Mehmet Özay 20.11.2017
2. Dünya Savaşı
sonrasında bağımsızlığını kazanan ve ‘üçüncü dünya’ tabiriyle genelleştirilen
ülkeler arasında halklarının kahir ekseriyeti Müslüman olan ülkeler de vardır.
Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya kadar uzanan coğrafyada ortaya çıkan yeni ulus
devletler kendi iç sorunlarıyla mücadelede kadar, tarihsel olarak ortak
değerleri paylaştıkları ülkelerle mevcut sorunları halletme yolunda da adım
atmaya başladılar. Bu yönde önemli adımlardan biri hiç kuşku yok ki, eğitim
alanında kendini gösterdi.
Bu konuda ilgili
ülkeler yaptıkları ikili anlaşmalarda şu veya bu kaygıyla eğitim ve bilimsel
işbirliklerine kapı aralayacak anlaşmalara imza attılar. Türkiye de, aynı veya
benzer tarihi geçmişle bağdaşabilen ülkelerle bu türden anlaşmaları örneğin,
bazı arşiv kütüphanelerimizdeki belgelerden hareketle 1950’li yıllardan
itibaren ortaya koymaya başladı. Bu yöndeki işbirliklerinin ilerleyen dönemde,
özellikle de 1980’lerin ikinci yarısı ve 90’larda hız kazandığına tanık olundu.
Özallı yılların
dünyaya açılan Türkiye’sinde batı ile olduğu gibi, geleneksel ve tarihsel
ilişkilerin olduğu söylenebilecek ülkelerin de bu süreçte gündeme geldi. O
dönemin uluslararası eğitim ve kurumsallaşmaları bağlamında, İslam Konferansı
Teşkilatı -ki bir süredir İslam İşbirliği Teşkilatı’yla anılıyor- ve donor
ülkelerin girişimleriyle uluslararası İslam üniversiteleri adıyla kurumsallaşma
süreçlerine dair tartışmalar gündeme taşındı.
Bu sürecin bir
sonucu olarak uluslararası bir üniversite kurulmasına sıra geldiğinde, Türkiye’nin
o dönemki üst düzey karar mercilerince bu fırsatın ‘kaçırtılması’, üzerine Malezya’nın
kurt politikacısı 92 yaşındaki Dr. Mahathir Muhammed -Allah uzun ömür versin-,
bu projeye evet demesi başkent Kuala Lumpur’da Malezya Uluslararası İslam
Üniversitesi (IIUM) adıyla yüksek öğretim kurumunun hayata geçirilmesini
sağladı. Şehrin o dönem yeni yeni gelişme gösteren bir bölgesi olan Petaling
Jaya’da kampüsde eğitim öğretim faaliyetine başlandı.
Ardından,
başkentin kuzeyinde şehir yerleşiminin bittiği noktada tropik ormanlara sınır
bir alanda Malezya’nın diğer üniversite yerleşkelerine benzer, ancak mimari
özellikleriyle farklılık arz eden geniş kampüste hizmete devam edildi. Bu
üniversite, 80’li ve 90’lı yıllarda İslam coğrafyasının değişik köşelerinde
yaşanan siyasi ve toplumsal çalkantıların da etkisiyle uluslararası öğrenci ve
öğretim görevlileri için bir cazibe merkezi haline geldi.
Bangladeş’ten
Sudan’a, Cezayir’den Maldivlere, Bosna’dan Pasifikler’e kadar geniş bir
coğrafyadan öğrenci kitlesi, ülkelerindeki kargaşalıkların ötesinde ve dışında
Malezya’nın ev sahipliğinde üniversite yaşamının sakin ortamına adapte oldular.
Arapça ve İngilizce eğitim veren bununla birlikte çok farklı coğrafya ve ülkelerden
öğretim görevlileri ve öğrencilerin varlığıyla uluslararasıcılık işlevini
üstlenen bir kampüsten söz ediyoruz.
Bu sürecin
oluşturulmasında ‘Bilginin İslamileştirilmesi’ gibi görece daha erken dönemdeki
tartışmaların ve Malezya’da ‘İslami hareketlerin’ mevcut siyasi ortam
tarafından kabulü ve benimsenmesinin de rolü olduğuna şüphe yok. Tabii, IIUM’i
tek başına değerlendirmek mümkün olmadığını, bu üniversiteye değer katan
unsurların başında Prof. Dr. Seyyid Naqib el-Attas gibi bir geleneksel ilim adamının
varlığı ve oluşturduğu ve gelişimine katkı sağladığı kurumsallaşmanın yani İslam
Düşünce ve Medeniyeti Enstitüsü’ne (Islamic Thought and Civilizaion –ISTAC) hak
ettiği yeri vermek gerekir. Öyle ki, ISTAC adı belki de kimi ülkelerde ve
bölgelerde IIUM’den öne çıktığı bile söylenebilir.
Ancak bu kurum,
kuruluşunda rol alan aktörlerin Malezya siyasetindeki konumlarına paralel bir
sürece konu oldu. 1996 yılında baş gösteren Güneydoğu Asya ekonomi krizinin
Malezya siyasetine yansıması ve akabinde iktidar partisinden gelen ihraç kararı
sadece ilgili siyasileri değil, bunların toplumsal karşılığı olan kesimleri ve
hatta bu üniversite içerisindeki ‘bağlamlarını’ da etkileyecek bir düzeye
ulaştı. Bunda en önemli darbeyi kanımca ilmi birikimi ve duruşuyla klasik bir
‘alim’ hüviyetine sahip olduğu söylenebilecek el-Attas aldı. Ardından belki de
göz bebeği gibi baktığı ve büyüttüğü ISTAC… Bu süreçte, kadrolar dağıtılırken,
kimisi yurt dışına, kimisi başka üniversitelerde göze batmayacak yerler
edindiler.
Bu gelişme, hiç
kuşku yok ki, geleneksel Malezya siyasetinin intikamcı doğasının en manidar bir
şekilde ortaya çıktığı bir süreci gözler önüne serer. Ve bu kuruluş,
gelişme/büyüme ve dağılma süreci salt bir üniversitenin değil, adına
‘uluslararası’ denilen bir yapının tüm birimlerine, tüm fertlerine sirayet
edecek bir kırılmayı da beraberinde getirdi. Özerkleşme sürecini başarıyla
gerçekleştirememiş üniversite kurumunun, Malezya gibi ‘Malay siyasetinin ve
siyasetçilerinin’ her şeyi hiyerarşik bir düzlemde yapılaştırdığı bir siyaset
ve toplumsal arenada üniversitede de elbette ki zaman içerisindeki
gelişmelerden ‘hem olumlu/hem olumsuz’ payını aldı.
Bugün Naqib
el-Attas gibi -Allah uzun ömür versin- elle tutulası, dünyaya bedel bir değeri
kenara çekilmiş veya itilmişliği yaşıyor. Üniversite ise günümüz ‘Malay
siyasetinin’ iktidar olma/iktidar kalma süreçlerine paralel olarak Malay
milliyetçiliğinin kalelerinden biri yapılma aşamasını tecrübe ediyor. Bunu
kampüs girişindeki sembolün nasıl ve neyle değiştirildiği üzerinden görmek bile
kafi. Dünyayı temsil eden kürenin yerini ülkenin etnik Malay partisinin
amblemlerinden biri olan ‘kris’le
değiştirilmesinde ve bu krisin etrafını ‘İslami referanslarla ele alınabilecek
bile olsa, yine bu partinin amblemlerinden ‘jawi’
yazıları süslüyor.
Dünün kuruluş
yıllarının aktörlerinin yanında yetişen ‘idealist’ öğrencileri,
profesörlüklerinin ardından, geçmişin üzerine sünger çekerken, yapılanlara göz
yumar, duymazdan gelirken ne kadar hak edip etmediklerini sorgulama gereği bile
duymaksızın kendi gelecekleri için makamların ve statülerin kapılarını
aralıyorlar. İslam dünyasının 80’li 90’lı yıllarının siyasi toplumsal
buhranlarının artık başka formlarda yaşanır olduğu günümüzde ise, bu
coğrafyanın çocukları artık bu üniversitenin kapısından girmek için kuyruklar
oluşturmadıkları gibi, onları almak için de pek can atan gözükmüyor.
Onların yerine,
Malezya’nın diğer etnik grupları karşısında ‘pozitif ayrımcılığa’ tabi Malay
öğrencileri -belki de en azından bir bölümü- böyle bir üniversitede öğrenim
görmeyi ne kadar hak ettikleri soruları göz ardı edilerek üniversite kimliğinin
yeniden şekillendirilmesinde birer araç olarak rollerini icra etmek üzere
alınıyorlar. Yirmili, otuzlu yaşlarında üniversitenin, ilim yuvasının ortamında
yetişen ve burada yirmibeş otuz yıl saçlarını ağartan ve hizmet veren kıymetli
hocalara hak etmedikleri şekilde kapı gösteriliyor.
Bu üniversitenin,
‘ilmi-bilimsel’ faaliyetler noktasında nerede durduğu ise herhalde izaha yer
bırakmayacak açıklıkta olsa gerek. ‘İslami bankacılık’ bölümüyle ve buradan
mezun olan öğrencilerin pazar payının büyüklüğüyle meşhur olduğunu gururla o
toplantıda bu toplantıda ilân eden üniversite yetkilileri başta bu ülkeye ve
sonra bölge ülkeleri ve İslam coğrafyasına mal olacak kapsamlı ve dikkat çekici
araştırma faaliyetleri, yayınlar vb. akademik süreçler konusunda ağızlarını
aç/a/mıyorlar.
Malezya gibi
Güneydoğu Asya’da farklı kültür ve medeniyetlerin kesiştiği ve hatta ülkenin
turizm bakanlığınca seçilen sloganında da olduğu gibi ‘Malezya gerçek Asya’
(‘Malaysia truly Asia’) sözünün karşılığı olabilecek ve abartmadan söylemek
gerekirse sosyal bilimlerin her alanında çok çeşitli çalışmalara el atabilecek
bir yapılanma ortalıkta gözükmüyor. Sayıları ve istatistikleri istediğinde çokça
ve severek kullanan bu ülke yetkilileri, diğer üniversitelerle kıyaslandığında
bile bu ‘uluslararası’ üniversitenin ilmi ve akademik değerinden epeyce fire
verdiğini açık yüreklilikle ortaya koyup, bunu tersine çevirme adına bir çaba
içine gir/e/miyorlar.
Naqib el-Attas
başta olmak üzere bu üniversiteye yaşamını adamış kıymetli hocaları bulmak,
biraraya getirmek, böylesi bir alt yapısı oluşturmak her zaman mümkün olacak
bir şey değil(di). Ancak aradan geçen otuz beş yılın sonunda Malezya
oluşturduğu bu imkânı kendi elleriyle sonlandırmayı başarmış gözüküyor.
Model ülke
olmak, böyle bir şey olmasa gerek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder