Mehmet
Özay 15.11.2017
Bir haftayı
aşkın bir süredir Asya-Pasifik bölgesindeki iki temel toplantı dizisi, yani
Güneydoğu Asya ülkeleri birliği (ASEAN) ve Asya-Pasific Ekonomik İşbirliği
(APEC) toplantıları dünya gündemini belirledi. 10 üyeli ASEAN toplantısının 31.
Zirvesi dönem başkanı Filipinler’in başkenti Manila’da gerçekleştirilirken, 21
üyeli APEC toplantılarına Vietnam ev sahipliği yaptı.
Bununla
birlikte, toplantılar çerçevesinde ABD Başkanı Donald Trump’ın Japonya ve Güney
Kore ile başlayan Çin’le ve Vietnam’la devam eden ardından Manila’da nihayete
veren ve Asya Gezisi adıyla anılan ziyaretlerinin öne çıktığını söylemek
mümkün. Ancak ABD başkanı olması sıfatıyla Trump’ın Asya Gezisi sanıldığının
aksine heyecan kaynağı olmadığı gibi, ikili ve bölgesel ilişkiler açısından da
ABD adına faydalı geçtiğini söylemek güç.
Aksine, ABD
başkanının gündeme taşıdığı ve kapsamlı ve etkin bir politika üretmeye matuf
çıkışlarına rastlandığını söylemek güç. Öte yandan, Çin’de siyasi konumunu
güçlendirmiş başkan Şi Cinping’in görüşmelerde kendinden biraz daha emin olduğu
gözlemlendi. Buna ilâve olarak, bir süredir tehditvari çıkışlarıyla ABD’nin ve
bölgedeki müttefiklerinin tepkisini çeken Kuzey Kore’nin bu yönelimini devam
ettireceği işaretleri verdi.
ABD başkanı
Trump’ın gezisi boyunca, Kuzey Kore’yi siyasi ablukaya alma çabası dışındaki
yönelimine bakıldığında ‘önce Amerika’ politikası ile ‘Çin’le giderek daha da
yakınlaşma’ politikası arasında gidip gelen bir yaklaşım sergiledi. Trump
bununla, bir anlamda bizzat akıl babası olduğu politikası ile gerçekte mevcut
durum karşısında bir denge arayışındaydı.
Ancak Trump, bu
denge arayışına rağmen, her bir ülkede verdiği farklı mesajlar ve özellikle de
rakip konumdaki ülkelere yönelik çelişkili söylemiyle gündeme geldi. Kaldı ki, Trump’ın Çin ile bölgedeki beş ülke
arasında Güney Çin Denizi’nde teritoryal egemenlik konusunda yaşanan
anlaşmazlıkların çözümü için yardımcı olabileceği önerisiyse, kendi ülkesinde
ciddi anlamda kriz yaşayan bir liderin, hiç de popülaritesinin olmadığı bir
bölgede kurulabilecek bir hayalden öte bir anlam taşımıyor.
Tüm bunlara
rağmen, bu gezi boyunca, Trump’ın yenilikçi denilebilecek bir söylemi vardı ki,
o da ‘Hint-Pafisik’ çıkışıydı. Bu kullanımın iki amacı olduğu görülüyor. İlki,
selefi Barack Obama yönetimince ısrarla üzerinde durulan Asya Yüzyılı
projesinin hedefi olan Asya-Pasifik’ten, daha geniş bir coğrafi alana yayılışı
ortaya koyması ve bu anlamda Obama dönemi politikalarına alternatif
arayışlarında yeni bir safha olarak değerlendirmek mümkün. Ayrıca,
‘Asya-Pasifik’ kavramına alternatif üretilen bu yaklaşımın bir diğer nedeniyse,
Asya-Pasifik’de egemen bir ekonomik, siyasi ve de görünür bir şekilde askeri
güce ulaşan Çin’e karşı ABD’nin yeni bir konumlanışına işaret ediyor.
İster bu
coğrafyanın yeniden belirlenmesinde ve tanımlanmasındaki sürecin adını Çin
yönetimi ‘deniz ipek yolu’ olarak koysun, isterse ABD yönetimi Hint-Pasifik
adlandırmasıyla konuyu gündeme getirsin Doğu Afrika’dan başlayan ve Doğu
Asya’ya kadar uzanan ve bağlantılı güzergâhlarıyla devasa bir denizin dinamik
boyutunu ortaya koyuyor. Ve her halükârda, bu çıkış, dünya kamuoyuna bir kez
daha Hint Okyanusu’nun merkezini oluşturduğu bir coğrafyanın, yaşanmakta olan
siyasi ve ekonomik çıkar ilişkilerinde göz ardı edilemeyecek bir yere ve öneme
sahip olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Trump’ın Kuzey
Kore’yi hedef alan ve Çin’le yakınlaşmayı öncelleyen söylemlerinin ötesinde,
ASEAN ve APEC’e üye bölge ülkeleri farklı bir yönelim sergileme
eğilimindeydiler. Bu durum, özellikle küresel ekonominin motoru denilmeyi hak
eden ASEAN için geçerlidir. Çin’in küresel ekonomide edindiği yere rağmen,
Güney Çin Denizi’nde halen durulmamış askeri ve sivil girişimlerinin doğurduğu
güvenlik sorunuyla, ABD’nin özellikle bölgeyi yakından ilgilendiren Trans
Pasifik İşbirliği Anlaşması’ndan (TPPA) çekilmesi ve ardından içe kapanmacı
politikaları karşısında yeni arayış ve talepler yine ASEAN tarafından gündeme
getiriliyor.
Bu noktada,
ABD’siz bir TPPA’nın hayata geçirilebilmesi konusunda arayışlar devam
ettiriliyor. Öte yandan, 2011 yılında ASEAN dönem başkanı Endonezya tarafından
uluslararası kamuoyuyla paylaşılan, ancak bugüne kadar somut karşılığı ortaya
konulamamış Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği (RCEP) üzerinde durulmaya
başlandığı görülüyor. ASEAN ile Japonya, Çin, Güney Kore, Hindistan, Yeni
Zelanda ve Avustralya’yı içine alan RCEP bir anlamda TPPA’nın genişletilmiş bir
versiyonu olarak ortada duruyor. Ancak listede ABD’nin olmaması kadar,
birbiriyle hasmane ilişkilere sahip ülkelerin birarada olması, nasıl bir ortak
paydada buluşulabileceği gibi önemli bir sorunun devam ettiğine işaret ediyor.
Geçen hafta
yapılan liderler arası ilk ciddi görüşmelerin erken bir sonuca ulaşılabilmesi
için yeterli olmadığını dikkate almakla birlikte, son beş yılda değişik
düzeylerde yapılan toplantıların böylesi bir ortak payda hasıl etmediği de
ortada. Bir yanda, TPPA, öte yanda RCEP’in gündeme gelmesi, ticari ilişkilerde
ciddi bir çatışmanın yaşandığının gizli açık bir ifadesidir. Tabii, gerek
TPPA’nın yeniden canlandırılma çabası, gerekse RCEP’in 2012 yılından bu yana
geçtiğimiz hafta ilk defa kapsamlı bir toplantıya konu olması, bölge
ülkelerinin ekonomik gelişmişlik düzeylerinden feragat vermeyecekleri ve
ABD’siz de olsa küresel kapitalizmin gereklerini yerine getirebileceklerine
olan inanç ve eylemlerini ortaya koyuyor.
Beş yıl gibi
uzun süren sıkı görüşmelerin ve pazarlıkların ardından kabul noktasına gelen
TPPA’da itici gücü ABD’nin oluşturduğu hatırlandığı, bugün ABD’nin aktif olarak
bu tür kapsamlı ticari işbirliklerinde yer almak yerine, içe kapanmanın bir
göstergesi olarak tek tek ülkelerle ticari ilişkilerini düzenleme politikasına
evrilmesi ilgili ülkeler arasında liderlik sorununu da gündeme getiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder