Mehmet Özay 04.11.2017
ABD Başkanı
Donald Trump, Asya ülkelerini kapsayan resmi ziyaretlerine başlıyor. Başkan
Trump’ın beş ülkeyi kapsayan ve on iki gün sürecek ziyareti, son çeyrek asırda ABD başkanlarının
gerçekleştirdiği en uzun süreli ziyaret olma özelliği olmasıyla öne çıkartılıyor.
Tabii burada, yine bir yanlış anlaşılmayı önceden haber vermekte fayda var.
Bir önceki
başkan Barack Obama döneminden başlayarak ABD yönetiminin Asya Kıtası’ndan
kastının bütün bir Asya olmadığı, aksine kalkınmacı ekonomilere ev sahipliği
yapan Doğu ve Güneydoğu Asya olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Bu iki bölge,
örneğin Ortadoğu’da ve Körfez Bölgesi’ndeki demokrasi, liberal değerler ve
toplumsal değişim gibi Batı’nın vazgeçmediği ve hatta belli ülkeler üzerinde
dayatmacı politikalarına konu olan ilke ve söylemleriyle herhangi bir ilişkisi
ve bağı olmayan, aksine siyasal yapılaşmasını petrol gelirine endeksli oluşan sermaye
üzerinden gerçekleştiren toplumsal açılımları ise kısıtlayan sözde geleneksel
ve dini değerlerini yaşattığı iddiasındaki devletlerden farklılık taşımaktadır.
Trump 21. Yüzyıl Asya Çağını hatırlıyor (mu?)
Bu ziyaret takvimi,
kadim kıta Asya’nın çeşitli bölgelerindeki ülkeleri kapsarken, daha çok küresel
olarak 21. Yüzyıl Asya Çağı olgusuyla dikkat çektiğini söyleyebilir. Bir önceki
başkan Barack Obama ve yardımcısı Hillary Clinton’un yüksek sesle gündeme
taşımakla kalmayıp, 21. Yüzyıl Asya Çağı olgusunu yapılandırma konusundaki politik
çabalarıyla da bu sürece açıkça destek verdiklerini hatırlamak gerekiyor.
Obama, ABD dış
politikasına yeni bir rota çizerken Ortadoğu süreçlerine verilen ağırlığı
durdurup yerine Doğu ve Güneydoğu Asya üzerinde yeniden yapılanmaya giderken
bunu hiç kuşku yok ki, ekonomik boyutuyla Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’yla
(TPPA) küresel ekonomik düzene yeni bir soluk getirme çabasında gündeme
taşımıştı.
Trump’un bu
ziyaretle, Obama dönemi küresel politika yapılaştırmasının en bariz örneği
olarak ortaya çıkan Asya Çağı söylemini pekiştirici olup olmayacağı merak
konusu. Trump yönetiminin bugüne kadar çizdiği performansa bakılırsa, bir takım
etkileşimine rastlandığını söylemek zor. Aksine, Trump özelinde, ortada tek ve
hırslı bir oyuncu olma arzusuyla öne çıkan bir başkan profili gözlemleniyor.
Bu ziyaret neyi amaçlıyor?
Trump’ın ziyaret
çerçevesinde gündeminde Çin, Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Vietnam
bulunuyor. Tek başına ele alınmayı hak eden Çin’e karşılık, yirminci yüzyıl
boyunca güçlü ittifak kurduğu Japonya ve Güney Kore ile bu sefer Kuzey Kore’nin
nükleer tehdidi öne çıkacak. Bu tehditin pekiştirdiği bir yönelimle Japonya’nın
kendi savunma gücünü oluşturma ve askeri hareket kabiliyetini geliştirme
yönündeki kararlılığı ABD ile yeni askeri anlaşma zeminine taşınabilir. Trump,
seyahatinden kısa bir süre önce basına yaptığı açıklamada “Japonya’nın savaşçı
bir ulus olduğuna işaret ederek, bununla Çin’e bir mesaj yollaması da önemli
bir gelişmenin arefesinde olunduğuna işaret ediyor. Aslında bu mesaj,
Japonların bu özelliğini 1890’lı ve 1930’lu yıllardaki askeri girişimlerden iyi
bilen Çinlilerin psikolojisini etkilemeye matuf bir yönü olduğu aşikâr. Çin’in
bugüne kadarki agresif ekonomik kalkınmasının nedenlerinden biri de, Doğu
Asya’da geçmişte yaşananlardır. Kuzey Kore konusu, aynı zamanda Asya Ekonomi
Zirvesi’ne katılacak olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le yapılacak görüşmenin
de ilk maddesini oluşturuyor.
Ziyaretin ilgi
çeken bir diğer boyutu Filipinlere olacak… Maço politikacı sıfatını hak eden ve
ABD ile geleneksel ittifak ilişkilerini bozma yönünde söylemiyle dikkat çeken
Filipinler devlet başkanı Rodrigo Duterte ile yapılacak görüşmelerde
Filipinleri yeniden ABD ittifak bloğuna kazandırmanın yolları aranacaktır. Trump’ın
Duterte’yi ‘Marawi zaferinden’ dolayı tebriği iki ülkeyi yeniden daha kapsamlı
işbirliğine sevk edecek bir sürecin başlangıcı olabilir.
Ziyaretin diğer
ayağını oluşturan Vietnam ise belki de en rahat ve verimli ilişkilere konu
olacağı düşünülebilir. Yine Obama dönemi politikalarında başarı hanesine
yazılan Vietnamla ilişkilerin geliştirilmesi bugün Çin’in giderek ayağını yere
sağlam basan bir yönetime sahip olması karşısında hiç kuşku yok ki, Trump
yönetiminin de vazgeçemeyeceği bir sürece işaret ediyor.
ABD bölgede yapıcı olabilir mi?
Bu noktada,
mevcut ABD yönetiminin, neredeyse her açıdan dinamik olan bir bölgeyi yaklaşık
bir yıllık zaman zarfında, ne şekilde ele alabildiği ve yakın gelecek için ne
türden politikalar geliştirebileceği, mevcut ve potansiyel tehdit alanlarına
yapıcı ve süreklilik arz eden bir yaklaşım sergileyip sergileyemeyeceği de
sorulması gereken sorular arasında bulunuyor.
Aslında yılın bu
dönemine kadar geçen politikalara göz atıldığında ABD’nin Kuzey Kore politikası
dahil olmak üzere kararlı ve sürdürülebilir bir politika sergilediğini söylemek
zor. Bu ziyaret öncesindeki açıklamalara da bakıldığında, Trump’un temel hedeflerinin
başında Kuzey Kore karşısında, başta Çin olmak üzere bölge ülkelerinin
desteğini sağlamaya matuf bir yönü bulunuyor.
Kuzey Kore
konusunda bugüne kadar ABD’nin elini kolunu bağlayan belki de yegâne önemli
unsur Çin’in ayak direyen yaklaşımıydı. Ekim ayının sonunda başkan Şi
Cinping’in partide elde ettiği güçlü liderlik, bugün Çin’in sadece iç
politikada değil, bölgesinde ve de küresel olarak daha da çok söz sahibi olduğu
anlamına geliyor. Bu durumda, Çin yönetimi, Kuzey Kore’ye yönelik herhangi bir
askeri girişimi bugüne kadar tasvip etmediği gibi, bundan sonra da Kuzey
Kore’den doğrudan bir tehdit hasıl olmadıkça bu yönde bir adım atmaya niyeti
olmayacaktır.
Bu noktada, devlet
başkanı Şi Cinping güçlü bir lider statüsüyle devletin zirvesinde yer edinmesi,
ABD yönetimi için farklı bağlamlarda bir istikrar sürecine işaret ederken, yine
diğer bağlamlar noktasında yeni ve güçlü bir mücadelenin gelmekte olduğunu da
ortaya koyuyor. Trump’ın ziyaretini bu minvalde iyi okumak gerekiyor. Yani
ortada, sadece bir Kuzey Kore sorunundan ziyade küresel liderlik alanına has
bir yaklaşımın da ortaya konması veya en azından bu sürece evrilecek bir
politik zeminin hasıl olması konusunda görüşmeler olacaktır.
Trump’ın 2016
seçimleri sonrasında bölgeye gönderdiği Savunma bakanı James Mattis ve
Dışişleri bakanı Rex W. Tillerson’un ziyaretlerinde de kanıtlandığı üzere Trump
yönetiminin, seçimler öncesindeki bölgeyi kendi kaderiyle başbaşa
bırakabileceği yönündeki söylemin gerçekleşmediği çoktan anlaşılmış durumda. Bu
bağlamda, Trump daha o dönem bu türden söylemleri dile getirirken, kimi
uzmanların dile getirdiği, ‘Trump altı ayda dış politikayı öğrenir’ iddiasının
da böylece doğruluk kazandığını söylemek mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder