Mehmet Özay 25
Ocak 2015
Bir süredir Endonezya’da emniyet-yolsuzlukla mücadele kurumu arasındaki
çatışmadan hareketle kurumsallaşan yolsuzluk üzerinde yazarken, birden gündeme
Malezya’nın son on yılında gündemde yer alan, ancak kimi gruplarca bir şekilde
hasır altı edilmek istenen bir “Altantunya vak’ası”na dair yeni bir gelişme
oturdu. Bir ‘aşk hikâyesini’ andıran gelişme olarak dikkat çekse de, temelde
Altantunya vak’ası, Endonezya’da hüküm süren yolsuzluklar zincirinin Malezya
özelinde bizzat hükümette yer alan politikacı-danışman-uluslararası rüşvet
skandalı ilişkileri bağlamında ülkenin son dönem tarihinde yer aldı ve almaya
devam edecek gibi de gözüküyor. Söz konusu bu ilişkilere konu olan gelişme,
bugünkü Başbakan’ın Savunma Bakanlığı yaptığı dönemde Fransa’dan alınan
denizaltıların ihalesi sürecine dayanıyor.
Bugün yeniden ses getirecek şekilde gündeme gelen hadise, işte bu gelişmede
aracı/çevirmen olarak rol alan Moğol asıllı 28 yaşındaki ‘Altantunya Shaariibuu’nun
18 Ekim 2006 tarihinde başkent Kuala Lumpur’a yakınlarındaki Şah Alam’da bir ormanlık
alanda C-4 türü patlatıcıyla hayatını yitirmesine dayanır. C-4’le
öldürülmesinin nedeni ise, Altantunya’nın hamile olduğu ve cesedinde DNA
izlerinin silinmesi amacına matuf olarak ‘tercih edildiği’ belirtilir. Öte
yandan, Durup dururken bir ‘model’in hem de Malezya gibi böylesine profesyonel ‘teçhizata’
sahip terör örgütlerine pek de rastlanmadığı, aksine vakıadan kısa bir süre
sonra gündeme taşındığı üzere, söz konusu patlayıcının sadece orduda bulunduğu bilgisi,
işin sıradan bir vak’a olmadığını ortaya koyuyor. Bu noktada, hiç kuşku yok ki,
Altantunya’nın ‘havaya uçurulmasından’ sorumlu tutulan VVIP korumaları olduğu
ileri sürülen iki polis memurunun, önde gelen bir ‘politikacıya’ yakınlıkları
Altantunya’nın ne türden ilişkilere konu olduğunun araştırılmasını
gerektiriyor.
Aslında bu ilişkiler 2006’dan bu yana çoktan ortaya konsa da, ulusal
medyanın genel anlamıyla hükümet kontrolünde olması, geniş halk kitlelerinin
vak’aya dair bilgi erişimi engelleyen temel faktörlerden. Sosyal medyanın
gidereke gelişmesine paralel olarak,kimi görüşler paylaşılsa da, bu sefer de
kimi çevrelerin sosyal medyanın güvenilirlik sorununu gündeme taşımasıyla bu
gibi önemli vak’aları aydınlatabilmek mümkün olmuyor. Öyle ki, kendisini bu iki
polis memurundan birinin oğlu olduğunu iddia eden kişi ‘facebook’ hesabında “Konuşursam
ülke sarsılır. Başbakan da gider” türünden açıklamasını teyid etme imkânı yok.
Kaldı ki, bu facebook hesabı da ‘yetkililerce’ ortadan kaldırıldı bile...
Söz konusu bu vak’anın bugün güncellik kazanmasının nedeni ise, söz konusu
iki polis memurundan birinin değişik yargılama süreçlerinin akabinde geçen
yılın yaz aylarında itibaren bulunduğu Avustralya’nın Brisbane şehrinde polis
tarafından göz altına alınması oldu. hapis yatan, yargılama süreci süren, böylesine
önemli bir vak’aya konu olan bir polis memurunun nasıl olup da Avustralya’ya ‘kaçabildiği’
sorusu da gündeme getirilen hususlar arasında. Bu bağlamda, söz konusu bu
gelişmeyi ülke iç siyasetindeki çekişmeler ve çatışmalarla açıklamak kadar, Malezya
üzerinde hedefleri olan kimi uluslararası güçleri de hesaba katmakta fayda var.
Şimdi gözler, yargılanan beraat eden, yeniden yargı sürecine konu olan
ardından ‘ölüm cezasına’ çarptırılan iki polis memurundan Sirul Azhar Umar’ın
Malezya’yı sarsacak açıklamalar yapıp yapmayacağına çevrildi. Giriş
paragrafında dile getirdiğim hususa dönerek söyleyecek olursam, uluslararası
arenada ‘dünyanın en yoğun Müslüman nüfusuna sahip ülkesi olmakla övünen’ Endonezya’da
yolsuzlukların kurumsallaşması ve toplumsal yapının neredeyse her bir yanını
sarmasının, en başta ülkedeki Müslümanları en hafif ifadesiyle rencide edici
bir yanı olduğu kadar, küresel bağlamda İslamiyet ve Müslümanlara yönelik
algıları olumsuzlama örnekleri olarak kullanılırken, bu sefer hem içerden hem
de dışardan üçüncü dünya ülkelerine, özellikle de adına İslam ülkeleri denilen
siyasi bütünlere örnekliği ile dikkat çekilen Malezya’da son on yıldır gündemi
işgal eden konuların başında gelen Altantunya vak’asının, sadece bir kaç politikacı
ve polis şefiyle ilişkilendirilmeyecek denli önemli toplumsal ve siyasi
etkileri olacağını düşünmek mümkün. Çünkü Altantunya vak’ası, siyaset-yolsuzluk
ilişkisinin en görünür yerinde bulunması dolayısıyla Malezya hükümeti
Avustralya makamlarından ‘korunacağı garantisiyle’ polis memurunun ülkeye
iadesi talebinde bulundu.
Bu noktada, şeffaf yönetim, insan hakları, adil yargılama vb. gibi sadece
Malezya’da değil, küresel anlamda herkesin talep ettiği değerler üzerinden
tartışmalar gündemde yer alacak gibi gözüküyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder