Mehmet Özay 29.08.2017
Myanmar’ın Arakan eyaleti yeni
bir saldırı ve şiddet ortamıyla gündemde. Geçen Cuma günü erken saatlerde
Myanmar-Bangladeş sınırına yakın üç farklı noktada bazı güvenlik noktalarına
düzenlenen saldırı sonucu gelişen olaylarda yüzü aşkın kişi hayatını kaybetti.
Benzer bir saldırı geçen Ekim ayında yine benzer bölgede yaşanmış ve ardından
Myanmar güvenlik güçlerinin Arakanlı Müslüman sivillere yönelik saldırısı
gündeme gelmişti. Yaşanan kayıplar nedeniyle bu son gelişmede, 2012 yılından bu
yana yaşanan en ölümcül hadise olarak kayıtlara geçti. Saldırıların,
başkanlığını Kofi Annan’ın yürüttüğü Arakan Eyaleti Danışma Komisyonu’nun
bölgeyle ilgili nihai kapsamlı raporunu geçen hafta ortasında Myanmar
hükümetine sunmasından hemen gerçekleşmesi manidardı.
Arakanlı Müslümanlara atfedilen
bıçak, kama gibi alelade ve bazı el yapımı ateşli silahlarla yapıldığı
anlaşılan bu girişimlerin ve Myanmar ordusu üzerinde bir tesir oluşturup
oluşturmayan bu girişimler ölümden ve kalmdan başka seçeneği kalmayan
insanların imkansızlığını yansıtıyor. Arakan eyaletinde veya Bangladeşte kamplarda
yaşam süren ve sayıları yüz binleri bulan insanları umutsuzluğa sevk eden bir
diğer husus ise kuşkusuz yine özellikle Müslümanların maruz kaldığı bölgedeki
diğer çatışma alanlarında da herhangi bir kapsamlı ve sürdürülebilir barış
ortamının hayata geçirilemeyişidir.
Müreffeh bir gelecek mümkün mü?
‘Arakan halkı için barışçıl,
adil ve müreffeh bir gelecek’ başlığını taşıyan raporun da ortaya koyduğu
üzere, uzun bir süredir Myanmar hükümetinin Arakanlı Müslümanların siyasi ve
toplumsal haklarına yönelik çözüm bulma talepleri karşılık bulmazken, bazı
Arakanlıların şiddet ortamına itildikleri görülüyor. Diğer çatışma bölgelerinde
olduğu gibi, çözümsüzlüğe terk edilen her sorun, şu veya bu şekilde şiddeti
besleyen yönüyle öne çıkıyor. Arakan’da yaşananlar da bundan başka bir şey
değil.
Arakan sorununun çözümü için
önemli adımların atılması yönünde umutlar, 2015 yılı seçimleri sonrasında Su
Çi’ye bağlanmıştı. Ancak ne insan hakları örgütlerinden ne de ASEAN ve Batılı
çevrelerden gelen talepler Su Çi’yi bu yönde bir inisitayif alması yönünde ikna
edebildi. Nobel barış ödüllü başkanlıktan sorumlu bakan ve dışişleri bakanı
sıfatıyla Myanmar hükümetinin en üst düzeyinde bulunan Su Çi, ordu ve Budist
milliyetçileri arasına çıkışmış durumda.
Vatandaş olamayan Arakanlılar
Su Çi, aldığı ödülün onuruna,
uluslararası dostları ve daha geniş kurumsal talep ve desteğe rağmen bugüne
kadar Burma milliyetçiliğinin surlarını aşamadı. Öyle ki, Arakanlılar merkezi
ve eyalet yönetimince muhatap kabul edilmiyorlar. Zaten ortada temel ve belki
de Arakanlılar için varoluşsal bir sorun haline dönüşmüş olan vatandaşlık
olgusu aşılmadıkça da böyle bir imkanın gündeme gelmesi mümkün gözükmüyor.
Her şiddet ortamında soluğu
Bangladeş sınırında alan Arakanlıların sorununa Bangladeş’in de bir umut olamadığı
ortada. Hafta sonunda yaşanan şiddetten kaçanlar sınırına dayandığında,
Bangladeş sınır güvenlik yetkilileri tedbirlerini almıştı. Sınırın Bangladeş
tarafından yaşamaya çalışan Arakanlılara uyarılar yapılarak, yeni grupların
sınırı geçmesine yardımcı olanların tereddütsüz Myanmar’a gönderilecekleri
belirtiliyordu.
Bölge ülkeleri umut vermiyor
Bangladeş hükümetinin resmi
olarak Arakanlıları zaten desteklemediği ortada. Bugüne kadar sınırı geçip
yerleşenlere yönelik olarak da öyle pek de sağlıklı bir politika izlediğini
söylemek mümkün değil. Sınırı geçenler, ancak zor şartlarda kabulü mümkün
olanaklarla ayakta kalabilmeyi sürdürüyorlar. Sorunun Bangladeş tarafında olan
biten de bundan başka bir şey değil.
İki ülke arasında Naf nehrinin
belirlediği sınırı geçmeye çalışanlara ise Myanmar ordusunca ateş açılmasıysa
en nihai noktada, Arakanlıları hem fiziki hem metafizik bir Araf’ta
kalmalarının nihai noktasını oluşturuyor. Bu durumda, sayısı yüz bini bulduğu
belirtilen önemli bir kitlenin Bangladeş sınırına akarken, geri dönüp
dönmeyecekleri döndüklerinde ise neyle karşılacaklarını ise bilinmiyor. Ancak
bilinen bir şey varsa o da, bu gibi fırsatları kendileri için imkana dönüştürme
becerisi ve hünerine sahip insan kaçakçılarının yine bir teşebbüsün arefesinde
olduklarıdır.
Geçen Aralık ayında Kuala
Lumpur’da tanık olunan ve resmi erkanın Myanmar’a ağır bir şekilde yüklendiği
mitinge katılan Arakanlı Müslümanlar yapılan konuşmalar ve atılan sloganlardan
memnun olurken, bunun yeni bir umud olabileceğini düşünmek istiyorlardı. Bir
umudun yeşermekte olduğu intibaını veren bu topraklar, her nasılsa,
Arakanlıların insan kaçakçılarının ellerinde nasıl insanlık dışı muamelelere
konu oluyordu.
ASEAN’da Arakan vizyonsuzluğu
Bu gelişmenin ardından Su Çi,
ASEAN dışişleri bakanlarını gayri resmi toplantıya çağırması görüş
alışverişinden öte, Myanmar hükümetinin Arakan eyaletinde olan biteni kendi
vechesinden sunması ve bunu da ASEAN sözleşmesinde ‘iç işlere karışmama’
maddesi arkasına sığınarak yapmasıydı. Bu sürecin de ortaya koyduğu üzere, bu
tür çıkışların anlık ve gündemi belirleyen başka unsurlarla birlikte ele
alındığı ve sürdürülebilir bir politikaya dönüşemiyor. Daha bu ayın başında
ellinci yılını kutlayan Manila’daki toplantılar çerçevesinde ellinci yılını
kutlayan ASEAN’dan yine etkin ve sonuç getirici bir teşebbüse tanık olunabilmiş
değil.
Son dönemde kendine ‘tek
vizyon, tek kimlik, tek toplum’ sloganını uygun gören ASEAN Arakan’ın da içinde
bulunduğu çatışma bölgelerine yönelik tek vizyonla hareket etmeyi beceremiyor.
Bırakın altı yüz milyonluk ASEAN’ı elli beş milyonluk Myanmar içerisinde
bölünmüş kimlikler, parçalanmış vizyonlar içindeki derin kamplara ayrışmış
topluluklar yaşam mücadelesi veriyor. Bu anlamda, ASEAN’a umut bağlayanların
hedefi, ortak bir kültür ve yaşam inşası yerine, küresel kapitalizmin bölgedeki
palazlandırıcı çarkından istifade etmekle sınırlı kalıyor.
Arakanlılar sebebi ne olursa
olsun her gelişmede adına soykırım denilen insanlıkdışı uygulamanın kurbanı
oluyor. Bu döngü Arakan diasporasında kızgınlığı ve öfkeyi artırırken, bizatihi
Arakan’da yaşam mücadelesi verenleri ise umuttan umutsuzluğa sürüklüyor. Bu
umutsuzluk Myanmar hükümetinin onlara bahşedeceği müreffeh bir gelecek
beklentisinin sona ermesinden değil, aksine insanlığın onları bu kaderleriyle
başbaşa bırakmasından kaynaklanıyor. Arakanlılar en azından yaşadıkları bölgede
Birleşmiş Milletlere bağlı barış gücü gözetiminde hayata tutunmayı arzu ediyor.