19 Eylül 2015 Cumartesi

Malezya “Ulusal Günü” ve Toplumsal Çatışma /National Day of Malaysia and Social Conflict

Mehmet Özay                                                                                                                   17 Eylül 2015 

Malezya’da ‘Bağımsızlık günü’nün yanı sıra, ‘ulusal gün’ adıyla bir başka önemli gün bulunuyor. Bağımsızlığa eklemlenen ‘ulusal gün’ün ilkini destekleyici mahiyyete olduğu görülür. Bu bağlamda, 16 Eylül’e tekabül eden ulusal gün kutlamaları geçen Çarşamba güün yapıldı. Öncelikle, niçin iki önemli gün var, kısaca değineyim. 30 Ağustos 1957 tarihinde ‘masa başında’ kazanılan bağımsızlık, Malay Yarımadası olarak bilinen klasik dokuz sultanlığı ile Malaka şehri ve Penang Adası’nı içine alarak Malaya Federasyonu’nu teşkil etti. Soğuk Savaş yıllarının getirdiği özellikler dikkate alınarak, dünya ve bölge siyasetine hakim olan güçlerin iradesiyle -ki bu irade, İngiltere Krallığı parlamentosunda kabul edilen ‘1963 Malezya Yasası’yla ortaya kondu- ve de buna, bu coğrafyayla tarihsel ve antropolojik özelliklere sahip olduğu ileri sürülen Singapur Adası ile Borneo Adası’ndaki Sabah–Sarawak’ın 1963 yılı 16 Eylül’ünde birleşmesiyle Malezya Federasyonu hayata geçirildi. Böylece ‘Malayalılıktan Malezyalılığa’ geçiş kadar, sadece Malay Yarımadası’ndaki kahir ekseriyetini Malaylar-Çinliler-Hintliler-Pakistanlılar-Sri Lankalılar vb. kökenliler değil, Singapur Çinlileri-Malayları ve Hintlileriyle, Borneo Adası’nın aralarında Iban, Bidayuh, Melanau, Tagal’ın da bulunduğu bir düzineyi aşkın etnik yapısının da içinde yer alacağı oldukça geniş bir ‘birlik’ doğmuş oldu.


.

İşte bu nedenle iki farklı tarihde gerçekleşen ‘birlik’ nedeniyle, doğal olarak iki farklı “ulusal gün” kutlanıyor. Ancak dünkü ‘kutlamalar’ ve ‘gösterilerde de’ tanık olunduğu üzere, 1960’lı yılların ruhunun oluşturuğu bu birliğin avantajları kadar dezavantajlarıyla da yüzleşme devam ediyor. Dünkü resmi kutlamalar, genel temayül gereği Başbakan Necib bin Razak ve Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Ahmad Zahidi Hamid’in katılımıyla  Sabah Eyaleti başkenti Kota Kinabalu’da gerçekleştirildi.
Öte yandan, başkent Kuala Lumpur ise, ‘birlik ruhunu’ ne kadar yansıttığı oldukça sorunlu olan bir gösteriye sahne oldu. Bu sefer sahnede, ‘adil seçim’, ‘temiz yönetim’ vb. çağrılarla meydanları dolduran her çevreden muhalefet grupları yoktu. Temel çıkış noktasını 29-30 Ağustos günlerinde düzenlenen ‘Bersih’ gösterileri oluşturuyordu. Bersih bağlamında ortada bir ‘tahrik’ olduğu, Malay liderlere dolayısıyla Malay ırkına hakaret edildiği argümanı güçlü bir şekilde işleniyor ve Çinlilere haddini bildirilmesi gerektiği yollu bir tehdit de ardından geliyordu. Bu tehdidin bir yönünde, gösterinin Çinlilere ait işyerlerinin çoğunlukta olduğu Low Yat Alışveriş merkezi’nin de bulunduğu Bukit Bintang’da yapılma isteğiydi. Ancak tam da burada bir ayrıma gidilerek, ‘Bersih’in tüm etnik yapıların destek verdiği haklar üzerinden gerçekleştirilen bir eylem değil, Çinlilerin Malayları rencide etme girişimi olarak algılanmasıydı. Algı böyle olunca, ister istemez Kırmızı Tişörtlüler organizatörlerinin eylem ilânıyla birlikte akıllara 13 Mayıs 1969 düşmeye başladı!
Ciddi bir güvenlik sorunu doğduğuna kuşku yok. Emniyet güçlerinin Low Yat’ bölgesine izin vermezken, gösteri için Bağımsızlık Meydanı yakınlarındaki Padang Merbok’a işaret ediyordu. Burada aralarında UMNO’nun önde gelen isimlerinin de aktif olarak katıldığı ve yapılan konuşmalarda dayanak noktası, ‘Malay ırkının hakları’ ve ‘İslamiyet’ olması dikkat çekiyordu. Tabii temelde hedef Çinlilerdi. Bunun somut göstergesi ise, konuşmaların ardından göstericilerin, Çin Mahallesi olarak bilinen Petaling Caddesi’ye doğru yürüyüşe geçmeleri oluşturdu. Polis olabilecekleri iyi hesap ederek, tazyikli su kullanmak suretiyle göstericilerin bu semte girmesine izin vermedi.
‘Kırmızı Tişörtlüler’ gösterisinde ilginç olan husus, ‘birlik’ olgusuyla beraber anılan ‘Ulusal gün’de Malezya ulusunun yarıdan biraz fazlasını oluşturan Malay ırkının haklarının korunması gibi bir argümanla gerçekleştirilmiş olmasıdır. Başkanlığını, Malaka eski valisi Rüstem Ali’nin yaptığı “Malezya Ulusal Dövüş Sanatları Federasyonu” (PESAKA) çağrısına binlerce Malay icabet etti. Bu çağrı, Malay etnik temelli yüzlerce sivil toplum derneklerinin katılımına tekabül ediyordu. Her ne kadar bu dernek isminde “Malezya” kelimesi geçse de, burada vurgu “Malay” geleneksel dövüş sanatı’dır. Hemen burada şu soruyu sormak lazım: “Malaka gibi Çin nüfusunun yoğun olduğu ve uzun yıllar bu tarihi şehre önemli hizmetlerde bulunmuş olan bir Vali’nin 2013 seçimlerinde kaybetmesinin ardından “yoğun bir Malay tonuna” sahip bir kuruma niçin başkan oldu?” Aslında cevap da sorunun içinde. Verdiği onca hizmete rağmen, seçimlerde Çin seçmen tarafından ‘al aşağı’ edildiği yönünde güçlü bir kanaat sahibi olan Rustam Ali, öyle gözüküyor ki, soluğu Pesaka’da aldı. Bu hususu sıradan bir vakıa olarak hatırlatmıyorum. Aksine, gerek bazı önceki gelişmeler gerekse bu son gösterinin temel hedeflerinin 2013 yılı seçim sonuçlarına ve akabinde ortaya çıkan bazı gelişmelere endeksli olduğuna işaret etmek istiyorum.
Açıkçası dün, iktidar çevrelerinin açık/gizli destek verdiği ve kendilerini ‘Malay ırkının’ temsilcisi mesabesinde gören bir organizasyon önderliğinde gerçekleştirilen ‘Malay birliği’ hedefli bir toplumsal eylem gerçekleştirildi. Önce izin verilmeyen ardından ‘tamam, ancak şu şartlarda yapın’ denilen eyleme Hükümet çevrelerinin verdiği desteği ‘aşikâr’ kılan hususun en başında, Başbakan’ın dün akşam saatlerinde Kota Kinabalu’da katıldığı kutlamalara gelen binlerce kişinin ‘kırmızı tişört’ giymesi olduğu söylenebilir mi? Yoksa ortada sadece kırmızı sevgisi olan kişilerin tesadüfi bir buluşması mıdır diye de sorulabilir. Geçen hafta Başbakan Necib bin Razak’ın “biz bu gösteriyi desteklemiyoruz” açıklamasından sadece birkaç gün sonra, Malezya Ulusal Birleşik Federasyonu (UMNO)’nu logolu ve imzalı dilekçelerle partinin tüm birimlerine gönderilen mektupla ‘Kırmızı Tişörtlüler’ gösterisine katılınması çağrısı yapılması da kayda değer bir çelişkiydi. Çelişki silsilesi bununla da bitmiyor. Başbakan Yardımcılığı ve Milli Eğitim Bakanlığı görevinden alınan UMNO Genel Başkan Yardımcısı Muhyiddin Yasin, yaptığı açıklamalarla bu gösterinin Malay ırkını temsil etmediği gibi, ulusal birlik ruhuna zarar da verici bir yönü olduğuna dikkat çekiyordu. Üstüne üstlük, ulusal gün’de bu gösteriyi düzenleyenleri ‘ırkçı’ olmakla suçlayan açıklamalar yapıyordu.
Malezya’daki gelişmeleri bir şekilde izleyenler, tabii ki benzer bir tepkinin Dr. Mahathir Muhammed tarafından da gündeme getirildiğini tahmin edeceklerdir. ‘Kırmızı Tişörtlüler’ de “Sen de Malay mısın!” tarzında oldukça na-hoş bir cevap verdiler. Bu silsileye “Malay” eski bakan ve bürokratların da iştirak etmesi, ortada sadece mevcut ‘ırklar’ arası bir çatışmadan değil, aksine özellikle de ‘Malay ırkı’ içerisinde epeyce kırılgan noktalarda süren bir mücadelenin varlığı kendini ortaya koyuyor. Burada “iktidar” ve “muhalefet” olgularının ötesinde bir ayrışma ve çatışma ruhunun giderek azdı/rıldı/ğını söylemek mümkün. Bu süreçte en cesurane açıklamanın ise Malay bir eski diplomat Nur Farida Ariffin’den geldi. Nur, üst üste yaptığı açıklamalarında Kırmızı Tişörtlüler’in Malayları temsil etmediğini, bu grubun birilerince ‘satın alınmış’ olduğunu söylerken; ardından iktidarı hedef gösterecek şekilde son iki seçimlerde kaybedilen oylara atıfta bulunuyordu. 
Gösteri öncesinde ve sırasında yapılan çeşitli açıklamalar ve konuşmalarda, Malezya toplumunda yaşanmakta olan sosyo-politik çatışmaların Malay-Çinli temelli olmaklığının ötesinde, ‘ümmeti’ ilgilendiren bir boyutu var. O da, gerek kanunen gerekse toplumsal bir baskı aracı olarak, Malayların İslamiyetle özdeşleştirilmelerinden kaynaklanıyor. Bir aidiyet ve toplumsal gerçeklik olarak bunda yadsınacak bir yön yok açıkçası. Ancak belli eller marifetiyle, Çinli azınlığın başat olduğuna kuşku olmayan toplumsal eylemlerle, Malay liderleri ve halkının hedef alındığına dair eleştirilerin mahir bir şekilde İslamiyete yapılmış gibi gösterilmesi, ülkede Müslüman olsun olmasın diğer etnik yapılar üzerinde İslamiyete yönelik negatif bir algının oluşmasına dolaylı bir işlevsellik kazandırıldığı unutuluyor.
Bu noktada, Enver Musa gibi UMNO’ya mensup kimi liderler dünkü gösteride bunu sözlü olarak açıkça dile getirmekten geri kalmadılar. Üstüne üstlük taşınan bazı panklardaki ifadelerin de tahrik boyutu yüksekti. Bu sözlü açıklamalar ve göstergesel araçların, pek çok sorun karşısında duyarlılığın üst düzeyde tutulması yönünde bir çaba olmak yerine, aksine ulusal bütünlüğe çokça ihtiyaç duyulan bugünlerde ‘bütünlük’ ruhunu daha da zedeleyici olduğuna kuşku yok.
Oysa, gösterinin doğrudan hedefi haline getirilen Halkın Eylem Partisi (DAP), pür bir Çin etnik partisi değil. Aksine, ağırlıklı olarak Çinli etnik unsuru taşımakla birlikte, bünyesinde Hint ve Malay kökenli üyelerinin, hatta milletvekillerinin de olduğu dikkate alındığında bu siyasi partinin ülkedeki Müslümanların veya İslamiyetin düşmanı olarak gösterilmesinin rasyonel bir tarafı bulunmuyor. Kaldı ki, DAP’ın Halkın Adaleti Partisi ve düne kadar Malezya İslam Partisi’yle (PAS) siyasi ittifak kurduğu, 2008 ve 2013 seçimlerine ittifakla girdikleri, tüm ‘temiz toplum’ gösterilerine birlikte katıldıkları da unutulmamalı.
Bu oldukça ‘derin’ konunun bugünün meselesi olmadığı, aksine bağımsızlık öncesinden neşet eden güçlü ve de o denli sorunlu bir yapılaşması olduğunu söylemeliyim. Bu çerçevede Donna J. Amoroso’nun kayda değer bir akademik çalışma olduğuna kuşku olmayan ‘Traditionalism and the Ascendancy of the Malay ruling Class in Colonial Malaya’ başlıklı kitabının bazı ip uçları verdiğine oldukça kuşku yok. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder