Mehmet Özay 26 Mayıs 2014
Son dönemde teritoryal haklar meselesinden hareketle siyasi sürtüşmelere
konu olan ve bu sürtüşmelerin sıcak çatışmalara evrilme tehlikesinin konuşulduğu
Güneydoğu Asya’da dikkatler geçen hafta Manila’daki bir toplantıdaydı. 21-23
Mayıs tarihlerinde Filipinler’in başkenti Manila’da “Büyüyen Asya’da Tarım
Forum”u başlıklı toplantıda kalkınma ve tarım ilişkileri ‘Asya’ başlığı
taşımakla birlikte Doğu ve Güneydoğu Asya vurgusuyla dikkat çekti. Tarım
konusunun uluslararası bir forumda ele alınması önemli olduğunu söyleyelim.
Çünkü bölgenin bir süredir ‘kalkınma odaklı ekonomileri’ olarak dikkat çeken
ülkelerinde, endüstrileşme, imalat sanayii gibi alanlardaki dev yatırımları
tarımsal faaliyetler çerçevesinde görmek mümkün değil. Bunu son dönemdeki
istatistiklerde açıkça görmek mümkün. Bu bağlamda, gelirlerin ne kadarının
tarımsal ürünlerden sağlandığı sorulduğunda, ASEAN’ın son dönemde kayda değer
kalkınma hamlesine tanık olunan Malezya’da %7, Endonezya’da %13, Myanmar’da ise
%35 olduğu dikkat çekiyor.
Tabii bu noktada, imalat sanayii, endüstriyel ürünler ile tarım ürünlerinin
fiyatları arasındaki farkı göz ardı etmiyoru. Ancak bölgenin kalkınma
süreçlerine konu olan yukarıda adı geçen ve de geçmeyen ülkelerinde bu
süreçlerden reel olarak yararlanan kitlelerin geniş tarım kesimleri olmadığı da
bir gerçek. Zaten bu nedenledir ki, meselâ, Malezya Başbakanı Necib Bin Razak
son dönemde, Malezya’nın kalkınmış ülke olma rotasında önemli adımlar atarken
kırsal bölgede halkın halen yoksulluktan kurtulamamış olmasının önüne geçilmeli
mesajını sürekli yineliyor. Aynı Başbakan, geçen hafta Tokyo’da yapılan ‘Nikkie
Konferansı’nda yaptığı açılış konuşmasında da, bu sorunun sadece Malezya ile
sınırlı olmadığını Doğu ve Güneydoğu Asya toplumlarının ortak problemi olduğuna
işaret ediyordu.
Doğu ve Güney Asya toplumları gibi Güneydoğu Asya bölgesinde de en önemli
tarımsal ürün çeltik. Dünya Gıda Örgütü’nün verilerine göre, küresel olarak çeltik
üretiminin %90’ının Asya’da gerçekleştirildiği ve aynı oranda tüketildiği
dikkate alındığında tüm ekonomik kalkınma, endüstrileşme, şehirleşme
hamlelerine rağmen, bölge halklarının temel gıda maddesinde büyük bir
değişiklik yok. Aksine, gıda güvenliği, sağlıklı beslenme, endüstrileşme adına
tarım alanlarının verimsizliği gibi olgular aslında tarım konusunun ne denli
önemli olduğunu ortaya koyuyor. Kalkınma süreçlerine paralel olarak bölge ülkelerinin
tarım üretiminde teknolojik yenilikleri ortaya koyabilecekleri düşünülse de,
gene eldeki veriler, örneğin çeltik tarım sahasının %80’i küçük işletmeler elinde
olduğunu gösteriyor.
Bu işletmelerin finans yapılanmalarının profesyonel ellerde olup olmaması
bir yana, gene ilgili ülkelerin kalkınma hamlelerine paralel olarak, ya devlet
eliyle veya zorunlu/gönüllü göçlerle şehirleşme oranındaki görece artış dikkat
çekiyor. Temelde bu durum, şu ikircikli yapıya neden oluyor. İlki, tarım
sahalarında küçük işletmelerin varlık koşullarının sınırlı ve dar oluşu; devlet
veya özel sektör desteği ve teknolojik yaklaşımlardan görece az veya hiç pay
alamaması bu toprakların mülkiyetini elinde bulunduran insanları, özellikle de
genç nesilleri şehirlerin yolunu tutmaya sevk ediyor. Geride bırakılan tarım
arazilerinde süreç yaşlılar/kadınlar veya kiracılar eliyle ya eskisi gibi
verimliliği düşük, doğal sulamaya bağlı ve aracıların insafına kalmış bir
şekilde sürdürülen bir döngüye mahkum oluyor veya araziler terk ediliyor. Uzmanların
‘yaşlanan çiftçi’ kavramıyla karşıladıkları bu yeni gelişme, tedbir alınmadığı
taktirde tarımsal üretim süreçlerinde bir süre sonra verim düşüklüğünü
beraberinde getireceğine vurgu yapılıyor.
Çeltik örneği, tarımın olmazsa olmazı su konusunu da gündeme getiriyor.
Kimi bölgelerde kuru çeltik tarımı yapılsa da, temel ve nitelikli çeltik ya
doğal yağmur veya kanal sistemleriyle sulama marifetiyle gerçekleştiriliyor.
Bugün adı, gelişmekte olan ülkeler içerisinde sayılanlar da dahil, değişen
koşullara ve çevre bilincine bağlı olarak tarımsal faaliyetleri köklü bir
şekilde ele alabilecek yaklaşımların yoksunluğu söz konusu. Ekonomik kalkınma
hamleleri ve akabinde gelen askeri yatırımlar, bunun körüklediği ve tarihten
tevarüs eden teritoryal haklar meseleleri arasında tarım ‘güvenli’ bir alan
olarak kayda değer bir yapı arz etmiyor ve de dikkat çekmiyor. Oysa, kalkınma
hamlelerini kırdan başlatma adına kapsamlı bir yapılanma sergilenmesi
insan-çevre diyalogu; kır-kent ikilemi; bireysel ve toplumsal memnuniyet; şehirleşme/sosyal
değişim/sosyal hastalıklar-suç ilişkileri gibi toplumsal yapıyı derinden
etkileyebilecek bir etkileşim süreci ortaya koyma potansiyeline sahip.
Güneydoğu Asya özelinde, geniş ve tüm ihmallere rağmen, mevcut koşullarda
önemli hasılat elde edilen/edilebilecek çeltik tarımına konu olan arazilerin
nerede olduğuna bakılmalı. Bu noktada üç bölgeyi örnek olarak dikkatlere
sunulabilir. 2020 yılında kalkınmış ülke statüsü için çırpınan Malezya’da
çeltik tarımı ülkenin kuzeyindeki Kedah Eyaleti’nin başat ürünü. Kedah
endüstrisi, kalkınması ile dikkat çekmeyen, geleneksel tarımsal üretimle ülke
bütçesine katkı yapan bir eyalet. Malezya gibi agresif kalkınma sergileyen bir
ülke de bile, çeltik gibi birincil tüketim maddesi ithal edilmek zorunda
kalınıyor. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, ülkedeki üretim ihtiyacın
yaklaşık %70’ini karşılıyor.
Bunun temel nedeni ülkenin yeterli tarım arazileri olmamasından değil,
aksine yukarıda değinilen sorunların birer birer Kedah örneğinde karşımıza
çıkmasından dolayıdır. Bugün, içme suyu temini konusunda bile önemli
sıkıntıların yaşandığı Malezya’da, örneğin Kedah gibi -ki buna Kelantan,
Perlis’i de eklemek gerekir- geniş tarım arazilerine konu olan eyaletlerde gerekli
yatırımların yapılmaması ülke idaresinin yetersizliğine bağlanabilir mi? Ya da
öncelikler noktasında tarımın sağlıklı bir yere oturtulamamasından neşet eden
bir sorun mu var? Bu noktada, Asya Kalkınma Bankası’nın verilerinden hareket
edecek olursak, şehirleşme ve tarım-dışı sektörlerdeki kalkınma eğilimlerinde
tarıma hak ettiği yerin verilmediği anlaşılıyor.
Bir diğer örnek ise, tsunami ile tanımaya başladığımız Endonezya’nın Açe
Eyaleti’nden verilebilir. Bu geniş ülkenin çeltik ambarı unvanına sahip Açe’de
tarımsal faaliyetin %80’i doğal sulama, yani yağmur kaynağına bağlı. Mevcut
sulama kanallarının sürdürülebilir olmaması, özellikle barış sürecine paralel
olarak sözde kalkınma hamlelerinden az da olsa pay alması gündeme gelen Açe’de
yolsuzluklar ile yatırıma, özellikle de tarımsal yatırıma ayrılan bütçelerin
kaçta kaçının reelde karşılığı olduğu sorusu cevaplanmayı bekliyor. Üçüncü
örnek ise, Tayland’ın güneyinde Patani bölgesi. 1970’lerden bu yana bağımsızlık
veya otonom hakkı için mücadele eden Patani Malayları’nın toprakları da
genişliği ve yatırıma müsait oluşu ile dikkat çekiyor. Ancak, Bangkok
hükümetinin siyasi nedenlerde yatırımı sınırlı alanlarda tutması, bölgenin
tarım potansiyelinin ortaya çıkmasına mani oluyor.
Bu üç bölge yani, Kedah, Açe ve Patani yukarıda zikredilen özellikleri ile
önem taşırken, jeo-stratejik konumlarıyla da bu potansiyelin üçüncü ülkelere
ihracına ve bunun getireceği sürdürülebilir kalkınma hamlelerine konu olabilir.
Bununla ne demek istiyoruz? Kedah’ın, önemi yakında daha iyi anlaşılacak Bengal
Körfezi’ne bakması; Açe’nin -merkezi otoritenin yanıltıcı klişe ifadelerinde
olduğu gibi ülkenin “en batı ucunda” değil de, Hint Okyanusu’nun tam da
ortasında bulunması dolayısıyla Malaka Boğazı, Hint Okyanusu’nun doğusu,
Andaman Denizi ile çevrili ve bu denizlere kapı komşusu olan ülkelere
yakınlığı; Patani’nin, bir yanıyla Güney Çin Denizi, öte yanıyla, Bengal
Körfezi’ne açılan coğrafi imkânı bu üç bölgeyi sürdürülebilir tarımsal kalkınma
ile bölgesel ve de kısmen küresel odak haline getirebilecek olanakları içinde
barındırıyor. Ancak, bu ve benzeri alternatiflerin hayata geçirilebilmesinden
önce, ‘merkezi siyasi irade’ bunu istiyor mu sorusuna cevap bulmak gerekiyor.
Tüm bunları dikkate
alırken, 2005 yılından bu yana Türkiye’nin Güneydoğu Asya’da kalkınmaya aday
bölgeler örneğin Açe, Patani ile işbirliklerinin geliştirilmesine gayret
gösterildiği gözlenen Malezya ile gıda güvenliği, sürdürülebilir tarım vb. konularda
girişimlerin önemine dikkat çekiyoruz. Bugüne kadar bu imkânın değerlendiril/e/memiş
olması, fırsatın elden kaçtığı anlamına gelmiyor elbette. Günümüzde tarımsal
üretimin, sadece çiftçinin ‘çalışkanlığına’ terk edilmiş bir yaklaşımın eseri
olmadığı, aksine sulamadan iklim değişikliğine kadar çok çeşitli alanlarda özel
ve kamu sektörlerinin işbirliği ihtiyaç dikkate alındığında Güneydoğu Asya’nın
verimli topraklarında sürdürülebilir
tarım için var olan imkânları sağlıklı bir şekilde kullanmakta fayda var.
Türkiye’nin ASEAN’a akreditasyonunu etkin kılacak yollardan birinin tarım
olmaması için bir neden yok. Yukarıda verilen üç örnekle, aslında tarım
sektöründe bölgesel etkileşimin gücünü görmemek mümkün değil. Tarıma paralel
gelişecek makinalaşma, bilimsel tecrübe paylaşımı, ulaşım, dış ticaret, finans
yönetimi vb. alanlar bir model olma içeriğine sahip.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder