Mehmet Özay 7 Mayıs
2015
Ertuğrul Fırkateyni’nin 1890’da çıktığı ‘uzun’ ve ‘dönülmez’ yolculuğun
125. yıldönümü nedeniyle sessiz sedasız bir tür anma töreni düzenleniyor. Anma
töreninin boyutu ise -en azından şu ana kadar vakıf olabildiğim kadarıyla- ,Türk
Silahlı Kuvvetleri’ne ait ”TCG Gediz (F-495)” adlı gemi 7-9 Mayıs tarihlerinde Endonezya
Cumhuriyeti’nin başkenti Cakarta Limanı’na ‘demirleyecek’ ve bu vesileyle bazı
programlara konu olmasıyla bağlantılı. Bu noktadan bakıldığında Ertuğrul’u anma
çabasının statik değil, aksine mobilite içeren bir yönü olduğu söylenebilir. Hemen
burada ‘Ertuğrul’un çabasını anlama uğraşıyla, meseleye ‘at gözlüğüyle’ bakma
arasında kayda değer bir fark olduğuna dikkat çekilmeli.
Dönemin koşulları dikkate alındığında İstanbul’dan yola çıkan fırkateyn’in
Japonya Krallığı’na ‘nezaket’ ziyaretinden ibaret olmadığı aşikâr. Uzun deniz
yolculuğunda ‘lojistik’ destek mahiyetindeki zorunlu duraklamalar bağlamında
Hindistan ve Malay dünyasında çeşitli limanlarda bir tür ‘görücüye’ çıkmış
havasının da var olduğu izlenimi uyandırmıyor değil. 19. yüzyıl sonlarında,
biraz cahili biraz duygusal yaklaşımlarla Ertuğrul Fırkateyni’nden tarûmar
olmuş İslam coğrafyasında birlik/beraberlik, sömürgeciliğe ve emperyalizme
karşı dirençli duruş vs. bir yaklaşım çıkartılabilir mi? Osmanlı Devleti gibi
sağlam ilkeler üzerine bina edilmiş bir siyasi bütünün uzun geçmişin yükünü tüm
ağırlığıyla hissettiği bir dönemde gerçekleşen bu gemi ‘serüveni’ batışının
sembolik olarak ortaya koyduğu üzere Devlet-i Ali’nin geldiği noktayı da gözler
önüne seriyor.
Tabii, Ertuğrul Fırkateyni’nin uğradığı limanlar çerçevesinde bizi yakînen
ilgilendiren yönü Malay dünyası... Bu noktada, Malay dünyasını günümüzün
Malezya’sı ile karıştırmamak gerekir. Batılı antropolog ve sosyologların
tanımlamalarıyla Hindistan’ın doğusunda kalan topraklar genel mahiyetiyle
‘Malay dünyası’ olarak adlandırılır. İşin öte yanında bir ırk olarak kabul
edilip edilmeyeceği tartışmaları bir yana, geniş ‘Malay’ toplumunun kahir
ekseriyetinin İslamiyetle olan ilişkisi dikkat çeker. İşte bu noktada,
Ertuğrul’un 1890’daki yolculuğunu ‘Pan-İslamcı’ çerçeveye oturtma çabasında
Malay toplumunun bu kök değerlerinin önemi vardır.
Ancak işin öte yayını da es geçmemek gerekir... O da 1786 yılında Penang
Adası’ndan başlayarak 1819’da Singapur ve 1824’de Malaka şehrine ‘nüfuzla’
İngiltere Krallığı’nın Doğu Hint Şirketi vasıtasıyla yürüttüğü mandacılığına/sömürgeciliğine
konu olan Malay Yarımadası ile Hollanda Krallığı’nın sömürge yönetimi Hollanda
Doğu Hint Şirketi’nin (Verenigde
Oost-Indische Compagnie-VOC), 1641’de Batavya’yı -bugünkü adıyla
Cakarta’da- sömürge başkenti kılmasıyla başlayan süreç Malay dünyasının hangi
siyasi-idari yapıların egemenliğinde olduğunu ortaya koyuyor. Erken dönem
sömürgecilik tarihine yaptığımız bu atfın, tabii ki, Ertuğrul Fırkateyni’nin seyahati
yıllarında neye tekabül ettiğine de bakalım. İngilizlerin, sömürgecilik
açılımlarını, sadece Penang-Singapur Adaları’yla sınırlı kalmayıp, 1874’den
itibaren Malay Yarımadası’nda bir türlü kendi aralarında birlik kuramamış dokuz
Malay ‘sultanlığını’ ‘daha iyi yönetme’ adına kapsayacak şekilde
genişletmelerine karşılık, Hollandalıların kaba kuvvete dayalı yayılmacılığını
emperyalizme evirdikleri görülür. Bu süreçte Malay dünyasının İngiltere ve
Hollanda arasında parsellenmesinde1824 Londra Anlaşması belirleyici oldu.
Ancak bu geniş Malay coğrafyasında belki de Ertuğrul Fırkateynine biçilen
Pan-İslamcı rolün ne kadar gerçeklikle bağdaşabildiğini ortaya koyacak bir diğer
husus ise Açe bölgesidir. Sumatra Adası’nın kuzeyinde bağımsız bir devlet
olarak 16. yüzyıl başlarından itibaren (1511) -ki öncesinde de aynı bölgede Perlak, Samudra-Pasai, Lamuri, Daya, Dar’ul
Kamal gibi irili ufaklı İslam devletlerinin varlığını hatırlandığında çok
daha uzun dönemleri kapsayan bir sürece atıf yaptığımız ortaya çıkacaktır-
varlığını sürdüren Açe Darüsselam Sultanlığı, 26 Mart 1873 tarihinde Hollanda
sömürge yönetiminin saldırısına maruz kalması temelde, yukarıda zikrettiğim ‘1824
sürecinin’ tamamlanmasına matuf bir girişimdir. Açe ki, 16. yüzyıl ortalarından
itibaren Osmanlı Devleti’ni Takımadalar ve Güneydoğu Asya Müslümanların
varlığından haberdar etmekle kayda değer bir tarihi girişimde bulunmuştu.
Akabinde, bu sürecin bizzat ‘takipçisi’ olması ve nihayetinde 19. yüzyılda
Hollanda sömürgeciliği karşısında sadece Açeliler olarak değil, kahir
ekseriyeti çoktan sömürgecilik baskısına maruz kalmış geniş Malay halklarının
ümidi olarak varlık imtihanına girildiği dönemde de İstanbul ziyaretleriyle
‘has’ Pan-İslamcı duruşu sergileyebilmiş bir devletti.
Bu doğu coğrafyasında
Osmanlı'nın kurduğu ileri sürülen ve bir türlü ne olup bittiği tam
anlaşılamamış Açe'ye, Ertuğrul'un niçin uğramadığını kimse gündeme getirmiyor.
Şayet bir Pan-İslam olgusu ortaya çıkacak ve bu niyet var idiyse herhalde bunun
dinamiklerinden biri Açe olsa gerekti. Ancak Ertuğrul Açe limanlarına
uğrayamamıştır. Oysa, Ertuğrul Fırkateyni’nin Malaka Boğazı’na girmesiyle
sadece Osmanlı Devleti ile kurmuş olduğu ilişkiler muvacehesinde değil,
lojistik destek mahiyetinde dahi düşünüldüğünde uğramasının mantıklı olduğu
liman Banda Açe limanıydı. Ancak bu gerçeklemedi... Nedesi ise malum... 26 Mart
1873’de başlayan ve Osmanlı Devleti’nden talep ettikleri maddi-manevi yardımı
alamamış olmalarına ve şu veya bu şekilde bu sürecin neden olduğu tüm
imkânsızlıklara rağmen, Açelilerin sergilediği mukavemetle geri dönmek zorunda
kalan, ancak 1874 yılı başlarında daha büyük bir donanma gücü ile başkent Banda
Açe sahillerine dayanan Hollandalıların yanlarında Takımadalar’ın değişik coğrafyalarından
getirdikleri ‘köle’ askerleriyle Açe topraklarında hakimiyet sergileme
girişimleri devam ediyor oluşlarıydı.
Açe limanı es geçilmiş olsa da, Ertuğrul Fırkateyni’nin, İngilizlerin Malay
dünyasını yönetiminde başkent hükmündeki Singapur Adası’na uğraması, Ada ve
Yarımada’daki Malay Sultanlarınca nasıl bir hissiyata yol açtığı ve bu hissiyat içinde ‘Pan-İslamcı’ duruşun
ne denli yer işgal ettiği araştırılması gereken bir konudur. Yoksa
‘Fırkateyn’in Singapur limanına girişini bir ‘İngiliz konukseverliği’ olarak mı
yorumlamalı?
Bir başka yerde dile
getirdiğim üzere şu hususu da tekrar edebilirim… Singapur'a uğrayan Ertuğrul
Fırkateyni’ni, bölgenin sözü geçer Johor Sultanı'nın ziyaret edip etmediği de
önemlidir. Singapur'da ortaya çıkan ‘bir hissiyattan’ söz edeceksek, bunun kayda
değer bir bölümünü göçmen Arap kominitesi içindeki bazı unsurların (peranakan)
varlığına bağlamak gerekir. Ötesi ise biraz şüpheli.
Ertuğrul Fırkateyni’nin
uğruna yola çıktığı hedefi ne kadar gerçekleştirdiği ise şüphelidir.
Hindistan'daki hareket, bir Pan-İslam okuması yerine, daha çok sadece Hint
Altkıtası'nın İngiliz hakimiyetinden kurtarılması anlamını taşıyordu. Bu
Pan-İslam hareketi örneğin Malaya'da işe yaramamıştır. I. Dünya Savaşı'nda
bölgedeki sultanların kime destek verdiği ise bunun açık-seçik kanıtıdır.
Son söz olarak şunu ifade
etmek gerekir ki, Ertuğrul Fırkateyni’nin batışı, aslında kimi araştırmacıların
tespitinin de ortaya koyduğu üzere yakın gelecekte Osmanlı Devleti'nin siyasi
varlığının sona erişinin bir sembolü olarak da okunabilir. Ertuğrul Fırkateyni’nin
batışıyla hayatını kaybedenleri rahmetle anarken, dönemin ilişkilerini ve bugüne
yansımalarını da duygusal modun ve ötesinde tarihi gerçekler ışığında kayda değer
araştırmalara konu olmasını temenni ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder