9 Kasım 2017 Perşembe

Trump’ın Çin ziyaretindeki başarısı (!) / Trump’s success in China visit

Mehmet Özay                                                                                                                         10.11.2017

ABD Başkanı Donald Trump’ın bugünlerde devam etmekte olduğu Asya gezisinde, son iki günde de tanık olunduğu üzere Çin önemli bir yer tutuyor. ABD-Çin ilişkilerinin Kore Yarımadası krizine kilitlendiği yönünde iddialar yer bulabilirse de, en az bunun kadar hayati olan başka unsurlardan da bahsetmek mümkün. Bu noktada, en çarpıcı gelişme, Trump’ın başkan seçilme süreci ve hemen akabinde Çin’i hedef alan söylemlerinin yerini neredeyse tam tersi görüşlere bırakması oluşturuyor. Trump, ‘büyük Amerika’ yaratma söyleminde önemli yer tutan önceki açıklamalarının hilafına, bu gezisinde Çin’in ne döviz kurunda manipülasyon yaptığı, ne de iki ülke ticaretinde dengesizlikten sorumlu olduğunu dile getiren bir söyleme yer verdi. İki ülke arasında Ekim ayı ticaret rakamları ABD’nin aleyhine açığın yüzde 12 düzeyinde artışı da, Trump yönetiminin bu konuda elinin kolunun hâlâ bağlı olduğunu gösteriyor.

Çin’e Kuzey Kore ödevi
İki ülke devlet başkanlarının görüşmelerinde Kuzey Kore konusu öncelikler arasındaydı. Sadece ABD ve bu ülkenin Asya-Pasifik’deki müttefikleri için bir tehlike olmakla kalmayan aksine küresel bir sorun olarak ortaya çıkan Kuzey Kore konusunda, Trump’ın savaşın eşiğine gelindiğini düşündürtecek açıklamalarının ardından bu sorunun çözümünü, “Hadi dostum, sen büyüksün. Halledersin bu işi” diyerek sırtını sıvazladığı Şi Cinping’e kalmış gözüküyor. Ancak, Şi Cinping’in bu görev tesliminden taltif edilmiş bir halde ve memnuniyet duyarak yarından tezi yok Kim Yong-un’un üstüne çökeceği düşünülemez. Bu durum, hiç kuşkusuz, Trump’ın bir yılı aşkın süredir gündemi belirleyen söylemlerinden acaba geriye ne kaldı sorusunu sordutmaya yetecek bir hususa işaret ediyor.

BM yaptırımlarına Çin katkısı
Belki de bundan daha önemlisi, bugün sadece ABD için değil, başta bölge ülkeleri olmak üzere küresel bir krizin temel kaynağı haline gelmiş Kuzey Kore’nin bu güce ulaşmasındaki sorumluluğu Çin’le ilişkilendirmedi. Bu noktada, son dönemde Birleşmiş Milletler’de Kuzey Kore’yi hedef alan yeni yaptırımlara Çin’in destek vermesini olumlu bir gelişme olarak görmek mümkünse de, pratiğe yansıyan yönleri ortaya çıkmadan aceleci olmamak gerekir. Hele hele, Çin’in yaptırımlar konusundaki açılımını, sanki başkan Şi Cinping’in Kuzey Kore tehdidine karşı acil bir eylem plânını hayata geçirecekmiş gibi değerlendirmek te yanlış.

Kaldı ki, Çin ve Kuzey Kore sınırında gerçekleştirilen ticari faaliyetin, BM yaptırımları çerçevesinde ele alınmadığı da böylece anlaşılmış oldu. Çin, yanı başındaki bu tehdidin üzerine giderek, ortalığı bulandırma veya başına olmadık dert açma niyetinde olmayacaktır. Aksine Çin makamlarınca bir süredir dillendirildiği üzere Kore meselesinin yeniden masa başına taşınması sürecine yönelik girişimler beklenebilirse de, bunun kısa vadede çözüme kavuşmak yerine, Çin’in belki de çokça da hoşuna giden statükonun devamı anlamı taşıyacaktır.

Mega projeler ya da sihir dünyası
Her iki liderin ziyaretin seçilerek küresel medyaya sunulmuş bölümlerinde gülücükler saçarak ortaya koydukları memnuniyet, içilen Çin çayının tadı ve mekânın çekiciliği bir yana, ikili anlaşmaların ‘mega’ olarak adlandırılan bir boyuta taşınmış olmasına atfedilebilir. Hemen bunun ardından, çeyrek trilyon dolarlık anlaşmaya ve Çin ticaret bakanı Zhong Shan’ın ağzının suyu akarcasına “mucize bu” diye yaptığı açıklamasına rağmen, bu anlaşmaların bağlayıcı olmadığı, yani taraflardan birinin -ki, bu noktada ihtimaller Çin’e işaret ediyor-, anlaşmanın gereklerini yerine getirmemesi de gayet doğal bir süreç olarak değerlendirilecektir.

Bu ‘mega’ anlaşmaların bir süredir bölgedeki çeşitli ülkeler arasında, örneğin Malezya-Çin, Malezya-Hindistan, Malezya-Suudi Arabistan, Çin-Endonezya, Endonezya-Suudi Arabistan gibi örneklerde, gündeme geldiğine şahit olmuş ve bunları önceki yazılarımızda dile getirmiştik. Böylesi bir popülariteye ulaşmış mega türden anlaşmalar, daha çok ilgili ülkelerin iç politika malzemesi olmaya yarayacak türden gelişmeler.

Yoksa, yirmi yıl elli yıl gibi uzun süreçlere yayılacağı ileri sürülen bu anlaşmalardan gerçekte nasıl bir gelişmenin ve etkileşimin hasıl olabileceği ya da hakikaten anlaşmalara imza atan ülkelerin yöneticilerinin, bugün olmasa bile yarın ki temsilcilerinin bunları ne kadar dikkate alacakları bir muamma olmaktan öte anlam taşımıyor. Günün meşhur tabiriyle söylemek gerekirse, anlaşmaya taraf olanlar bir “algı oluşturarak”, ya imzaya taraf ilgili lider kendi geleceğini veya hükümeti bir sonraki seçimde gücünü iç politikada gerçekleştirebilme hedefini güdüyor. Bu türden anlaşmalara imza atmanın ilgili liderlerce, ‘bakın ben de büyük liderim’ söylemlerine kolayca kapı aralaması ya da bu kapıyı çoktan açmaya endekslenmiş bir medya gücünü harekete geçirebileceğini düşünmek te mümkün.

Trump’ın Çin ziyaretine, “neyi ne kadara, kaç tane satarız” hesabıyla çıktığı anlaşılıyor. Öte yandan, Çin’in ‘tabii alırız’ tarzında cevaplarla misafirine geleneksel Çin konukseverliğini göstermesinin yeni bir algı süreci oluşturulmasına işaret ediyor. Trump bu yaklaşımıyla iç politikada işlerin hiç de iyiye gitmediği aksine karamsarlık boyutunun devam ettiği bir ortamda, Amerikan toplumunun gönlünü çelmeye çalışırken, Çin’de komünizm ideolojisi gölgesinde geleneksel Çin misafirperverliğinden taviz vermediğini kanıtlıyor. Tabii iki liderin gülücüklerinin ve mega anlaşmaların Trump’u işinin giderek zorlaştığı Amerikan iç politikasında elini güçlendireceğine dair söylemler olsa da, Amerikan halkının bir üçüncü dünya toplumu özelliği taşımadığını hatırlatmak gerekir.

Çocuk siyaseti
Gezinin gizli kahramanlarının ise ortamı yumuşatmada manipülatör veya katalizör görevi üstlendirildikleri anlaşılan çocuklar oldu. Trump’ın tek torununa karşılık, ‘sanatın birincil basamaklarını tırmanmakta olan Çinli çocukların dansları hiç de azımsanmayacak bir etki ve dünyanın iki ‘devi’ arasındaki ilişkileri popularitenin zirvesine çıkarma gibi bir işleve sahipti. Bu durum, bir devlet büyüğünün herhangi bir ülkeyi ziyaretinde, ellerinde bayraklarla yol boyunca dizilmiş öğrenciler gösteriminde de aşıldığını ortaya koyuyor.

Öyle ki, bu sefer işini video mesajı göndererek halleden ve öte yanda Yasak Şehir’de sanatın ilgili alanında incelmiş küçük bedenlerin artistik duruşları ile iki liderin önünde ve onları aşarak uluslararası medyanın gözüne zorlama girdirilmeleri vardı. Çocukların küresel siyasetin öncüsü kabul edilen liderlere eşlik ettiği ve hatta onların önüne geçmesi akademik çalışmalar için iyi bir malzeme konusu olmaya da aday.

İdeolojik değerler ve küresel ittifaka yeni ayar
Trump, Pekin gezisi sürecinde yukarıda zikredilen gelişmeler bir yana, nasıl oluyor da kapitalizmin beşiği Amerikayı temsil eden başkanın, komünist rejimle idare edildiği ifade edilen ve daha birkaç hafta önce gücüne güç katan ve bunu rejimin kurucusu Mao Zedong ile kıyaslanacak şekilde ortaya koyan Şi Cinping’le benzerliklerinin farklılıklarından çok olabildiği üzerinde durulmuyor. Çin’de rejimin sözcüsü bir gazete, Trump ve Cinping’in yeni bir dönemin başlangıcına imza attıklarını dile getirse de, atılan imzaların Çin’in bağlı olduğunu iddia ettiği rejimin hangi değerlerine karşılık geldiğini ortaya koymuyor. Ve bunun ne rejimin liderlerine ne de rejime tabi olduğu intibaı veren geniş halk kitlelerinden bir ses sadır olmuyor. Ortada ideolojik bir kayma var denebilirse de, daha ziyade, bir anlam sorunu olduğuna kuşku yok.

Trump’ın gezi öncesi ve boyunca muhatabı Şi Cinping’e yönelik iltifatlarından hareketle onun liderliğini tarihi bir bağlamıyla onaylayan komünist partisi kongresinde oluşan ‘aura’nın etkisinde kaldığını söylemek bile mümkün. Öte yandan, Çin yönetiminin Hong Kong, Tibet, Doğu Türkistan gibi alanlar başta olmak üzere insan hakları konusundaki ihlâlleri ve bu ihlâllerde ‘kararlılığını’ devam ettireceğini şu veya bu şekilde her fırsatta dile getirmesi ya da Güney Çin Denizi anlaşmazlığı gibi ABD’nin müttefiklerinin de bulunduğu bir sorun yumağı karşısında herhangi bir görüş dillendirmemesi bir başka çelişkiye işaret ediyor. Trump, tüm bu konularda -en azından bu ziyaret çerçevesinde- sessiz kalmayı tercih etmesi, ABD’nin sahip olduğu söylenen bizatihi kendi değerleriyle çeliştiği gibi, Asya-Pasifik bölgesinde orta sınıflaşma eğilimi sergileyen toplumlarından gelen talepleri de göz ardı ediyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder