Mehmet Özay 28 Eylül 2015
ASEAN bölge halklarına vaad ettiği umudu ne kadar gerçekleştirebileceği
konusu eleştirel bir şekilde değerlendirilmeyi gerektiriyor. Dünyanın önde gelen
ulus-aşırı şirketlerinin yatırımları, son dönemde Çin’in domine ettiği bölge ticaret hacmindeki artış, kayda değer
bir şekilde yasal ve maddi alt yapı çalışmalarının hayat bulması gibi
özellikle, bölge halkları nezdinde bir umudun doğmasına yol açıyor. Bununla
birlikte gerek tekil ülkeler, gerekse bölgeyi kümülatif olarak ilgilendiren
sosyo-ekonomik, ulaşım güvenliği, doğal afetler, mülteciler ve geniş kitleleri
ilgilendiren ‘haklar’ konusu gibi sorunlar karşısında istikrarlı ve
sürdürülebilir politikaların hayata geçirilemememiş olması da, umut ile
umutsuzluğun iç içe geçtiği bir süreci ortaya koyuyor.
Bu hususlardan birkaçı üzerinden sorunu ele almakta fayda var. örneğin ‘güvenlik’ derken, belki akla öncelikle çeşitli ülkelerin Güney Çin Denizin’deki adalar ve su yolları üzerindeki hak iddiası geliyor. Ancak bu sorun daha çok hükümetler üzerinden süren tartışma olarak yer alırken, sıradan halkın pek de olan bitenle ilişkisinin olduğunu düşünülmeyebilir. Ancak bölge halklarını ilgilendiren bir başka boyut var. O da, gündelik yaşamda sıradan insanların bizzat tanık oldukları üzere, Sumatra Adası’nda bilinçli olarak her yıl oldukça geniş bir alanda tekrarlanan orman ve tarımsal atıkların yakılması, sadece sağlık sorunu olarak nüksetmiyor. Okulların tatil edilmesi, hava yolu şirketlerinin uçuşlarını iptal etmesi, deniz seyrinin yavaşlaması gibi hususlarla eğitim, sağlık, ekonomi gibi tastamam geniş bir alanda sorunlar yumağı olarak ortaya çıkıyor.
Öte yandan, bölge halklarının henüz detaylarına vakıf olmadığı, ancak hükümetler nezdinde umudun önünün açık olduğunu ortaya koyan gelişme ise, ekonomi işbirliğinde atılacak yeni adımlarla ilgili. Bu bağlamda, bir süredir son noktasının konulmasının sabırsızlıkla beklendiği “ASEAN Ekonomi Topluluğu” bu yıl sonu itibarıyla hayata geçirilecek. Söz konusu topluluk oluşum sürecine nasıl gelindiğine kısaca göz atmakta fayda var. Bu durum bize hem nereden nereye gelindiğini, hem de 2016 yılı itibarıyla bölgede ne türden değişimlerin yaşanabileceğini veya tehlike ve korkuların ortaya çıkabileceğini gösterecektir.
1970’lerden itibaren Güneydoğu Asya’da görülen kalkınmacı ekonomi modellerinin meşruiyetine ve dünyaca kabul edilebilirliğine kuşku yok. Bu noktada, Güneydoğu Asya derken, bu ‘bütünün’, Doğu Asya ile olan tarihsel ve geleneksel ticari-ekonomik yakınlaşmasından bağımsız olamayacağı kesin. Bu bağlamda, aynı ve birbirinin devamı mahiyetindeki su yolları üzerinde olması, benzer bir sömürgecilik yönetim süreçlerine tekabül etmesinin de getirdiği benzerlikler, ulus devletleşme yıllarında aynı kalkınmacı modernleşmeyi de beraberinde getiriyordu.
Bu sürecin bir başka vechesini ise, tekil ülkeler düzeyinden, dönemin -diyelim ki 1960 ve 1970’li yıllar- komünist yayılmacı tehdidi karşısında birlik arayaşının sonucu olarak ASEAN’ın, bölge ülkelerinin ‘siyasi birliğini’ yansıtan bir yapı olarak ortaya çıkması oluşturuyordu. 1990’larda Vietnam, Myanmar, Laos ve Kamboçya’nın üyelikleriyle ASEAN bölgesel kuruluşunda önemli bir aşamayı da tamamlamış oldu.
Aralarında Doğu Asya’dan Güney Kore ile İngiliz yönetimine bağlı, otonom bir yapı arz eden Hong Kong; uzun yıllar İngiliz sömürgeciliğinin bölgedeki başkentliğini yapmış olan Singapur ile 1930’lu ve 40’lı yıllarda milliyetçi Çin-komünist Çin çatışmasının sonucu olarak milliyetçilerin sığınağı bir Ada olarak kendi bağımsız siyasi yapısını kurmuş ve dönem dönem uluslararası platformlarda ‘bağımsız’ ülke olarak tanınırlık kazanmış olan Tayvan, Asya Kaplanları olarak öne çıktı. Enteresandır, sömürgecilik döneminde yukarıda adı zikredilen bölgelerin iletişim, ticari, yönetim ve hatta eğitim süreçlerinde bir Ada ülkesi olan İngiltere başat rol oynamıştı. Ve Asya Kaplanları olarak adları zikredilen ülkelerin de Güney Kore-Tayvan-Singapur-Hong Kong birer ada yönetimleri olduğu görülür.
Bu ülkelere daha sonra Tayland, Malezya ve Vietnam’ın eklemlenmesinin, yakın bir gelecekte başlatılacak olan ‘Ekonomi Topluluğu’ sürecinin ortaya çıkmasında başat rol oynadı. ASEAN içerisinde olmakla birlikte, dini-kültürel ve siyasi yapılaşmalarıyla ‘ekonomi kaplanları’na bir türlü eklemlenemeyen, örneğin Myanmar, Endonezya gibi ülkelerin de dış destek ve içerden siyasal ve ekonomik ‘reform’ hareketleriyle sürece endekslenmesine çalışılıyor. Bölgenin Hint-Çin’indeki verimli topraklar üzerinde yükselen Kamboçya-Laos ise, görece küçük coğrafları ve nüfus yapılarıyla dış destekle, yerli siyasiler ve bürokrasi eliti arasında kurulan kombinasyonla, adları pek uluslararası sahnede geçmese de, son dönemin ekonomik yapılaşmalarındaki süreçleriyle göz doldurmaya başladılar. Bunda hiç kuşku yok ki, “dünyanın fabrikası” sıfatıyla da anılan Çin’in ucuz emek-ucuz hammadde kaynağı bir ülkeden, en azından ülkenin orta ve güney eyaletleri bağlamında, orta sınıflaşma süreçlerine geçmiş olmasının neden olduğu bir dış yatırım mobilizasyonunun rolü unutulmamalı.
Bu anlamda, yakında devlet başkanlığında bir yılını dolduracak olan Endonezya devlet başkanı Joko Widodo’yu (Jokowi) örnek verebiliriz. Jokowi, bu yıl içerisinde Çin, Malezya, Singapur, Japonya, Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretlerle yatırımcıları ülkeye davet ederken, bir yandan da ülkede ilgili kurumlar arasında koordinasyonu en üst düzeye çıkartacak ve dış yatırımcıları memnun etmeye matuf yasal düzenlemeleri hayata geçirmeye çalışıyor. Tabii, Jokowi’nin bu süreçte baş etmesi gereken en önemli sorunların başında bürokrasinin ihtiyaç duyduğu yeni yasaların yanı sıra, kuşkusuz ki ‘yolsuzluk ekonomisi’nin de payı göz ardı edilemez. Yolsuzluk ekonomisi derken, insandan bağımsız akışkanlık kazanan bir sermayeden bahsetmiyoruz. Tastamam, bu sermayeyi başkentten en ücra köye kadar yönlendirebilme kabiliyetine sahip olan devasa bir sistemden bahsediyoruz. Burada ortaya çok ilginç bir durum çıktığının farkında olmamız gerekir. Yukarıda ASEAN bağlamında dikkat çekmeye çalıştığım ‘yönetilebililik’ konusunun, yasa dışı icraatlarla iş-bürokrasi çevrelerinde nasıl böylesine başarılı bir yönetilebilirlik düzeyine ulaşılabildiği de herhalde iktisatçılarca ayrı bir çalışma konusu olarak ele alınacak bir öneme sahip.
Tekil ülkeler bağlamında ekonomik kalkınma gerçekleştirilirken, bunun bütün bölge ülkelerini kapsayacak şekilde bir bütüne dönüşmesinin bu ülkelerin önümüzdeki on yıl boyunca yıllık %5’lik büyümeye endekslenecekleri yönündeki olumlu yaklaşımlar kadar, bu sürecin getireceği sancılar da yok değil. Örneğin bunların başında hâlâ reform süreçlerinin epeyce gerisinde kalmış olan adını yukarıda zikrettiğim ülkelerin varlığı kadar, epeyce adım atmış ülkelerin de ekonomide milliyetçilik yaklaşımı çerçevesinde ortaya konan savunmacı reflekslerin de sürece ne kadar destek olup olmayacağı tartışmaya açık bir konu.
Gene tekil ülkeler çerçevesinde diyelim ki, Singapur bağlamında Lee Kuan Yew; Malezya özelinde Dr. Mahathir Muhammed (burada Güney Kore’li başbakan Park-Chung-Hee’yi de anmak gerekir) yönetilebilirlik sorunsalı üzerinde kendi bireysel karizmaları ve hükümet ve devlet bürokrasisi üzerindeki sıkı kontrolleri sayesinde ‘başarılarından’ söz etmek mümkün.
Günümüzde, diğer üye ülkelerde güç oranları, adları yukarıda zikredilen liderler boyutunda olmasa da, önceki nesle göre bir kaç adım önde oldukları ifade edilebilecek siyasi liderlerin varlığının yönetilebilirlik sorununu aşmada olumlu anlamda tetikleyici olabilecek mi sorusu da gündemdeki yerini koruyor. Örneğin, Endonezya’da Jokowi yönetiminin ASEAN liderliği yerine, daha içe kapanık ülkeyi derleyip toparlamaya yönelik politikalara eğilmesi bölgesel çözümler noktasında arayışın süreceğine işaret ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder