Mehmet Özay 18 Mayıs 2015
Son günlerdeki gelişmeler ışığında dikkate alındığında, Arakan Müslümanlarıyla
ilgili sorunun henüz anlaşılabildiğini söylemek güç. Tekrar babında ifade etmek
gerekirse, 2012 yılı Mayıs sonu ve Haziran başında nükseden hadisenin küresel
medya tarafından gündeme taşınmasıyla, sanki Arakanlı Müslümanlar ilk defa Myanmar
devletinin ve de Budist Burma etnik toplumunun zulmüne maruz kalıyormuş
izlenimi uyandırıldı. Temelde bu yanlışa başta bölge ülkeleri yönetimleri olmak
üzere, Doğusundan Batısına neredeyse ilgili tüm devletler ve de bu sahada rol
almak isteyen hemen hemen tüm STK’larca düşüldüğüne tanık olundu. Ardından
yapılan ikinci önemli hata, Arakanlıları, Arakan coğrafyasını ve tarihini,
Arakan mücadelesini ve de elbette adına düne kadar ‘Burma’, bugün ise Myanmar
denilen ülkenin neye tekabül ettiğini anlama çabasının sergilen(e)memiş
olmasıdır. Burada açıkça ifade etmek gerekir ki, Arakan Müslümanları sorunu
‘insani yardım’a indirgenebilecek bir sorun değil. Bu noktada, her kim ki
Arakanlı Müslümanların sorununu ‘insani yardım’ bağlamına indirgiyorsa, Myanmar
devleti yönetimiyle ister istemez aynı safta ve aynı konumda yer alıyor
demektir. Buna ilâve olarak, Arakan sorunu salt Myanmar’ın iç meselesi değil,
aksine bölgesel ve küresel bağlamıyla büyük bir sorunun parçası niteliğindedir.
Bu, dün de böyleydi, bugünde... Bu anlaşılmadan, soruna çözüm bulmakda mümkün
gözükmüyor.
İlk etapta anlaşılması gereken husus, adına Arakanlı Müslümanlar denilen
kitlenin yüzyıllar öncesinde atalarının kurduğu topraklarda Myanmar devleti
içerisinde özerk bir eyalet olarak, özgürce ve insanlık onur ve haysiyetine
yakışır bir şekilde yaşam sürme taleplerine kulak verilmesi ve bağlamda tüm imkânların
seferber edilmesidir. İkinci adımda, sömürge öncesi ve sonrasında bölgede neler
yaşandığına dair bir anlama çabasının sergilenmesidir. Tarihsel olarak Arakanlı
Müslümanların üzerinde yaşam sürdükleri toprakların, Myanmar’ın batısında
Bengal Körfezi’ne açılan uzun sahil şeridi boyunca uzanan bir coğrafya olduğu
görülür. Zaten tarihde Arakan Sultanlığı adı verilen siyasi yapının sahip
olduğu ticaret limanları ve de deniz yolları sayesinde bölge ile ilişkilerinin
geliştirilmiş olması da bundan kaynaklanır.
Sömürge sonrasında Burma, İngilizlerden bağımsızlığını elde ederken,
dönemin ulusal lideri Aung San’ın en yakın ‘silah’ arkadaşlarıyla birlikte
katledilmesi ülkenin geleceği kadar Arakanlı Müslümanların geleceğinde de
belirleyici olmuştur. Demokratik-federatif bir devlet yapılanmasının
öncellendiği bağımsızlık aşamasında yaşanan bu gelişme sonrasında, devlet
yönetiminin Burma azınlığının egemenliğine geçmesi bir anlamda tarihi
hesaplaşmayı da gündeme taşıdı. Böylece, sömürge döneminde İngilizlerin diğer
bazı gruplar gibi Arakanlılarla işbirliği yapması bir tür ‘intikam’
duygularının hakim olmasına neden oldu. Bu noktada, merkezi hükümetin adına
ulus-devlet denilen yapılaşmayı ülkenin dört bir yanındaki etnik unsurlara
yönelik ‘temel haklar’ bağlamında almak yerine, teritoryal egemenliği Burma
azınlığının güdümünde sağlama gibi kısır bir yaklaşımı benimsemesinden
Arakanlılar da nasibini aldı. Tabii Arakanlıların bugün maruz kaldıkları baskı ve
zulümler yukarıda zikredilen nedenlerle sınırlı değil.
Sahil şeridinin Myanmar’ın ‘Burma’ etnik yapısının yaşam sürdüğü iç
bölgelerle dağ silsilesi ile ayrılmış olması tarihsel-kültürel olarak
Arakanlılar ile Burmalılar arasındaki engeli teşkil eder. Bu aynı özellik,
modern dönemde Myanmar devletinin Hint Okyanusu ile bağlantısını sağlama
potansiyeli nedeniyle de dikkat çeker. Ancak 1948 yılındaki bağımsızlıktan bu
yana ulus-devlet oluşumunu tamamlayamamış ve süreçli iç savaşlar ve darbelerle
Burma azınlığının güdümünde bir yönetime sahip olmasıyla, bu imkânın son döneme
kadar ortaya çıktığını söylemek güç. Bununla birlikte, birtakım bölgesel
güçlerin de teşvikiyle, günümüzde Arakan topraklarının jeo-stratejik ve yer
altı kaynaklarının giderek daha kayda değer bir şekilde gündeme taşınmasıyla
öneminin katlanarak arttığına tanık olunuyor. Hiç kuşku yok ki, Arakan
coğrafyasının bu dikkat çekici özelliği, Arakan Müslümanlarının vatandaşlık
haklarından, temel devlet kurumlarının varlığına ve ekonomik kalkınmasına kadar çeşitli
süreçlerden mahrum bırakılmalarının nedeni olarak da ortaya çıkmaktadır.
Erken dönemlerden itibaren bir yandan misyoner gruplarının ve de bu yapının
arkasında kimi devletlerin ‘ilgilerine’ konu olan Karin, Kachin, Chin, Mon, etnik
yapılarıyla karşılaştırıldığında Arakanlı Müslümanlar modern dönemde çok daha geri
bırakılmış etnik yapıyı oluşturur. Zikredilen bu yapılar silahlı mücadeleden, bölgelerinde
yetişen çeşitli ürünleri komşu ülkelerle ticarete varan çeşitli bağlamlarıyla varlıklarını
sürdürürken, merkezi hükümetin aparatları ve Budist halkın araçsallaştırılmasıyla
baskı ve zulümlere maruz kalan Arakanlıların ölümler ve zorunlu göçlerle giderek
bölgedeki nüfuslarının azalmasına ve üzerinde yaşam sürdükleri teritoryal alanlarının
daralmasına neden olması, bugün Arakan sorununun akut hale gelmesine neden olan
faktörler arasındadır. Bu süreçte ulaşım olanaklarının görece kolaylığı sayesinde
komşu ülke Bangladeş’e yönelik göçlerin yanı sıra, Tayland-Malezya ile Suudi Arabistan
ve Körfez ülkelerine kaçış süregelmiştir. Kuşkusuz ki, bu göç dalgaları ilgili ülkelerce
dini veya insani nedenlerle bir hoşnutlukla karşılanmasından bahsetmek değil, aksine
Arakanlıların büyük ölçüde eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksunluk ile istenilmeyen
işlerde en asgari şartlarda çalıştırılacak modern köleler statüsüne büründürüldüğü
görülür.
Sorun sömürge öncesi dönemde İngilizlerin aralarında Arakanlı Müslüman
grupların da olduğu Burma’daki çeşitli etnik azınlıklarla merkezi oluşturan
Burma çoğunluğuna karşı sergiledikleri işbirliğiyle sınırlı değildir. Bu
sömürge öncesi dönemden günümüz bölgesel, küresel jeo-politik yapılaşmalara
geçecek olursak, Myanmar hükümeti üzerinde hangi gücün başat bir rol oynama
eğiliminde olduğunu anlamak gerekiyor. 1980’li yılların başından itibaren Çin
Devleti’nin açılım sürecine paralel olarak başta bölgesinde oynamak istediği ve
teritoryal bağlantıları öncelleyen yaklaşımına dikkat çekilmelidir.
Bugün bölge ülkelerinin tamamınca en önemli güç merkezi kabul edilen ve
giderek küresel ekonomik ve askeri tanınırlılığını ortaya koymakta olan Çin’in
uzun erimli planlamaları çerçevesinde bölgenin enerji kaynaklarını kontrole
yönelik politikaları ile Güney Çin Denizi-Malaka Boğazı ve Hint Okyanusu bağlamında
su yolları hakimiyeti mücadelesini göz ardı etmek mümkün değil. Bu süreçte, Çin
yönetiminin bölge ülkeleriyle ve konumuz çerçevesinde Myanmar’la olan ilişkilerinin,
Arakan Eyaleti’ndeki gelişmelerde bir şekilde belirleyi olmaktadır. Bu noktada,
Çin’in gözünü Bengal Körfezi bakan geniş sahillere sahip Arakan Eyaleti’ne dikmesi;
petrol kuyuları, petrol boru hattı, kara yolu vb. alt yapılar bağlamındaki ‘nüfuzuyla’
bölgede kayda değer bir gelişmeye konu oluyor. Tabii bu gelişmeler, gerek iç gerekse
dış faktörlerin şu veya bu şekildeki gelecek projeksiyonlarıyla Arakanlı Müslümanlar
aleyhine olacak şekilde yapılandırılıyor.
Bu çerçevede konunun bölgesel ve küresel yönlerine kısmen de olsa dikkat çekelim.
Myanmar’ın üyesi olduğu Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN)
Sözleşmesi’ndeki ‘üye ülkelerin birbirlerinin iç işlerine karışmama’ maddesi
bir sorun olarak hâlâ ortada durmaktadır. ASEAN ülkeleri, bu maddeyi
kaldırmadıkça, başta Malezya’nın olmak üzere Tayland ve kısmen Endonezya’nın
geçen hafta Bengal Körfezi-Andaman Denizi-Malaka Boğazı’nda okyanus sularında
gezinen teknelerdeki binlerce Arakanlı Müslümanların ahvali karşısında
takındıkları tavrı anlamlandırabilmek mümkün değildir. Bu sözleşmeye imza atan
ve bu maddeye onay veren tüm rejimler sadece Arakan Müslümanları sorununa karşı
kendilerini ‘yabancılaştırmakla’ kalmıyorlar bölgenin neredeyse her ülkesindeki
son derece temel ‘haklar’ konusunun da göz ardı edilmesine katkıda bulunuyorlar
demektir.
Tüm bunlardan sonra şayet ilgili çevreler Arakanlı Müslümanların temel
insani haklarının korunmasıyla hakikaten ilgilenmek istiyorlarsa, o zaman şu
hususları da sorgulamak gerekir.
Adına ‘İslam’ Teşkilatı İşbirliği (OIC) denilen yapının 2006 yılı Mart
ayında Açe’de başlattığı ve dönemin genel sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu başta olmak
üzere tüm ilgililerce başta Endonezya kamuoyu olmak üzere tüm dünyaya pilot
proje olarak lanse ettiği ‘yetim projesi’nden sonra aynı projeyi, İslam
coğrafyasının kan ağlayan diğer bölgelerine uygulayacağı sözünü bu noktada sadece
Myanmar’daki değil, başta Malezya, Tayland ve Endonezya olmak üzere çeşitli ülkelerdeki
Arakan toplumu bağlamında yerine getir(e)memesi izah etmesi ve bu konuda tüm
sorumlular hesap vermesi en doğal beklentilerdendir.
İkincisi, kimi devlet yetkililerinin ve sivil toplum oluşumlarının (SeTeKA)
Arakanlı Müslümanların içlerinde bulundukları olumsuz koşullarda ‘yardım etme’
çabalarında hedeften saptırıcı yaklaşımların gözlemlenmektedir. Bunda,
Bangladeş’te açtıkları kurumlarla Arakanlılara yardım ediyoruz iddiasında
bulunanlar; Arakan’da binlerce kurban kesiyoruz reklamını yaparak birtakım manipülasyonlara
girişenlerin, geniş kamu oyuna doğru bilgi aktarma sorumluluklarının olduğunu
anlamaları gerekiyor. ‘Partner’ kuruluşlarınızın neyin ‘partneri’ olduğunu
gözlemlemek, anlamak da herhalde bu kurumların ‘sağduyulu’ yardımda bulunanlara
karşı bir beslemeleri gereken sorumlulukları arasındadır.
Üçüncüsü, başta bölge ülkesi olması hasebiyle resmi rakamlara göre kırk bin
Arakanlı Müslüman’ın yaşadığı Malezya’da hükümetin bugüne kadar Birleşmiş
Milletler’in insan hakları vb. sözleşmeleri imzalamaması nedeniyle ne
Arakanlılar ne de diğerleri ‘hak ettikleri’ yaklaşımları bulamamaktadırlar.
Malezya hükümetinin kimi organları ve bazı STK’ların Arakanlılara yönelik
‘yardım’ı bu bağlamda, kapsayıcı, bu kitlenin sorunlarına çözüm olucu değil,
sadece ve sadece palyatif kalmaktadır. Bu noktada, konunun doğrudan
anlaşılabilmesi için Arakanlı göçmenlerin yaşadıkları bölgelerde yapılacak
gözlemler ve mülâkatların kafi miktarda veri sağlayacağına şüphe yok.
Tüm bunların ardından, okyanus sularında geçen günler ve haftalar
sonrasında Arakanlı Müslümanları taşıyan teknelerden bazılarının Açeli
balıkçılarla sahile çekilmesinin öyle göz ardı edilecek sıradan bir hadise
olmadığını anlamak gerekir. Bu bağlamda, Endonezya merkezi hükümeti ile Açe
Eyalet yönetiminin konuyu anlamaları ve uygulamaları arasında kada değer bir
fark vardır. Bugün değil, daha 2008 sonu ve 2009 yılı başlarında, yani 2012’de
uluslararası medyanın konuyu gündeme getirmesinden önce Açe sahillerine vuran
teknelerdeki Arakanlıların Açe’de seve seve misafir edebileceklerini ve bu
kitlenin Açe’de kalabileceklerini belirten dönemin valisi İrvandi Yusuf’du.
Bugün de Açe yönetimi ve halkı Arakanlı Müslümanlara karşı aynı hassasiyeti
göstermektedir. Açelilerin bu konuda sergiledikleri yaklaşım bile ‘insani’
durum karşısında merkezi hükümetten ne denli olumlu anlamda farklı bir yaklaşım
sergilediklerini gözler önüne sermektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder