Mehmet
Özay 02.09.2016
Çin, bu yılki G-20 toplantılarına ev
sahipliği yapıyor. 4-5 Eylül tarihlerinde Çin’in doğusunda tarihi bir şehir
olan Hangzhou’da gerçekleştirilecek zirvenin, tıpkı öncekiler gibi, aslında
öncesindeki teknokratların, uzmanların aldığı kararların onanması şeklinde
geçeceğini söylemek mümkün. Çünkü G-20 çerçevesinde maliye, enerji gibi
bakanlıklar ile merkez bankası başkanlarının toplantıları pek gündemde yer
işgal etmese de belirleyicilik noktasında önem arz ediyor. Buna ilâve olarak
B-20, L-20, T-20, W-20 gibi birliklerin G-20 politikalarının oluşturulmasına
katkısından da söz ediliyor. Dünya ekonomisinin ‘en büyükleri’ olarak adlandırılan
ülkeleri yıl içerisinde periyodik olarak biraraya getiren bu toplantılarda
küresel ekonominin içinde bulunduğu durum ve geleceği konusunda politikalar
üretiliyor. Bununla birlikte 2009, 2010 yıllarında olduğu gibi bazı yıllarda
iki defa gerçekleştirildiği görülüyor. Birliği oluşturan 19 ülkenin yanı sıra,
Avrupa Birliği’ni de zikretmek gerekir. Sekreteryası bulunmayan birlik,
periyodik olarak değişen ev sahibi ülkenin maharetiyle organize ediliyor.
Küresel
ekonomide belirleyicilik
G-20’nin temel amacı küresel ekonomiyi
canlandıracağı varsayılan ticaret, yatırım, bankacılık, yenilikçilik, istihdam
sektörlerinde küresel yasalar tasarımlamak ve uygulanması noktasında rehberlik
yapmak. Bununla birlikte, katılımcı ülkelerin coğrafi, sosyo-kültürel farklılıklarından
hareketle küresel ekonomide Batılı ülkelerin dışında bazı ülkelerin de rol
aldığı gibi bir yanılsama ortaya çıkabilir. Aslında bu çeşitlilik, ülkelerin
özellikle nüfuz ve bununla doğru orantılı tüketimcilik kapasitesinin
büyüklüğünün bir eseri. Bu nedenle, katılımcı üyelerin her birinin küresel
ekonomi politikalarının belirlenmesi sürecine ne denli katkıda bulunduğu
şüpheli. Aralarında Brezilya, Endonezya, Hindistan gibi ‘geri kalmışlıkla
gelişmekte olmaklık’ arasında yer alan ülkelerin de bulunduğu dikkate
alındığında, temelde ekonomik büyüklük ile küresel ekonomi politikalarına yön
verme arasında bir fark olduğu görülür. Söz konusu zirve ev sahibi ülke kadar
katılımcı ülke bürokrasisinin koltuk altına sıkıştırılmış dosyalarını küresel
aktörlerle paylaşma zemini de hazırlamaktadır.
G-20 adıyla toplantılar 1999 yılında
başladı. Bu durum, aslında o döneme kadar dünya ekonomisinin belirleyiciliği
noktasında girişimler yapılmadığı anlamı taşımıyor elbette. Aksine IMF, Dünya
Bankası gibi uluslararası birlikler ile ABD ve AB bağlamında yürütülen
çabaların küresel bir yapılaşma kazanmasında sadece Asya Krizi’ni bahane etmek
mümkün değil. Örneğin benzer dönemde, yani 2001’de Çin’in Dünya Ticaret
Örgütü’ne (DTÖ) kabulüyle, sahip oldukları nüfus hacimleriyle neo-liberal
ekonominin uygulayıcısı olmaya hazır ülkelerdeki gelişmeleri de hesaba katmak gerekir.
Çin’in
ekonomide korumacılığı ve karşı çıkışlar
Zirvenin, ekonomi alanındaki
düzenlemeler noktasında bir süredir ABD ve AB ile anlaşmazlık yaşayan ve bu
nedenle serbest ticareti ilke edinen (DTÖ) kıstaslarına uyması için baskıya
maruz kalan Çin’de yapılacak olması önemli. Anlaşmazlığın önemli bir alanını,
Çin ekonomisinin devlet teşekkülleri eliyle yürütülüyor olması ve Çin iç
piyasasının Batılı şirketlere ‘fair-play’ kurallarına uymayacak şekilde kapalı
olması. Bu durum, devlet müdahaleciliğini gündeme getirdiğinde klasik liberal
ekonominin oyun kurallarının dışına çıkılmış kabul ediliyor. Çift rakamlı
büyüme dönemini geride bırakan Çin, ekonomide şu veya bu ölçüde korumacılığa
yönelirken Batılı ülke liderleri ve ekonomi uzmanları, Çin’in DTÖ’ye verdiği
sözleri yerine getirmesinde ısrarlı.
Yatırımlar noktasında da sıkıntılar
yaşandığı biliniyor. Özellikle Alman şirketlerinin Çin’de karşı karşıya kaldığı
zorluk Merkel tarafından gündeme taşınıyor ve zirvede de görüşülecek konular
arasında bulunuyor. Öyle ki, Çin devlet teşekkülleri Avrupa ve Avustralya’ya
açılım yaparken, benzer bir durumun Çin’de gerçekleşmesinin önünü alacak
‘korumacılık’ yasaları geliştiriyor. Bu çerçevede, son dönemde Avustralya ve
İngiltere’nin Çin şirketlerinin yatırımlarına engelleme çabası da bunun bir
sonucu. Çin, özellikle son çeyrek asırda elde ettiği ekonomik büyüme
eğilimlerinin doğurduğu bir tür ‘öz-güvenle’ hareket ediyor. Ancak bu ekonomik
kalkınmışlık sürecinde liberal politikaların dışında bir yol izlemediği dikkate
alındığında, Çin dönüp dolaşık Batı ekonomisinin kıstaslarına uymak zorunda
kalacaktır. Aksi halde uluslararası çevrelerin Çin’i ‘piyasa ekonomisi’ne dahil
etmeme tehdidinin doğurabileceği sıkıntılardan bahsetmek mümkün. Kaldı ki Çin,
zirveden sadece birkaç gün önce yapılan görüşmelerde AB-Çin kapsamlı yatırım
anlaşmasının 2017 yılında imzalanabileceği gündeme geldi.
Güvenlik
olmadan ekonomik gelişme olmaz
Küresel ekonomiyi ilgilendiren alanların
yanı sıra, bu alanların sağlıklı işlerliği için kaçınılmaz olan bölgesel ve
küresel güvenlik konusu da zirvede birincil görüşme alanlarından biri olacak.
Bu bağlamda, ilk akla gelen husus, zirvenin yapılacağı ülke Çin’in Doğu ve
Güney Çin Denizleri üzerindeki egemenlik iddiaları ile Kore Yarımadası’ndaki
gelişmeler. Çin’in bu iddialarına karşılık olarak Uluslararası Tahkim Mahkemesi
geçen Temmuz ayında Çin aleyhine karar verse de konuyla ilgili tartışmalar
sürüyor. İddialarını tarihi bağlama oturtan Çin şu ana kadar geri adım atmış
değil. Bu nedenle, söz konusu bu iddiaların, bölge ülkeleri kadar Batılı
ülkeler için de deniz ticaretinin seyir ve güvenliğine engel olduğu yolundaki
açıklamalar bir süredir gündemde yer işgal etmeye devam ediyor. Öyle ki, ABD
Dışişleri Bakanı John Kerry, zirveden birkaç gün önce Hindistan ziyareti
sırasında Güney Çin Denizi anlaşmazlığında karşı karşıya gelen Çin ve
Filipinleri konuyu barışçıl yollarla halletmeye yaptığı davet etti. Burada
tabii ki sorun, sadece komşu ülkeler arası var olan bir anlaşmazlık değil.
Bunun ötesinde Doğu ve Güney Çin Denizleri’nin yeni bir küresel ‘çatışma’ alanı
olduğu ve bu anlamda ABD’nin ‘Asya Yüzyılı’ konsepti çerçevesinde Trans Pasifik
İşbirliği Anlaşması’nı gündeme getirmesi
Bu çatışmacı alanlara karşılık Çin
hükümeti zirveyi bir tür başarıya çevirmenin hesabını yapıyor. Bu amaçla, G-20
birliği dışındaki ülke liderlerini de davet etmek suretiyle, Çin’in
kalkınmışlığını ve bir dünya lideri olmaklığını ‘paylaşmayı’ plânlıyor. Çin,
zirve dolayısıyla bir dünya lideri pozunda pembe bir tablo çizmeye hazırlanırken,
karşısında küresel ekonominin kurallarını belirleyen ancak Çin’in bu alandaki
işbirliğinden memnun olmayan belirleyen Batılı ülkelerin, jeo-stratejik
yapılaşmasına yön verme uğraşındaki ABD’nin ve bölgesel barış ve güvenliğinin
tehdit altında olduğu algısına sahip ASEAN’ın karşı çıkışlarına maruz
kalacağına kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder