Mehmet Özay
22 Haziran
2014
Endonezya’da 9 Temmuz’da yapılacak başkanlık seçimler üç hafta kala,
kampanya süreci de giderek hız kazandı. Suharto döneminin ardından kayda değer
bir demokratikleşme sürecine evrilen ülkede Devlet Başkanı üçüncü kez halk
oyuyla seçilecek. Bu seçimler, daha seçim süreci başlamadan önce adaylar
konusundaki spekülasyonlar nedeniyle ilginç bir hâl almıştı. Özellikle, Jokowi
adıyla tanınan Cakarta Valisi Joko Widodo’nun ülke modern siyasi tarihinde çok
özel bir yeri olduğuna işaret eden yükselişi, gündemin ilk sırasında yer
alıyordu. Öte yandan, 2009 seçimlerinde aradığını bulamayan eski general ve
Suharto’nun üvey evladı Subianto Prabowo, sahip olduğu maddi zenginlik ve ordu
mensubu olmanın getirdiği bir dizi avantajla öne çıkıyordu. İçinden çıktıkları siyasi
zemin noktasında iki zıt kutupta yer alan bu iki adayın dışında, gündeme
herhangi bir adayla girme çabası içerisinde olmayan ve adına ‘İslamcı’ partiler
denilen ve iç çelişkiler yaşayan bir grup siyasi parti ise hesaplarını,
oluşacak ittifak blokları içinde yer almak üzerine kuruyordu.
Bu süreci ele almadan önce, son on yılın ülke siyasal yaşamında ne anlama
geldiğine çok kısa değinmekte fayda var. Çünkü son on yılda yaşananların,
ülkenin hangi yöne doğru evrilmesi gerektiği yolunda önemli ip uçları taşıyor. 2002-2004
yıllarında Megawati Sukarnoputri hükümetinde bakanlık yapan eski general Susilo
Bambang Yudhoyono (SBY), kurduğu Demokrat Parti’yle 2004 ve 2009 yıllarındaki
seçimleri üst üste kazanan siyasetçi oldu. SBY, 1998’de iktidarı bırakmak
zorunda kalan Suharto’dan sonra, ortaya konulan tüm siyasi iradeye rağmen, arzu
edilen siyasi ve toplumsal değişimleri sağlanamaması üzerine, reform sloganıyla
öne çıktı. Eski bir general olmasına rağmen, günün dinamiklerini dikkate alan ve
uluslararası çevrelerin taleplerine kulak kabartan SBY, reform olgusunu
‘verimli’ bir şekilde işlemesinin yanı sıra, sivil kökenli siyasetçiler
arasında birleştirici bir rolle dikkat çekti. Birinci dönemde ülkenin önemli iş
adamlarından ve önde gelen siyasi partilerinden Golkar’ın başkanlığını yapan Yusuf
Kalla ile ittifak kuran SBY, ikinci döneminde Merkez Bankası eski başkanıyla
seçimleri kazandı.
SBY döneminde hafızalarda kalan nelerdir diye sorulduğunda akla Açe
Barışı’nın sağlanması, ülke ekonomisindeki gelişmeler ve küresel krize rağmen
görece istikrarlı bir kalkınma hızının yakalanması oldu. Büyük harflerle
yazılan bu iki gelişmenin detaylarına bakıldığında ne Açe Barışı’nda ne de
ekonomik kalkınmada pek de ciddi bir ‘yapılaşmanın’ ve ‘sürdürülebilirliğin’
sergilenemediği ortaya çıkar. SBY’ın özellikle ikinci döneminde, reformcu
başkan bağlamındaki inandırıcılığını yitirmesinde bizzat kendi partisinin üst düzey
yönetici tabakasının da içinde yer aldığı yolsuzluklar oldu. Ki şimdi bu
yolsuzluklardan yargılanan kimi isimler, 2009 yılındaki ‘Century Bank’ ve 2012
yılındaki ‘Hambalang Spor Kompleksi’ gibi yolsuzluğa konu olan gelişmelerden
SBY’ın haberdar olduğu ve mahkemelerin onu da sürece dahil etmesi konusunu
açıklıkla dile getiriyorlar. Hem reformcu hem demokrat sıfatıyla ülke siyasal
yaşamına damgasını vurmak isteyen SBY, on yıllık iktidarının ardından ülkede
daha yapılması gereken pek çok iş bırakarak gidiyor.
Endonezya başkanlık seçimlerinin uzun bir sürece yayıldığını daha önce
ifade etmiştim. Nisan ayındaki parlamento seçimlerinde siyasi partiler temsil
edilme oranlarına veya aldıkları oy oranlarına göre başkan adayı
çıkartabiliyorlar. Bu yıl yapılan parlamento seçimleri öncesi yapılan kamuoyu
yoklamalarında seçmen nezdinde Jokowi’nin yüzde kırklara varan kabul edilirlik oranının
verdiği bir güven vardı. Tabii bu noktada, pek çok kişinin gözden kaçırdığı
önemli bir olgu ise, Jokowi’nin hangi partiden aday olacağıyla ilgiliydi. Jokowi’nin
Parlamento seçimleri öncesinde Endonezya Demokratik Mücadele Partisi
(PDI-P)’den aday olması, daha doğrusu aday olması konusundaki yönlendirmeler
neticesinde kamuoyu yoklamalarında halkın kendisine yönelttiği teveccühün bir
benzerinin reel seçim sonuçlarına yansımadığına tanık olundu.
Bu durum, açıkçası Endonezya seçmeninin ‘çiçeği burnunda’ bir siyasetçi
olarak Jokowi’ye beslediği güven ile aşırı milliyetçi dinamikler üzerinden
siyaset yapan Sukarno’nun kızı Megawati’nin partisinin ülke genelindeki karşılığını
ortaya koyuyordu. Megawati’nin veya resmen partinin başında bulunan kızı
Maharani’nin başkan adayı olmaması bu gelişmeler ışığında çok daha iyi
anlaşılıyor. PDI-P’nin Endonezya seçmeninin önemli bir kısmına yönelik
politikaları olmaması geçen yıldan bu yana Jokowi seçeneğini Başkanlık
yarışında partiyi öne çıkartacak bir ‘siyasi işlev’ olarak kabul ettikleri aşikâr.
Ancak Jokowi seçeneğine rağmen, PDI-P’nin seçimlerde %19 civarında oy alması, partinin
tek başına başkan adayı çıkartmasına yetmedi. Bu nedenle ittifak görüşmeleri
öncesinde başta Jokowi olmak üzere Parti kadrolarında hayal kırıklığı yaşandı.
PDI-P lider kadrosunun, sahici politikalar bir yana retorik düzeyinde dahi halka
umut aşılayabilecek bir açılımı olmadığından, Jokowi seçeneği aslında
kazanılmış bir değer olarak gözüküyor. Ancak bunun PDI-P’yi tek başına güç
merkezine oturtmaya yetmediği de ortada. Öte yandan, Jokowi’nin ülkenin ‘derin’
politikalarına aşinalığındaki zaafiyet, ekonomi ve dış politikada ne gibi
roller oynayabileceğine dair haklı kaygılar sezilmiş olmalı ki, başkan
yardımcılığı için olabilecek en iyi aday, yani Yusuf Kalla adı belirlendi. Bu
açılımda da aslında PDI-P’nin manevra alanının ne kadar dar olduğu görülüyor.
İttifak sürecinde PDI-P’nin kararından önce, siyasal yaşama yeni giren Ulusal
Demokrat Parti (NasDem)’in kurucusu, medya devi ve Açe kökenli Surya Paloh’un
PDI-P’den ziyade Jokowi ile olan yakınlaşmasının bir ittifak sürecine yol
açtığına tanık olundu.
Surya Paloh’un partisi ilk defa seçimlere katılmakla birlikte, aldığı
%7’lik oyla ittifak süreçlerinin göz ardı edilemeyecek bir partisi olduğunu da
kanıtlamış oldu. Ancak Surya Paloh’un bu ittifak ilişkisinde oynadığı rol, daha
önce kendisi gibi Golkar Partisi’nde birlikte çalıştığı Yusuf Kalla ismini
Megawati’nin önüne getirmesi oldu. 72 yaşındaki Kalla’nın ülke yönetimindeki
tecrübesi biliniyor. Kalla, Golkar Partisi’nin başkanlığını üstlendiği
2004-2009 yılları arasında, aynı zamanda SBY’ın yardımcısı olarak önemli bir
tecrübe edinmişti. Kalla’nın 2009 yılında Golkar’dan ayrılması onun siyasi
yaşamında bir dezavantaja yol açmadı. Zaten bu da tek başına Kalla’nın sahip
olduğu karakteristiklerin gücünü ortaya koyan bir başka olgu olarak dikkat
çekiyor. Öyle ki, Kalla’nın ülkenin önde gelen iş adamlarının arasında olması,
olası ikinci başkan yardımcılığı döneminde kendisini sadece ülke içerisinde
değil, özellikle ASEAN gibi Endonezya’nın potansiyel liderliğini taşıdığı
oluşum içerisinde de ilişkileri şekillendirme konusunda yapıcı politikaların
yürütücüsü olacaktır. ‘Kalla faktörünün’ seçimlerde önemli olması kadar, parti
ittifaklarının rolünü de dikkate almak gerekiyor. Bu anlamda, PDI-P’nin seçim
ittifakı kurduğu partiler NasDem’ın dışında, Ulusal Uyanış Partisi (PKB) Hanura
(Halkın Vicdanı Partisi) bulunuyor.
Jokowi-Kalla ikilisinin varlığının ortaya çıkması, bu iki liderin işbirliğinin
ötesinde, PDI-P ile Golkar’ın 1990’ların başlarına dayanan rekabetinde gelinen
noktayı göstermesi açısından da önemli. Megawati’nin, Suharto’nun kurduğu
Golkar’a meydan okuduğu o yıllardan sonra, şayet bugün PDI-P ülke siyasal
yaşamında belki hiç olmadığı kadar başarıyı yakalayacaksa bunda hiç kuşku yok
ki, Jokowi faktöründen başka eski Golkar’lı Surya Paloh ve Yusuf Kalla’nın rolü
azımsanmayacaktır. Adını bunca zikrettiğimiz Golkar, uğradığı tüm siyasi
erozyonlara rağmen, köklü yapısal unsurları ile bu seçimde de %15 oy olmayı
başardı. Bu durum, birkaç ay önce kendisiyle görüştüğüm Golkar Açe Eyalet
Başkanı Süleyman Abda’nın da dile getirdiği üzere, partinin halk katmanlarına
yayılan kurumsallaşmış yapısıyla açıklanıyor. Ancak aşağıda değineceğim üzere
Gerindra’nın aldığı %12 oya rağmen içinden başkan adayı çıkartırken, Golkar’ın
daha fazla oyla niçin aday çıkartamadığı da üzerinde düşünülmesi gereken bir
husus. Bahsi geçen kurumsallaşmış yapı ancak %15’e tekabül ederken, özellikle
parti başkanlığını yürüten Aburizal Bakri’nin halkın genelince kabul edilebilir
bir lider olmaması Golkar’ı bu yarışta ancak koalisyon güçlerinden biri olma
rolüyle sınırlandırıyor.
Peki öteki adayla ilgili gelişmeler neler? Jokowi seçeneği öncesinde
ülkenin gelecek dönem başkan adaylığı için adı geçen Prabowo, 2000’li yılların
başlarında politikada şansını Golkar adaylığına aday olarak denemiş ancak
başarısız olmuştu. Eski generallerin politikada var olma hırsı, 2009 yılında
kurulan “Büyük Endonezya Kurtuluş Partisi” (Gerindra)’nde onu başkanlığa taşısa
da, başkanlık yarışında başarısız oldu. Prabowo’nun partisi Gerindra, 9 Nisan
2014 seçimlerinde %12’lik oy alırken, en azından eski generalden beklentileri
olan çevrelerde hayal kırıklığına neden oluyordu. Ordudaki görevi süresince
insan hakları ihlâllerine kadar varan uygulamalarıyla dikkat çeken ve ABD’nin
‘rezerv’ koyduğu Prabowo, Suharto döneminden bugüne kalan en güçlü
şahsiyetlerinden biri olarak siyasi arenada yer alıyor. O dönem yaşananlar sonrasında
ordudan ‘atılan’ Prabowo’nun ihlâllere konu olan icraatları, adaylık sürecinde
bir kez daha kamuoyunun gündemini meşgul ediyor. Prabowo için ya tamam ya devam
anlamına gelecek bu seçimlerde hiç kuşku yok ki, en dikkat çeken husus kurduğu
ittifaklar oldu. Aslında bunun Prabowo hanesine yazılması gereken olumlu
gelişmeler mi, yoksa söz konusu ittifaka konu olan partilerin karakteristikleri
noktasında bu partiler için negatif bir yönelim mi olduğu üzerinde hayli
tartışmayı gerektiriyor. İttifak bağlamında söz konusu olan siyasi partiler
‘Ulusal Emanet Partisi’ (PAN), Golkar,
‘Adalet ve Kalkınma Partisi) PKS ve ‘Birleşik Kalkınma Partisi (PPP).
Mensubu oldukları siyasi partilerin aldıkları oylar dikkate alındığında,
iki adayın tek başlarına aday olma şartını yerine getirmemesi kadar, geniş
ittifak bloğu oluşturmadan seçime girmelerinin olanaksızlığı ortaya farklı bir
siyasi yelpazenin çıkmasına neden oluyor. Bu gelişmede, özellikle ülkenin sözde
İslamcı partileri arasında sayılan PAN, PKS ve PPP’ın Gerindra ile aynı safta
yer alması dikkat çekiyor. PDI-P ile ittifak kuran PKB’yi de dahil edersek, bir
önceki seçimle karşılaştırıldığında oylarını artıran ve çeşitli dini-siyasi
ideolojileriyle Endonezya halkına hitap eden bu partilerin biraraya gelememesi,
‘yüz yıllık handikap’ olarak varlığını sürdürüyor. Aslında bu durum, Endonezya
siyasetinde ciddi bir iz bıkan ve 1960 yılında kapatılan Masyumi’den bu yana siyasi
partiler bağlamındaki bölünmüşlüğünün devam ettiğine tanık olunuyor.
Seçim ittifakları oluşurken, şayet tek başına ele alacaksak Jokowi’nin
halka yakın duran tarzı ile alternatif politikacı tipi çizerken, Prabowo’nun
yukarıda değinilen hususiyetleriyle ana akım ultra milliyetçi kanada mensubiyetiyle
öne çıkıyor. Jokowi’nin Prabowo’yu ordudaki icraatlarıyla gündemi belirleme
sürecine karşılık, Prabowo’nun -kurduğu ittifaklarda da görüldüğü üzere,
Jokowi’nin ‘İslamla’ ilişkisi üzerinden seçmenler üzerinde etkin olma gayreti
içerisinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder