Mehmet Özay 08.08.2017
Ağustos ayı Asya-Pasifik bölgesinde bağımsızlıkların ilân edildiği bir
dönemdir. Bölgedeki farklı milletlerin bu ayda bağımsızlıklarını kazanmasının
tarihi bir tesadüfe işaret ettiği düşünülebilirse de, bazı somut gelişmelerin
de bu gelişmede rolü vardır. Bu noktada, 2. Dünya Savaşı veya bölgede yaygın
olarak bilindiği şekliyle Pasifik Savaşı’nın mağlubu Japonya’nın 15 Ağustos
1945’de teslim bayrağı çekmesinin rolü büyüktür.
26 Temmuz 1945 tarihinde kabul edilen Postdam Deklarasyonu, Japonların
‘Büyük Asya’ idealinin sonuna işaret ederken, nihai karar ABD’nin 6 Ağustos’da
Hiroşima ve ardından 9 Ağustos’da Nagazaki’ye atom bombası atmasıyla verildi. Böylece
1942 yılından itibaren Güneydoğu Asya topraklarına giren Japonların yaklaşık üç
buçuk yıl süren askeri yönetimlerinin sona ermesiyle, bağımsızlıklar peşpeşe
gelmeye başladı.
Asya-Pasifik bölgesi temelde üç Avrupa ülkesinin, yani İngiltere, Hollanda
ve Fransa’nın sömürgecilik ve emperyalizm faaliyetlerine konu olmakla birlikte,
diğer Avrupalı milletlerin ve ardından ABD’nin de bölgede farklı dönem ve
derecelerde sömürgecilik faaliyetleri oldu. Sömürgeleştiren ve
sömürgeleştirilen milletlerin birbiriyle eşitlenmesi anlamını taşıyan
bağımsızlık olgusuna rağmen, o günden bu yana bölgenin jeo-politik dengelerinin
de şu veya bu şekilde yine benzer yapılarca şekillendirildiğini söylemek mümkün.
Kurtuluş reçetesi: Japonya
1945, 1947 ve 1957 yıllarında Endonezya, Malezya, Singapur, Hindistan,
Pakistan gibi ülkeler bağımsızlıklarını kazandılar. Vietnam gibi bazı ülkeler,
sadece birkaç gün farkla Eylül ayında bağımsızlıklarını elde ederken, Çin de
yine aynı dönemde coğrafi ve siyasi bütünlüğünü yeniden elde etti. Bölge
milletlerinin bağımsızlığa giden süreçte, Japonların güneyde hakim oldukları
son bölge olan ve bugün adına Endonezya denilen Takımadalar başı çeker. Daha Japonlar
fiziki olarak olmasa da, bağımsızlık düşüncesi 20. yüzyıl başlarından itibaren
gündeme gelse de, yine Japonların etkisinden bahsedilebilir.
Bölge halkları, Japonların Ruslar karşısında 1905’de elde ettiği zaferi,
bir Asya ulusunun Avrupalıya karşı mücadelesinde bir dönüm noktası addederek
bağımsızlık konusunda manevi bir güç kazandılar. Aynı Japonya’nın 1942’de
Güneydoğu Asya topraklarına nüfuzunun bölge halklarınca Hollanda ve İngiliz
sömürgeciliğine karşı bir tür kurtuluş reçetesi kabul edilmesinin nedeni de
budur. Ayrıca, Japon yönetiminin bu topraklarda milliyetçi hareketlerle
işbirliği yapmış, onları desteklemiş ve hatta bağımsızlık konusunda teşvik
edici olmuştur.
İdeolojiler ve bağımsızlık
Pasifik Savaşı’nın bitmesiyle, zaten eli kulağındaki özgürlük hareketleri
birer birer bayrakları göndere çektiler. Aslında işin bu kadar kolay olmadığını
ve farklı süreçlere yayıldığı görülür. Genel itibarıyla, 20. yüzyıl başlarından
itibaren İngiltere ve Hollanda sömürgeciliğine konu olan coğrafyalarda İslamcı
hareketlerin yanı sıra milliyetçi, komünist yapılaşmaların da birbiri ardına
neşet ettiği, bunların birbirleriyle dirsek temasından ve hatta kimi bölgelerde
kol kola girdiklerindne ve bu süreçteki işbirlikleri sayesinde sömürgeci güçler
ve bunların uzantılarına meydan okuduklarını söyleyebiliriz. Bu süreçte sömürge
eğitim kurumlarında yetişen ve adına ‘yerli aydın’ denilen gruplar ile
geleneksel alimler çevrelerinin rolü kayda değerdir.
Yukarıda zikredilen ve ‘Asya’ üst kimliğine sahip olan ülkelerin
bağımsızlıkları, Avrupalı milletler karşısında uzun süren sömürgecilik
sonrasındaki büyük bir değişim anlamı taşır. Böylece, Vasco da Gama’nın 1498’de
Batı Hindistan sahilinde karaya çıkmasıyla başlayan uzun erimli sömürge ve
emperyalizm dönemi sona erdi. Beş yüz yıla varan bu sömürgecilik ve emperyalizm
bölge halkları kadar, sömürgeci Batı’da da önemli değişimlere neden oldu. Bu
anlamda, bu uzun erimli süreç farklı milletleri değişik şekilde etkileyen
küresel değişimleri ve yenilikleri de beraberinde getirdi.
Coğrafi bütünlük ve kopuş
Yukarıda zikredilen ülkeler arasında yer alan Hindistan, sömürge döneminde
Pakistan ve Bangladeş’i de içine alacak şekilde devasa bir coğrafyaya tekabül
ediyordu. İngiliz sömürgeciliğinin hakim olduğu ve güneş batmayan imparatorluk
kavramının ortaya çıkmasında önemli payı olan ‘büyük Hindistan’ın farklı
bölgelerindeki Müslüman topluluklar nedeniyle tarihsel olarak İslam
coğrafyasının önemli bir parçasıydı. Endonezya, Malezya ve Singapur
topraklarından müteşekkil kadim Müslüman Malay toplulukları, İslam dünyasının tarihsel
ve coğrafi bütünü içerisinde bölgesinde hakim bir nitelik arz ediyordu.
Bu iki coğrafya, yani Hint Alt kıtası ve geniş Malay dünyası arasında
tarihin erken döneminden itibaren başlayan siyasi, dini-kültürel etkileşim
İslamlaşmayla birlikte yeni bir evreye girdi. Bu anlamda, alt kıta hem kara hem
de deniz yoluyla İslam dünyasının merkezi kabul edilen kutsal topraklar ile Malay
dünyası arasında önemli bir etkileşimi sağlıyordu.
İslam dünyası arasında görece bir bütünleşmeye işaret eden bu coğrafi
devamlılık ve bunun getirdiği dini-siyasi ilişkilerin hasara uğraması, 1945 ve
sonrasında elde edilen bağımsızlıklara rağmen tesirleri bugüne kadar devam eden
gelişmelere neden oldu. İngilizlerin 18. yüzyıl ortalarından itibaren önce
‘büyük Hindistan’ ve ardından Malay Yarımadası’nda yayılma gösterirken,
Hollandalılar da 17. yüzyıl başlarından itibaren, bugün adına Endonezya denilen
Takımadalar’da sömürgecilik sürecini yapılandırmaya başladılar. Batı Asya’dan
Doğu ve Güneydoğu Asya’da doğru uzanan yayılmacılığın dönüm noktalarından biri,
19. yüzyıl ilk çeyreğinde yaşandı. Bunlar arasında, İngilizlerle-Hollandalılar
arasında 1824 yılında imzalanan anlaşma, Malaka Boğazı’nın kuzeyi ve güneyinin sadece
coğrafi anlamda bölünmesine değil, geniş Malay toplumlarının da birbirinden
koparılmasına neden olan Sumatra Anlaşması kayda değer bir dönüm noktasıdır.
Malezya, Singapur, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerin ortaya çıkışında
bağımsızlık savaşının yerine, sömürgeci İngilizlerle masa başında alınan
kararlar belirleyici olurken, bu topraklardaki etnik ve dini toplulukları
arasında klasik tabiriyle böl-yönet taktiği sömürgeciliğin emperyalizme
evrildiği 1850 ve sonrasındaki süreçlerde yaygın olarak fiiliyata geçirildi.
Söz konusu bölgede bağımsızlıklarına kavuşan milletlerin bu süreçte ortaya
koydukları çaba ve gayret elbette ki göz ardı edilemez. Bununla birlikte, iki
büyük savaşa konu olan Avrupa’nın sömürgeci ülkelerinin merkezde yaşadıkları
maddi boyuttaki yıkım ve bunun doğurduğu var oluşsal çelişki, ellerindeki
sömürge topraklarında hakimiyetin de artık sınıra dayandığı ve elden
çıkartılması gereken bir yük haline dönüştüğü de gerçeğin bir diğer alanını
oluşturur. Bu bağlamda, kazanılan bağımsızlıklar ile bahşedilen bağımsızlıklar
gibi iki farklı süreçle karşı karşıya olunduğunu söylemek mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder