Mehmet Özay 30 Haziran 2014
Hong Kong’un bir buçuk asır sonra, 1 Temmuz 1997 tarihinde İngiltere
hakimiyetinden Çin Halk Cumhuriyeti hakimiyetine geçişinden itibaren Hong Kong
Adası halkında tedirginlik hakim. Bunun nedeni ise çok açık. Gerek sömürge
döneminde, gerekse İngiliz-Çin arasındaki “‘Opium’ Savaşları”nın sona ermesinin
getirdiği siyasi bir sonuç olarak, İngiliz dominyonu olarak varlığını sürdüren
Hong Kong halkının, Anglo-Sakson dünyanın kendileriyle ‘paylaştığı’
kazanımların ellerinden gidebileceği korkusunu açıkça yaşıyor ve bunu dile
getiriyor. Kazanımların kaybedileceği korkusu, dün apolitik bir kitle olarak
kabul edilen Hong Kongluların daha siyasi yönetim döşümünün başlamasından önce,
yani Tiananmen Meydanı vak’asıyla politik bilinç sürecine girdiklerini ortaya
koyuyor.
Hong Konglular, merkezi yönetimin Ada’ya atadığı Özel Vali uygulamasından başlayarak ‘demokratik’ haklarının süreçte
el konulabileceğinden ötürü oldukça rahatsız. 1 Temmuz 1997 tarihinde resmi
törenle İngiliz hamiliğinden Komünist Çin’e devrinde en önemli madde, Ada’nın
dünya ekonomisinde oynadığı rolün devamının garanti edilmesiydi. Aslında bu
noktada Çin’in bir itirazı olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü Ada’da sürgit
devam eden küresel ekonominin belirleyici güçlerinin varlığı, aynı zamanda bir
bütün olarak Çin’in kalkınmasında bir modellik düzlemine de sahip.
Hong Kong’un o tarihde ‘siyasi-değiş tokuşu’ protesto etmelerinin salt
Ada’nın ekonomik varsıllığıyla ilintili olduğunu düşünmek eksik olur. 1997
yılından bu yana Çin hükümeti Hong Kong’u özel atanmış vali marifetiyle
yönetirken, ‘tek ülke, iki sistem’ ile bunu formülleştirdi. Bu çerçevede, Hong
Kong’un özel bir yönetim yasası olduğu ve kimi siyasi özerkliklere sahip olduğu
malum. Ancak İngilizlerle anlaşmada ‘çok özel statüyle’ yönetilme şartının elli
yılla sınırlı olması, Ada sakinlerinin orta ve uzun vadede ne tür Merkezi yönetim
politikalarına maruz kalacakları konusunda kaygıları artırıyor.
Bu noktada, Hong Kong özelinde ortaya konan siyasi formülasyonun, temelde
insan hak ve hürriyetleri, demokratikleşme, sivil toplum gibi Anglo-Sakson
dünyanın Hong Kong’a kazandırdıklarının korunmasının yanı sıra, küresel finans
ve ekonomi merkezlerinin başında gelen Ada’nın bu özelliğinden bir şey
kaybetmemesini sağlamak da önem taşıyor.
Aradan geçen on yedi yıllık süreçte, Çin merkezi yönetiminin ‘haklar’
konusundaki uygulamalarının özgürlükleri sınırlayıcı adımları, Ada halkının,
Çin yönetiminin bahşettiği ‘hakları’ ekonomi ile geçiştirmesi taraftarı olmadığını
gösteriyor. Ve bu anlamda Hong Kong-Beijing hattında son yıllarda gerginleşen
ilişkilerde eğitimden, ‘özel valinin’ seçimine
kadar çeşitli alanlarda bir hak arama mücadelesi gündemde yer işgal ediyor.
Bunu da her fırsatta ortaya koymaya çalışıyor. Örneğin, Beijing yönetiminin
Hong Kong toplum yapısı üzerindeki değişimi sürece yaymasının göstergelerinden
biri, ‘eğitim kurumlarında müfredata’ müdahale etmesinde gözlemlemek mümkün.
Bunun akabinde Hong Kong’da ‘genç aktivistler’ peydah olması merkezi yönetimin
işinin kolay olmayacağını ortaya koyuyor. Bu genç aktivistlerin demokratikleşme
konusundaki taleplerinin, birkaç yıl önce sınıfımda söz konusu olan Çin’deki
‘demokrasi’ olgusu ve gerçekliği hususundaki ‘özgür’ tartışma ortamında iki
Çinli öğrencinin ‘Evet, bizde de demokrasi var. Demokrasimizde, tek partiyi
seçiyoruz’ cevabıyla örtüşmediği kesin.
Hong Kongluların direniş noktalarına en son örnek ise, Tiananmen
Meydanı’nda 4 Temmuz 1989 tarihinde yüzlerce göstericinin ölümüyle sonuçlanan olayların
25. yılı dolayısıyla ‘Viktorya Parkı’nda yapılan gösterilerde gündeme geldi.
Dev Çin toplumu içinde sadece Hong Kong, bu yıl dönümünü kutlama inisiyatifini
geliştirirken, aynı zamanda Ada toplumunun Çin yönetimine verdiği bir başka
mesaj da vardı. O da, Çin yönetiminin Ada halkının İngiliz yönetimi sürecinde
şu veya bu şeklide elde ettiği kazanımları hiç de devretme niyetinde olmadığını
ifade etmek. Bunun en aşikâr yollarından biri de, Çin’de büyük önlemlere konu
olan 25. yıl kutlamalarının bugüne kadarki en kalabalık kitlenin katılımıyla
Hong Kong’da gerçekleştirilmiş olması.
Bu gösterilerin sadece Ada’ya özgü ‘özgürlüklerin’ korunmasıyla sınırlı
olmadığı, aksine, Çin ana kara parçasında yansımaları olacağı gözleniyor. Hong
Kong bu özelliği ile sadece kendi özerk yapısını korumakla kalmıyor,
etkinliklere katılan Çin’in önde gelen insan hakları savunucularından Teng
Biao’nun dediği gibi, Çin komünist yönetimi her şeyi ve herkesi kontrol
edemediğini de Çin halkına kanıtlamış oluyor. Merkezi yönetimin toplumsal
hafazıya bastırmaya matuf girişimleri karşısında Teng bunu söylerken, sadece
Hong Kongluların cesaretine atıfta bulunmuyordu. Aynı günlerde başkent
Beijing’de Çin polisi insan hakları aktivistlerini birer birer göz altına
alırken, ‘ana kara’dan Hong Kong’a geçen ve protestolara katılan başka Çinliler
de vardı. Bu anlamda, Hong Kong’un sadece finans ve ekonomi merkezi değil,
Çin’in demokratikleşme sürecini savunan insan hakları savunucuları ve
akitvistler için bir özgürlük ‘hub’ı olduğu da gittikçe güçlü bir şekilde ortaya
konmuş oluyor.
Buna ilâve olarak, Çin yönetiminin önceki yılların aksine daha çok kişiyi
-ki sayı elliyi buluyor- göz altına almasının ekonomide giderek liberalleşmeyi
tercih eden Çin yönetiminin ‘haklar’ konusunda aynı yaklaşımı sergilemeyeceği
ortada.
Tiananmen Meydanı’ndaki gösterilerin şiddet kullanılarak ve de kanla
bastırılmasından bu yana, Hong Kongluların Çin yönetimi altında nasıl bir yaşam
sürecekleri konusunda tedirginlik dün kadar bugün de hakim. Çin yönetimi,
Tiananmen Meydanı anma törenlerinin hatırlanılmaması adına elinden geleni
yaparken, elde edilmiş kazanımların yitirilmemesi adına Tiananmen Meydanı anma
törenlerinin açıkça gerçekleştirildiği belki de tek şehir Hong Kong’du. Hong
Kong, dünya finans ve ticaret merkezlerinin dinamolarından biri olmanın yanı
sıra, kuşku yok ki, Anglo-Sakson dünyanın hamisi İngiltere Krallığı’nın
paylaşabileceği oranda bir özgürlükler silsilesinin izleri dev Çin’in yanı başında
yüz yıl boyunca sergilenegeldi.
Çin yönetimi, Tiananmen Meydanı yıl dönümünde tanık olunduğu üzere, dış
dünyaya ısrarla ülkenin etnik farklılıklarının birliğinden bahsetse de, Hong
Kong, Tayvan, Doğu Türkistan ve Tibet başta olmak üzere ülkenin farklı kültürel
ve siyasi etnik farklılıklarını birarada tutmanın yolunu baskı rejimi
karakteristiklerini uygulamakta bulduğunu deklare ediyor. Öte yandan, ülkenin
doğusundan batısına sınır boylarında gelişme gösteren demokratikleşme, otonom
haklar talebi ve bu hakların korunması yönündeki mücadelenin, ‘Han Çin’i olarak
da adlandırılan Çin ana kara parçasında giderek artan toplumsal
hoşnutsuzlukların tarihdeki ‘Köylü ayaklanmalarının modern bir versiyonu
şeklinde karşılık bulup bulmayacağını zaman gösterecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder