Mehmet Özay 17 Eylül 2015
Malezya’da ‘Bağımsızlık günü’nün yanı sıra, ‘ulusal gün’ adıyla bir
başka önemli gün bulunuyor. Bağımsızlığa eklemlenen ‘ulusal gün’ün ilkini
destekleyici mahiyyete olduğu görülür. Bu bağlamda, 16 Eylül’e tekabül eden ulusal
gün kutlamaları geçen Çarşamba güün yapıldı. Öncelikle, niçin iki önemli gün
var, kısaca değineyim. 30 Ağustos 1957 tarihinde ‘masa başında’ kazanılan
bağımsızlık, Malay Yarımadası olarak bilinen klasik dokuz sultanlığı ile Malaka
şehri ve Penang Adası’nı içine alarak Malaya Federasyonu’nu teşkil etti. Soğuk
Savaş yıllarının getirdiği özellikler dikkate alınarak, dünya ve bölge
siyasetine hakim olan güçlerin iradesiyle -ki bu irade, İngiltere Krallığı
parlamentosunda kabul edilen ‘1963 Malezya Yasası’yla ortaya kondu- ve de buna,
bu coğrafyayla tarihsel ve antropolojik özelliklere sahip olduğu ileri sürülen Singapur
Adası ile Borneo Adası’ndaki Sabah–Sarawak’ın 1963 yılı 16 Eylül’ünde
birleşmesiyle Malezya Federasyonu hayata geçirildi. Böylece ‘Malayalılıktan
Malezyalılığa’ geçiş kadar, sadece Malay Yarımadası’ndaki kahir ekseriyetini Malaylar-Çinliler-Hintliler-Pakistanlılar-Sri
Lankalılar vb. kökenliler değil, Singapur Çinlileri-Malayları ve Hintlileriyle,
Borneo Adası’nın aralarında Iban, Bidayuh, Melanau, Tagal’ın da bulunduğu bir
düzineyi aşkın etnik yapısının da içinde yer alacağı oldukça geniş bir ‘birlik’
doğmuş oldu.
Malezya’da ‘Bağımsızlık günü’nün yanı sıra, ‘ulusal gün’ adıyla bir başka önemli gün bulunuyor. Bağımsızlığa eklemlenen ‘ulusal gün’ün ilkini destekleyici mahiyyete olduğu görülür. Bu bağlamda, 16 Eylül’e tekabül eden ulusal gün kutlamaları geçen Çarşamba güün yapıldı. Öncelikle, niçin iki önemli gün var, kısaca değineyim. 30 Ağustos 1957 tarihinde ‘masa başında’ kazanılan bağımsızlık, Malay Yarımadası olarak bilinen klasik dokuz sultanlığı ile Malaka şehri ve Penang Adası’nı içine alarak Malaya Federasyonu’nu teşkil etti. Soğuk Savaş yıllarının getirdiği özellikler dikkate alınarak, dünya ve bölge siyasetine hakim olan güçlerin iradesiyle -ki bu irade, İngiltere Krallığı parlamentosunda kabul edilen ‘1963 Malezya Yasası’yla ortaya kondu- ve de buna, bu coğrafyayla tarihsel ve antropolojik özelliklere sahip olduğu ileri sürülen Singapur Adası ile Borneo Adası’ndaki Sabah–Sarawak’ın 1963 yılı 16 Eylül’ünde birleşmesiyle Malezya Federasyonu hayata geçirildi. Böylece ‘Malayalılıktan Malezyalılığa’ geçiş kadar, sadece Malay Yarımadası’ndaki kahir ekseriyetini Malaylar-Çinliler-Hintliler-Pakistanlılar-Sri Lankalılar vb. kökenliler değil, Singapur Çinlileri-Malayları ve Hintlileriyle, Borneo Adası’nın aralarında Iban, Bidayuh, Melanau, Tagal’ın da bulunduğu bir düzineyi aşkın etnik yapısının da içinde yer alacağı oldukça geniş bir ‘birlik’ doğmuş oldu.
.
İşte bu nedenle iki farklı tarihde gerçekleşen ‘birlik’ nedeniyle,
doğal olarak iki farklı “ulusal gün” kutlanıyor. Ancak dünkü ‘kutlamalar’ ve
‘gösterilerde de’ tanık olunduğu üzere, 1960’lı yılların ruhunun oluşturuğu bu
birliğin avantajları kadar dezavantajlarıyla da yüzleşme devam ediyor. Dünkü
resmi kutlamalar, genel temayül gereği Başbakan Necib bin Razak ve Yardımcısı ve
İçişleri Bakanı Ahmad Zahidi Hamid’in katılımıyla Sabah Eyaleti başkenti Kota Kinabalu’da
gerçekleştirildi.
Öte yandan, başkent Kuala Lumpur ise, ‘birlik ruhunu’ ne kadar
yansıttığı oldukça sorunlu olan bir gösteriye sahne oldu. Bu sefer sahnede,
‘adil seçim’, ‘temiz yönetim’ vb. çağrılarla meydanları dolduran her çevreden
muhalefet grupları yoktu. Temel çıkış noktasını 29-30 Ağustos günlerinde
düzenlenen ‘Bersih’ gösterileri oluşturuyordu. Bersih bağlamında ortada bir
‘tahrik’ olduğu, Malay liderlere dolayısıyla Malay ırkına hakaret edildiği
argümanı güçlü bir şekilde işleniyor ve Çinlilere haddini bildirilmesi
gerektiği yollu bir tehdit de ardından geliyordu. Bu tehdidin bir yönünde,
gösterinin Çinlilere ait işyerlerinin çoğunlukta olduğu Low Yat Alışveriş
merkezi’nin de bulunduğu Bukit Bintang’da yapılma isteğiydi. Ancak tam da
burada bir ayrıma gidilerek, ‘Bersih’in tüm etnik yapıların destek verdiği
haklar üzerinden gerçekleştirilen bir eylem değil, Çinlilerin Malayları rencide
etme girişimi olarak algılanmasıydı. Algı böyle olunca, ister istemez Kırmızı
Tişörtlüler organizatörlerinin eylem ilânıyla birlikte akıllara 13 Mayıs 1969
düşmeye başladı!
Ciddi bir güvenlik sorunu doğduğuna kuşku yok. Emniyet güçlerinin Low
Yat’ bölgesine izin vermezken, gösteri için Bağımsızlık Meydanı yakınlarındaki
Padang Merbok’a işaret ediyordu. Burada aralarında UMNO’nun önde gelen
isimlerinin de aktif olarak katıldığı ve yapılan konuşmalarda dayanak noktası,
‘Malay ırkının hakları’ ve ‘İslamiyet’ olması dikkat çekiyordu. Tabii temelde
hedef Çinlilerdi. Bunun somut göstergesi ise, konuşmaların ardından
göstericilerin, Çin Mahallesi olarak bilinen Petaling Caddesi’ye doğru yürüyüşe
geçmeleri oluşturdu. Polis olabilecekleri iyi hesap ederek, tazyikli su
kullanmak suretiyle göstericilerin bu semte girmesine izin vermedi.
‘Kırmızı Tişörtlüler’ gösterisinde ilginç olan husus, ‘birlik’
olgusuyla beraber anılan ‘Ulusal gün’de Malezya ulusunun yarıdan biraz
fazlasını oluşturan Malay ırkının haklarının korunması gibi bir argümanla
gerçekleştirilmiş olmasıdır. Başkanlığını, Malaka eski valisi Rüstem Ali’nin
yaptığı “Malezya Ulusal Dövüş Sanatları Federasyonu” (PESAKA) çağrısına binlerce
Malay icabet etti. Bu çağrı, Malay etnik temelli yüzlerce sivil toplum
derneklerinin katılımına tekabül ediyordu. Her ne kadar bu dernek isminde “Malezya”
kelimesi geçse de, burada vurgu “Malay” geleneksel dövüş sanatı’dır. Hemen
burada şu soruyu sormak lazım: “Malaka gibi Çin nüfusunun yoğun olduğu ve uzun
yıllar bu tarihi şehre önemli hizmetlerde bulunmuş olan bir Vali’nin 2013
seçimlerinde kaybetmesinin ardından “yoğun bir Malay tonuna” sahip bir kuruma
niçin başkan oldu?” Aslında cevap da sorunun içinde. Verdiği onca hizmete
rağmen, seçimlerde Çin seçmen tarafından ‘al aşağı’ edildiği yönünde güçlü bir
kanaat sahibi olan Rustam Ali, öyle gözüküyor ki, soluğu Pesaka’da aldı. Bu
hususu sıradan bir vakıa olarak hatırlatmıyorum. Aksine, gerek bazı önceki
gelişmeler gerekse bu son gösterinin temel hedeflerinin 2013 yılı seçim
sonuçlarına ve akabinde ortaya çıkan bazı gelişmelere endeksli olduğuna işaret
etmek istiyorum.
Açıkçası dün, iktidar çevrelerinin açık/gizli destek verdiği ve
kendilerini ‘Malay ırkının’ temsilcisi mesabesinde gören bir organizasyon
önderliğinde gerçekleştirilen ‘Malay birliği’ hedefli bir toplumsal eylem
gerçekleştirildi. Önce izin verilmeyen ardından ‘tamam, ancak şu şartlarda
yapın’ denilen eyleme Hükümet çevrelerinin verdiği desteği ‘aşikâr’ kılan
hususun en başında, Başbakan’ın dün akşam saatlerinde Kota Kinabalu’da
katıldığı kutlamalara gelen binlerce kişinin ‘kırmızı tişört’ giymesi olduğu
söylenebilir mi? Yoksa ortada sadece kırmızı sevgisi olan kişilerin tesadüfi
bir buluşması mıdır diye de sorulabilir. Geçen hafta Başbakan Necib bin
Razak’ın “biz bu gösteriyi desteklemiyoruz” açıklamasından sadece birkaç gün
sonra, Malezya Ulusal Birleşik Federasyonu (UMNO)’nu logolu ve imzalı
dilekçelerle partinin tüm birimlerine gönderilen mektupla ‘Kırmızı Tişörtlüler’
gösterisine katılınması çağrısı yapılması da kayda değer bir çelişkiydi.
Çelişki silsilesi bununla da bitmiyor. Başbakan Yardımcılığı ve Milli Eğitim
Bakanlığı görevinden alınan UMNO Genel Başkan Yardımcısı Muhyiddin Yasin,
yaptığı açıklamalarla bu gösterinin Malay ırkını temsil etmediği gibi, ulusal
birlik ruhuna zarar da verici bir yönü olduğuna dikkat çekiyordu. Üstüne
üstlük, ulusal gün’de bu gösteriyi düzenleyenleri ‘ırkçı’ olmakla suçlayan
açıklamalar yapıyordu.
Malezya’daki gelişmeleri bir şekilde izleyenler, tabii ki benzer bir
tepkinin Dr. Mahathir Muhammed tarafından da gündeme getirildiğini tahmin
edeceklerdir. ‘Kırmızı Tişörtlüler’ de “Sen de Malay mısın!” tarzında oldukça
na-hoş bir cevap verdiler. Bu silsileye “Malay” eski bakan ve bürokratların da
iştirak etmesi, ortada sadece mevcut ‘ırklar’ arası bir çatışmadan değil,
aksine özellikle de ‘Malay ırkı’ içerisinde epeyce kırılgan noktalarda süren
bir mücadelenin varlığı kendini ortaya koyuyor. Burada “iktidar” ve “muhalefet”
olgularının ötesinde bir ayrışma ve çatışma ruhunun giderek azdı/rıldı/ğını
söylemek mümkün. Bu süreçte en cesurane açıklamanın ise Malay bir eski diplomat
Nur Farida Ariffin’den geldi. Nur, üst üste yaptığı açıklamalarında Kırmızı
Tişörtlüler’in Malayları temsil etmediğini, bu grubun birilerince ‘satın
alınmış’ olduğunu söylerken; ardından iktidarı hedef gösterecek şekilde son iki
seçimlerde kaybedilen oylara atıfta bulunuyordu.
Gösteri öncesinde ve sırasında yapılan çeşitli açıklamalar ve
konuşmalarda, Malezya toplumunda yaşanmakta olan sosyo-politik çatışmaların Malay-Çinli
temelli olmaklığının ötesinde, ‘ümmeti’ ilgilendiren bir boyutu var. O da,
gerek kanunen gerekse toplumsal bir baskı aracı olarak, Malayların İslamiyetle
özdeşleştirilmelerinden kaynaklanıyor. Bir aidiyet ve toplumsal gerçeklik
olarak bunda yadsınacak bir yön yok açıkçası. Ancak belli eller marifetiyle,
Çinli azınlığın başat olduğuna kuşku olmayan toplumsal eylemlerle, Malay
liderleri ve halkının hedef alındığına dair eleştirilerin mahir bir şekilde
İslamiyete yapılmış gibi gösterilmesi, ülkede Müslüman olsun olmasın diğer
etnik yapılar üzerinde İslamiyete yönelik negatif bir algının oluşmasına
dolaylı bir işlevsellik kazandırıldığı unutuluyor.
Bu noktada, Enver Musa gibi UMNO’ya mensup kimi liderler dünkü
gösteride bunu sözlü olarak açıkça dile getirmekten geri kalmadılar. Üstüne
üstlük taşınan bazı panklardaki ifadelerin de tahrik boyutu yüksekti. Bu sözlü
açıklamalar ve göstergesel araçların, pek çok sorun karşısında duyarlılığın üst
düzeyde tutulması yönünde bir çaba olmak yerine, aksine ulusal bütünlüğe çokça
ihtiyaç duyulan bugünlerde ‘bütünlük’ ruhunu daha da zedeleyici olduğuna kuşku
yok.
Oysa, gösterinin doğrudan hedefi haline getirilen Halkın Eylem Partisi
(DAP), pür bir Çin etnik partisi değil. Aksine, ağırlıklı olarak Çinli etnik
unsuru taşımakla birlikte, bünyesinde Hint ve Malay kökenli üyelerinin, hatta
milletvekillerinin de olduğu dikkate alındığında bu siyasi partinin ülkedeki
Müslümanların veya İslamiyetin düşmanı olarak gösterilmesinin rasyonel bir
tarafı bulunmuyor. Kaldı ki, DAP’ın Halkın Adaleti Partisi ve düne kadar
Malezya İslam Partisi’yle (PAS) siyasi ittifak kurduğu, 2008 ve 2013
seçimlerine ittifakla girdikleri, tüm ‘temiz toplum’ gösterilerine birlikte
katıldıkları da unutulmamalı.
Bu oldukça ‘derin’ konunun bugünün meselesi olmadığı, aksine bağımsızlık
öncesinden neşet eden güçlü ve de o denli sorunlu bir yapılaşması olduğunu
söylemeliyim. Bu çerçevede Donna J. Amoroso’nun kayda değer bir akademik
çalışma olduğuna kuşku olmayan ‘Traditionalism and the Ascendancy of the Malay
ruling Class in Colonial Malaya’ başlıklı kitabının bazı ip uçları verdiğine
oldukça kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder