla yol boyunca
dizilmiş öğrenciler gösteriminde de aşıldığını ortaya koyuyor.
Öyle ki, bu
sefer işini video mesajı göndererek halleden ve öte yanda Yasak Şehir’de sanatın
ilgili alanında incelmiş küçük bedenlerin artistik duruşları ile iki liderin
önünde ve onları aşarak uluslararası medyanın gözüne zorlama girdirilmeleri
vardı. Çocukların küresel siyasetin öncüsü kabul edilen liderlere eşlik ettiği
ve hatta onların önüne geçmesi akademik çalışmalar için iyi bir malzeme konusu
olmaya da aday.
İdeolojik değerler ve küresel ittifaka yeni ayar
Trump, Pekin
gezisi sürecinde yukarıda zikredilen gelişmeler bir yana, nasıl oluyor da
kapitalizmin beşiği Amerikayı temsil eden başkanın, komünist rejimle idare
edildiği ifade edilen ve daha birkaç hafta önce gücüne güç katan ve bunu
rejimin kurucusu Mao Zedong ile kıyaslanacak şekilde ortaya koyan Şi Cinping’le
benzerliklerinin farklılıklarından çok olabildiği üzerinde durulmuyor. Çin’de
rejimin sözcüsü bir gazete, Trump ve Cinping’in yeni bir dönemin başlangıcına
imza attıklarını dile getirse de, atılan imzaların Çin’in bağlı olduğunu iddia
ettiği rejimin hangi değerlerine karşılık geldiğini ortaya koymuyor. Ve bunun
ne rejimin liderlerine ne de rejime tabi olduğu intibaı veren geniş halk
kitlelerinden bir ses sadır olmuyor. Ortada ideolojik bir kayma var denebilirse
de, daha ziyade, bir anlam sorunu olduğuna kuşku yok.
Trump’ın gezi
öncesi ve boyunca muhatabı Şi Cinping’e yönelik iltifatlarından hareketle onun
liderliğini tarihi bir bağlamıyla onaylayan komünist partisi kongresinde oluşan
‘aura’nın etkisinde kaldığını
söylemek bile mümkün. Öte yandan, Çin yönetiminin Hong Kong, Tibet, Doğu
Türkistan gibi alanlar başta olmak üzere insan hakları konusundaki ihlâlleri ve
bu ihlâllerde ‘kararlılığını’ devam ettireceğini şu veya bu şekilde her
fırsatta dile getirmesi ya da Güney Çin Denizi anlaşmazlığı gibi ABD’nin
müttefiklerinin de bulunduğu bir sorun yumağı karşısında herhangi bir görüş
dillendirmemesi bir başka çelişkiye işaret ediyor. Trump, tüm bu konularda -en
azından bu ziyaret çerçevesinde- sessiz kalmayı tercih etmesi, ABD’nin sahip
olduğu söylenen bizatihi kendi değerleriyle çeliştiği gibi, Asya-Pasifik
bölgesinde orta sınıflaşma eğilimi sergileyen toplumlarından gelen talepleri de
göz ardı ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder