Mehmet Özay 25
Mayıs 2015
10 Mayıs ve sonrasında Endonezya’nın batısında Açe Eyaleti sularında
bulanarak balıkçılarla karaya çekilen teknelerde bulunan ve şu anda sayıları
aşağı yukarı bin yeidüz kişinin varlığı ile Arakan sorunu bir kez daha sorunu
gündeme taşındı. Söz konusu teknelerin Açe sahillerine ulaşmadan önce Tayland
ve Malezya sahillerinde yetkililerce geri çevrilmesi uluslararası şaşkınlık ve
ardından öfkeye neden oldu. Uluslararası baskıya maruz kalan bu iki ülke ve
benzer politika izleyeceğini açıklayan Endonezya, 20 Mayıs’ta Kuala Lumpur’da
acil bir toplantı yapma kararı aldılar. Uluslararası çevreler konuyu gazete
manşetlerine ve televizyon ekranlarına taşır, Malezya-Tayland ve Endonezya
uluslararası kamuoyu önünde büyük bir mahçubiyetle sorundan nasıl sıyrılırızın
hesabını yaparken, Açeliler topraklarına çıkan bu insanlara yardım elini çoktan
uzatmıştı bile.
Bu bağlamda, Arakan Müslümanları sorununda insani yardım tartışılırken, 24
Mayıs’ta Malezya’nın Perlis Eyaleti sınırları içerisinde toplu mezarlar
bulunduğu gündeme bomba gibi düştü. Söz konusu mezarlar otoritelerce 11-23 Mayıs
tarihleri arasında yapılan çalışmalar sonrasında bulundu. Bu durum, Arakan
sorununun sadece Myanmar devletine havale edilemeyecek kadar önem arz ettiğini
bir kez daha güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. Malezya otoritelerinin toplu
mezarla ilgili çalışmaları sürerken, elbette öldürülenlerin tümünün Arakanlı
Müslümanlar olduğunu ileri sürmek şimdilik mümkün değil. Ancak eldeki veriler
ve bölgedeki yasadışı insan trafiği dikkate alındığında toplu mezardaki
cesedlerin Arakanlı Müslümanlar olduğunu da düşünmek mümkün.
Arakan sorunu, zaten bir süredir büyük sorunlarla yüzleşen Malezya hükümeti
üzerinde yeni bir baskı olarak kendini ortaya koyuyor. Hükümet ile Penang
Eyaleti Hükümeti arasında yaşanan ‘Arakanlılara kapıları açma’ söz düellosu
bunun en açık göstergelerinden biri. Öte yandan, Malezya sınırında bulunan
toplu mezarlar, geçen yıl ABD’nin Malezya’nın bölgedeki insan kaçakçılığı
raporuna dayanarak sergilediği olumsuz performans nedeniyle derecesini 3’e, yani
en kötüye çekmesi Malezya hükümeti tarafından tepkiyle karşılanmış, ABD’ye
serzenişlerde bulunulmuştu. Ancak aradan çok fazla süre geçmeden Malezya
makamlarını zor durumda bırakan toplum mezarlar durumun vehametini gözler önüne
seriyor. Bu gelişme üzerine, İç İşleri Bakanı Ahmed Zahidi Hamid yaptığı
açıklamada, bunu bir şekilde itiraf ediyordu. Aslında Malezya makamlarının
insan trafiği konusunda teori ve uygulamada ASEAN içerisindeki rol ve sorumlulukları,
hiçbir şekilde ABD’ye yaslanmasını gerektirmeyecek denli açık ifadeler
içeriyor. Örneğin, Amaç ve İlkeler Bölümü’nde yer alan 8. Madde bunu açıkça
ortaya koymaktadır: “Her türlü tehdit,
ulusaşırı suçlar ve sınır ötesi müdahalelere karşı kapsamlı güvenlik ilkesine
uygun olarak karşılık verilmelidir.” Bu maddenin hayata geçirilemediğinin
en açık göstergesi bugün Malezya’da beş milyon kaçak göçmenin bulunduğunun
resmi makamlarca dillendirilmesi olmaktadır. Bu durumda, ne Endonezya ne
Tayland ile sınır güvenliğinin tesisi, insan ve mal kaçakçılığıyla mücadelede
güçlü adımlar atılabildiğini söylemek güç.
Malezya’da bunlar olurken, Endonezya’da büyük umutlarla devlet başkanlığına
getirilen Joko Widodo’nun da ülkenin deniz sınırları ve çevresindeki insan dramına
yaklaşımında gecikmesi dikkat çekti. Kuzey Açe’de merkezi hükümetin temsilcisi
konumundaki ordu yetkililerinin Açeli balıkçıları sorgulayıcı üslubla soruna
yaklaşmalarından haftalar sonra nihayet merkezi hükümetten bir ses geldi. Dün
(24 Mayıs) Jokowi’nin deniz kuvvetlerinin halen bölge denizlerinde var
oldukları tahmin edilen binlerce kişiyi ‘aktif’ olarak arama çalışmasına onay
vermesindeki gecikme, bölge ülke yönetimlerinin böylesine önemli bir bölgesel krize
yaklaşımlarındaki ‘geri kalmışlığı’ ortaya koyması açısından dikkat çekiciydi.
Arakanlı Müslümanları taşıyan teknelerin Tayland ve Malezya kıyılarından
zorla geri çevrilmesinin akabinde uluslararası çevrelerin tepkileriyle 20 Mayıs
Çarşamba günü Kuala Lumpur’da biraraya gelen Malezya ve Endonezya yetkilileri ‘zorunlu
seçmeli’ olarak okyanus sularında gezinen teknelerin ulusal sınırlara ulaşması
halinde yardım edeceklerini açıklamaları da, aslında bu iki ülke başta olmak
üzere ASEAN ülkelerinin göçmenler/insan hakları vb. konulara nasıl yaklaştıklarını
bir kez daha açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Malezya ve Endonezya makamları sınırlarına ulaşacak
teknelere ‘kapılarını açacaklarını’ ifade ederken, Tayland bu konuda olumsuz
yaklaşımını sürdürüyor. Kaldı ki, bugüne kadar ki icraatları dikkate
alındığında, Malezya ve Endonezya’nın ‘kapılarını açma’ yaklaşımı da aslında sorunu
manipüle etmenin dışında bir anlam ifade etmiyor.
Tabii bölgede bunlar olurken, Türkiye’nin giderek yakından ilgilenirmiş
görüntüsü sergileyen yaklaşımı bağlamında bir kısım basında bir kez daha
manipülatif çerçevenin dışına çıkılamadığını gösteren yayınlar dikkat
çekiyordu. Öyle ki, Arakan meselesini hâlâ anlayamamış olan bu çevreler
ve yazarlar, Kuala Lumpur’daki toplantı sonunda açıklanan kararın ardından “Oh
kurtuldular” yaygarası çekerek bunu kanıtlamış oldular. Ortada ‘kurtulma’ gibi
bir durum yok. Daha bölgenin
coğrafi tanımlamasında ve Arakanlı Müslümanların durumunu tanımlada kullanılan
ifadelerde dahi cahillik sergileyenlerin Myanmar neresi, Arakan halkı kimdir,
neye tekabül eder, niçin yurtlarından sürülürler, bugün niçin ‘oknayusda’ can
derdindeler gibisinden pek çok soruya cevap vermeleri mümkün değil. Bir de bu
gazeteci tayfalarının bir hareket, bir ideal uğruna çalışıyorlarmış gibi bir
görünüm arz etmeleri işin daha da tuhaflaşmasına neden oluyor. Yanlışları
düzeltelim. Arakanlı Müslümanları taşıyan tekneler Güney Asya değil, Güneydoğu
Asya sularındadırlar. Her ne kadar, söz konusu teknelerin Bangladeş’den
çıktıkları dikkate alınsa da, teknelerin yol aldığı/hedef seçtiği güzergâh
Güneydoğu Asya sularıdır. Arakanlı Müslümanlar ‘göçmen’ değildir. Siyasi
mülteci statüsündedir. Ne var ki, Malezya-Endonezya bu statüyü ele alan
Birleşmiş Milletler sözleşmelerine imza atmadıklarından bu kitlenin söz konusu
bu ülkelerdeki varlıkları da ‘tanımlanamazlık’ içermektedir. Bu bağlamda, ana vatanlarında,
yani Myanmar’da merkezi hükümetin Arakanlıları resmen bir etnik yapı olarak
tanımlamamasından kaynaklanan ve bu insanları hiçliğe terk eden yaklaşımı,
uluslararası çevrelerin bu insanları ‘göçmen’ olarak adlandırmaları da sorunun
daha anlaşılamadığını açıkça ortaya koyuyor.
Peki bu sorunu
kim, nasıl çözecek?
Arakan
Müslümanlarının ahvaline dair bu en gelişmenin daha ortaya çıkmasından çok önce,
bu yıl ASEAN dönem başkanlığını yürüten Malezya’nın ASEAN nezdinde ciddi
girişimler de bulunması gerekirdi. Çünkü, dönem başkanlığına hazırlanan
Malezya, 2014 yılı ortalarından itibaren Başbakan Necib Bin Razak’ın
demeçlerinde görüldüğü üzere “İnsan merkezli ASEAN” olgusunu işliyordu. Kaldı
ki, bu yaklaşım sadece Sayın Başbakan’ın ‘keşfettiği’ bir gündem maddesi değil.
Aksine ASEAN Sözleşmesi’nin Amaç ve İlkeler Bölümü’nün 13. Maddesi’nde açıkça
ifade edilen bir ilkedir. Ancak Mayıs başında bölge ülkeleri sınırlarından geri
çevrilen Arakanlı Müslümanlar sorununu çözme konusunda en önemli iradeyi
koyması beklenen Malezya makamları, Myanmar yönetimini acil toplantıya bile
çağıramamıştır. Aradan haftalar geçtikten sonra ancak Mayıs sonu veya Haziran
başında bir toplantı yapılacağı duyuruldu. Bu toplantının nasıl bir içerikle
nasıl bir sonuç doğuracağını hep birlikte göreceğiz.
Arakanlı
Müslümanlar sorununun çözümü ne Myanmar’ın ne de dönem dönem bu insanlara
kapılarını açtığı varsayılan Malezya ve Endonezya tarafından çözülebilecek bir
sorun değildir. Bu işin özünde referans mutlaka ASEAN Sözleşmesi olmalıdır.
Temelde ASEAN sözleşmesindeki örneğin, “Demokrasinin güçlendirilmesi, iyi
yönetim ve hukukun üstünlüğü, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve
geliştirilmesi” (1. Bölüm-Amaç ve İlkeler/7. Madde)
maddesinin
mevcut sorunlarla baş etmeye yeter olduğu görülür. Ancak burada siyasi irade
sergileyecek bir yapılaşmanın olmaması ve aşağı yukarıd bölgedeki tüm ülkelerin
benzer sorunlara sahip olmaları tabiri caizse kimsenin elini taşın altına
koymasına olanak tanımıyor. Bir başka ifadeyle, mevcut rejimler bağlamında, ortada
gizli bir korku halinin olduğunu söylemek mümkün.
ASEAN
Sözleşmesi’nin 2. Maddesi’nin ‘e’ ve ‘f’ fıkralarında yer alan ‘üye ülkelerin diğerlerinin iç işlerine
karışmama’ vb. ifadesi kadar genel anlamda insan hak ve özgürlükleri
noktasında bölge ülkeleri yönetimlerinin kısır politikaları bulunmaktadır.
Malezya ve Endonezya’dan başlayarak vatanlarından edilmiş insanlara karşı geliştirilemeyen
insane yaklaşımda ortaya çıkan skandalların ardından bir kez daha Arakan
sorununu yeni keşfediyormuş intibaı verecek haberler yerine, 2008 (Aralık),
2009 (Şubat), 2013 (Temmuz) aylarında Açe sularında karaya çıkarak bölge
halkının yardımlarıyla bir anlamda yaşam bulan Arakanlı Müslümanların
akibetinin ne olduğunu Cakarta yönetimi açık ve net bir şekilde ortaya
koymalıdır. Bu insanlar hâlâ kamplarda mı tutulmaktadır? Myanmar’a geri mi
gönderilmiştir? Yoksa ülkenin değişik bölgelerinde pek de ne oldukları bugüne
kadar açıklanamamış ve adına ‘insan kaçakçıları’ denilen unsurların kurbanı
olarak köle mesabesinde çalıştırılmakta mıdırlar? 2008 yılında dönemin Açe
Valisi İrwandi Yusuf’un gündeme getirdiği, ‘Bu insanları Açe’de
barındırabiliriz’ yaklaşımı ne merkezi hükümet ne de uluslararası çevreler
tarafından dikkate alındığına dair bir ibare ortada gözükmektedir.
Bugün yapılması gereken,
ASEAN bünyesindeki başta insane hakları bağlamında çalışmalar yürütenler olmak üzere
tüm sivil oluşumların biraraya gelerek ülke yönetimleri üzerinde gerek tekil ülke
anayasalarında gerekse ASEAN Sözleşmesi’nde gerekli değişiklikleri yerine getrime
amaçlı bir baskı oluşturmasıdır. Bu noktada, bölgede yeterli insane kaynağı ve bilgi
birikimi olduğuna kuşku yok. Bir an evvel, bu yönde girişimlerin yapılarak söz konusu
bu gücün aktif hale getirilmesinde fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder