Mehmet Özay 28
Ocak 2015
Bir süredir Endonezya’da Başkan Joko Widodo (Jokowi), Yolsuzlukla Mücadele
Kurumu ve Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere bir dizi kurum arasında süren
yolsuzluk tartışmaları giderek farklı boyutlar kazanıyor. Bu gelişmeleri ele
almayı bir sonraki yazıya bırakarak, yaşanan bu gelişmelerden hiç de bağımsız
olmayan, hatta tastamam ilintili ve uluslararası boyutu olan bir hadisenin bazı
detaylarını gündeme getirmekte fayda var. Bu yazıya konu olacak vakıa 26 Aralık
2004 tarihinde yaşanan deprem ve ardından meydana gelen tsunami sonrasında
Endonezya Cumhuriyeti Açe Eyaleti’nde 2006 yılında resmen başlatılan ‘Tsunami
Yetimleri Pilot Projesi’yle ilgili. O zamanki adıyla İslam Konferansı
Teşkilatı, bugünkü adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bu projeden gayesi,
sadece Açe Eyalet’tindeki 25.000 yetimin 15 yıl boyunca bakımını üstlenecek
olmasıyla sınırlı değildi. (Bu arada Açe’de 115.000 yetim olduğunu bir kez daha
hatırlatayım). Proje’nin ‘pilot’ olarak adlandırılması kurumun en başındaki
yetkiliden başlayarak Açe’deki projeden sorumlu olanların defaatle dile
getirdikleri üzere İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde süren çatışmalarda
nedeniyle ‘yetim’ kalanları kapsayacak farklı projelere modelliğiydi.
Bu kısa girişin ardından, bir süredir başkent Cakarta’nın gündemine oturan
ve öyle kolay kolay da biteceğe benzemeyen yolsuzluk soruşturmalarınn nesnesi
konumundaki emniyet/polis şefleri bağlamında yukarıda zikredilen projenin
yürütücülerinin karıştığı yolsuzluk iddiası ve kriminal vak’anın nasıl ele
alındığından bahsedeyim. 7 ve 31 Aralık 2009 tarihlerinde başta Eyalet’in önde
gelen yayın organı “Serambi Indonesia” olmak üzere çeşitli basın organlarında
çıkan ve yolsuzlukla mücadele derneğinin yöneticilerince gündeme taşınan
haberler konunun gündemde nasıl yer ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu ciddi
iddialar gündeme taşındığında, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın o dönemki genel
sekreterinin, Sudanlı genel sekreter asistanının emriyle merkezden, yani
Cidde’den Açe’ye gönderilen İdari ve Mali İşler Müdür Yardımcısı Türk vatandaşı
MD ile İnsani Yardım Bölüm Müdürü Senegalli AK, ofis çalışanlarıyla
‘görüşmeler’ yapmakla kalmamış, o dönem sürecin içerisinde olmamız nedeniyle üç
kez Hermes Palace Oteli’nde bizimle de görüşmüşlerdir.
Bu görüşmelerde bu iki ‘yetkili’, ortaya konulan verilerden hareketle
“gereğini yapacağız” türünden manipülatif yaklaşımlarının ardından, gereğinin
yapılmamasından duyulan rahatsızlığın belirtilmesiyle MD’in, tehditvari bir
yaklaşımı içinde barındıran “Ben bu işi nasıl çözeceğimi size göstereceğim”
yollu cümlesi dikkat çekiciydi. Aynı günlerde bu iki ‘yetkilinin’ yolsuzluk
iddialarını soruşturmakta olan Açe Eyaleti Emniyet Genel Müdürlüğü ile kriminal
vaka üzerinde çalışan Banda Açe Emniyet Müdürlüğü’ye temaslarının ardından her
iki vakanın üzerinin örtüldüğü gözlendi. Yolsuzluk iddialarına konu olan
tanıklar ve belgeler Açe Eyaleti Emniyet Genel Müdürlüğü’ne sunulması, sürecin
Cakarta boyutuna taşınmasına neden oldu. Bu anlamda, sadece merkez Emniyet
Müdürlüğü bilgilendirilmekle kalmamış, ‘yetim projesini’ yürüten kurumun
‘uluslararası’ oluşu nedeniyle ‘Dışişleri Bakanlığı’ da sürece katılma
aşamasına gelmişti. Ancak ne olduysa, bu iki ‘yetkilinin’ Eyalet emniyetindeki
görüşmeleriyle her iki soruşturma da sonlandırılmadı. Yolsuzluk iddiası ile
kriminal suçtan davalı olunan projenin başındaki kişi -ki hâlâ projenin başında
bulunuyor- hakkında tüm iddialar açık-seçik ortaya konmasına, tutulan avukatın çalışmaları
sonucu bu kişinin sadece kriminal vak’adan iki yıla varan hapis cezası alması
gündemdeyken, yalancı şahidin gündeme getirilmesi ve sorgulama sürecinin
yavaştan alınması gibi nedenlerle süreç akamete uğradı.
Yukarıda dile getirdiğim üzere kısaca bahsettiğim bu hadisenin çok boyutlu
ilişkileri içinde barındırdığını belirtmeliyim. MD’in “Bu işi nasıl çözeceğimi
size göstereceğim” cümlesi bu noktada anahtar konumunda. Daha önce de benzer
konularla karşılaştığını söyleyen MD, anlaşılan o ki, polis başta olmak üzere
çeşitli kurumlarla nasıl ‘iletişim kurulacağını’ iyi öğrenmiş olduğu
anlaşılıyor. Herhalde aynı yaklaşımını genel sekreter değişiminden sonra
Avrupa’da bir havacılık kurumundaki görevi sürecinde de gerçekleştirme
kabiliyetini sergileyeceğine şüphe yok. Tabii burada, ne genel sekreterlikten
sonra cumhurbaşkanlığı sürecine konu olan kişinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti
yöneticileriyle ‘ilişkileri’nde gerçek profilinin ortaya çıkması veya yetim
projesinin başına kondurulan kişinin fıkıhçı babasıyla olan ilişkisi; ne de bu
kişinin üniversiteden başarısızlığı dolayısıyla atılmışlığıyla yetim projesi
gibi son derece önemli bir konudaki ehliyetsizliği gibi ‘yolsuzluk’ olgusunun
sadece maddi yani parasal (tangible) ilişkilerle ilintili olmadığı, manevi
(intangible) boyutlarının da bulunduğunu gündeme getirme gibi bir niyet
içerisindeyiz. Burada konu, bir ülkenin ulusal güvenliğini sadece silahlı
saldırılar değil, halkını zarara uğratacak tüm girişimlerden korumakla görevi
birimlerinin nasıl olup da böylesi önemli bir konuda süreçleri değiştirebilecek
yaklaşımlara tabi olduklarıdır.
Bugün, Emniyet Genel Müdürü ataması bağlamında başkent Cakarta’yı sarsan
gelişmeler, polis şeflerinin bir orkestra halinde ülkenin en saygın
kurumlarından olan ve Suhartolu yılların sonrasında ülke siyasal ve toplumsal
yaşamında ‘reform’ çağrılarına bir cevap olarak, tüm yolsuzluk süreçleriyle
mücadelede kurumsallaşmanın adı olan ‘Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’ (KPK)’yı
itibarsızlaştırma ve neredeyse etkisizleştirme çabaları ortada son derece
hukuki, ahlaki dejenerasyonların olduğunu kanıtlamaktadır. Bu kurumsallaşmış
yolsuzluk olgusunun Açe gibi hem ülkenin İslami yaşamı ile dikkat çeken hem
tsunami gibi dünyanın gördüğü en büyük afetlere konu olmuş bir köşesinde adında
‘İslam’ kelimesinin geçtiği bir uluslararası kurumun icraatlarıyla ilgili ciddi
iddiaları ‘es’ geçebileceğini 2009 yılından bu yana tanık olunmaktadır.
Cakarta’da baş gösteren ve ülkenin en önemli kurumları arasında çatışmaların
giderek artmakta olduğu bir dönemde, söz konusu kurumların, yukarıda kısmen
zikredilen vakıaya konu olan kurum özelinden hareketle, uluslararası kurumlarla olan bağlantıları, çıkar
ilişkileri, manipülatif yaklaşımları da sadece gazetecilik anlamında değil,
akademik ve de dini boyutlarıyla incelenmeye değerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder