Mehmet Özay 14
Nisan 2014
Güneydoğu Asya’da önemli gelişmeler
olurken, Türkiye’nin başını çektiği D-8 oluşumunun yeniden harekete
geçirileceği haberi kimi çevrelerde heyecan kaynağı olmasını haklı bazı
nedenlere bağlamak mümkün. Aradan geçen on altı yılda, özellikle bu oluşumun fikir
babalığını yapan Türkiye’deki gelişmeler, diğer üye ülkelerde iç ve bölgesel
hesaplaşmaların ürünü olarak bu oluşuma yön ve çerçeve çizme kabiliyetinden
uzak görünüm, neredeyse iki yılda bir yemekli toplantıların ötesinde bir anlam
ifade etmeyen bir oluşuma evrildiği izlenimi oluşturdu.
D-8 dönem başkanlığının ikinci defa
Türkiye’ye geçmesi, gene kuruluşundan çok kısa bir süre sonra ortaya çıkan
ulusal/bölgesel ve küresel değişimlere benzer yapılaşmaların gündemde olduğu
bir süreçte konuşuluyor olması önemli. Bununla birlikte, söz konusu bu sürecin
‘D-8’de reform’ adıyla tanımlama çabası için oldukça erken. ‘Reform’ olgusu
çerçevesinde bazı niyetler olsa da, eşit üyeler arasında bir konsensüsden
bahsetmeden oluşumun nasıl bir reforma yöneltileceği şüphesi ortada duruyor.
Nijerya’dan, Mısır’a, İran’dan Bangladeş’e kadar ulusal ve bölgesel sorunların
farklı yönleriyle ortaya çıktığı ülkeler ve Türkiye’nin bu ülkelerle
ilişkisindeki yönelimler bu süreçte hassas incelemelere tabii tutulmayı
bekliyor. İkinci kez Türkiye’nin dönem başkanlığında yeni bir döneme adım
atmasının arefesinde D-8’e Güneydoğu Asya özelinde dikkat çekmekte fayda var.
Bu bağlamda, kuşkusuz ki, iki üye ülke yani Endonezya ve Malezya’nın varlığı
göz ardı edilemeyecek öneme sahip.
Siyasi, ekonomik ve kültürel
özelliklerinin önemine kuşku olmayan bu iki ülke, bölgenin insan stoğunu, yani
Malay toplumunun büyük bir bölümüne ev sahipliği yapmasıyla dikkat çekerken,
ASEAN’ın da iki önemli kurucu ülkesi sıfatını taşıyor. Ekonomik yapılanmaları
noktasında birbirine yakınlık sergilese de, siyasi etkileşimleri farklı
coğrafyalara yönelmelerine neden oluyor. Bu noktada, Türkiye’nin bu iki ülke
ile ilişkilerinin 20. yüzyıl ortalarından itibaren nasıl şekillendiği üzerinde
durulmayı hak ediyor.
Türkiye’nin bu iki ülke ile
ilişkilerinde, özellikle de Endonezya ile bağını 1955 yılındaki Bandung
Konferansı’na endeksleyen görüşler olsa da, bu konferansda Türkiye’nin çizdiği
yönelim, ilişkileri geliştirmeye değil, aksine Türkiye’yi Soğuk Savaş döneminde
içinde bulunduğu siyasi sistemin gereği olarak dondurmaya neden olduğu görülür.
Malezya ile ilişkiler de ise, ucu sömürgecilik dönemine yani İngiliz
bağlamının, modern ulus-devlet sürecinde de devamı, buna ilâve olarak, ülkenin
çok etnikli/dinli/kültürlü yapısından neşet eden sosyo ekonomik problemlerle
baş etme zorunluluğu Türkiye ile bağları geliştirmede kısırlığa neden olduğu
söylenebilir. Bununla birlikte, 1980’li yılların başlarından itibaren,
Türkiye’de Özallı yıllar, Malezya’da da benzer eko/politik açılımlarıyla
gündeme gelen Dr. Mahathir dönemiyle örtüşmesiyle dikkat çeker. Bu yıllar, aynı
zamanda iki ülkenin benzeri ülkelere modelliklerinin de giderek yüksek sesle
dile getirildiği görülür.
Düne kadar ne siyasi çevrelerde ne
de basının önde gelen kalemlerince adı ağızlara alınmayan ve yemekli
toplantının ötesinde bir anlam ifade etmeyen D-8’e yeniden dönmek, kalıcı bir
devlet politikası olarak mı belirleniyor, yoksa günün getirdiği koşullara bağlı
olarak son derece paltayif bir açılım bağlamında mı değerlendiriliyor sorusunu
cesaretle yöneltmek gerekiyor. Bu soruya cevap vermek, Türkiye’nin dış
politikasını şekillendirdiğini söyleyenlerin üstlenmesi gereken bir sorumluluk.
Öte yandan, ilgili ülkelerin söz konusu birliğin neresinde durduğu, ne tür
gelecek projeksiyonu sunduğu, hangi yönelimlerle D-8 oluşumunu hükümetlerine ve
de en önemlisi halklarına anlattıkları üzerinde de durulmalı. Bugün, örneğin
ASEAN dendiğinde ve Güney Asya ülkeleri birliği denilen yapının aradan geçen on
yıllara rağmen, halen ilgili birliğe mensup ülke halklarınca dahi yeterince
tanımlanamadığı ve ‘birlik adına’ toplumların nerede konuşlandığı probleminin
giderek çok daha ciddi bir şekilde hissedildiği bir ortamda D-8’in sadece
‘bürokratlararası’ bir etkileşimle sınırlı olduğu yönünde bir sonuca ulaşmak
mümkün.
Diyelim ki, D-8’in bir ideolojik
alt yapısı yok, sadece ekonomik bir uzanımı öngörüyor. O zaman üye ülkelerin
sömürgecilik sonrası modernleşme süreçlerinde hangi ekonomik modelleri
öncelledikleri, yaptıımlara maruz kaldıkları, siyasi ve akademik elitin bu
yaptırımlar karşısında nasıl bir tavır geliştirdiği; halklara tepeden
inmeci/hiyerarşik kalkınmacı modernleşme modelleri yerine çok daha doğal ve
geleneksel yapılaşmaları destekleyen bugünün Batılı modernleştirmeci
babalarının öngördükleri örneğin ‘geleneksel tarımsal yöntemlere dönmeliyiz’
şeklinde beliren sürecin neresinde bulundukları iyi hesap edilmeli. Buna ilâve
olarak, Batı’nın özellikle de ABD’nin Asya yüzyılının önemli bir ayağını
oluşturan Güneydoğu Asya açılımındaki yeri, Endonezya ve Malezya’nın bu
açılımın neresinde bulunduklarını, bu iki ülkenin siyasi ve de ekonomik hareket
kabiliyetleri de D-8 ‘yeniden oluşumu’ bağlamında önem taşıyor.
D-8 içerisinde Türkiye’nin ve
Malezya’nın geçen on yıllar boyunca İslam -neye tekabül ettiği konusunda siyasi
irade ile sosyal akıl arasında derin uçurumlar olan bir kavram olduğu
unutulmadan- ile demokrasi denilen yönetim şeklini ‘meczetmede’ ve kalkınma
yarışında önemli atılımlar yapmakla üçüncü dünya denilen ülkeler bütününe modelliklerini
örnek alalım. Bu iki ülke arasında diğerlerine modelliklerinden hareketle,
acaba “ne tür bir ilişki ağı oluşmuştur” sorusunu sormadan, bu soruya hakkıyla
cevap vermeden bırakın D-8’i, iki ülke ilişkilerinin doğasını anlamak bile
zordur. Yukarıdaki sorulara ve benzerlerine cevap vermesi beklenen akedamyanın
genel itibarıyla siyasetçilerin ve bürokratların ağzının içine bakan bir
yaklaşım değil, aksine bu iki siyasi ve idari gruba yol haritası çizecek
araştırmalarla öne çıkmaları gerekir. Daha geçen Ocak ayında Başbakan
Erdoğan’ın Malezya ziyaretinde “Malezya hakkında ne biliyoruz ki, soru soralım”
diyen basın mensuplarının varlığı karşısında irkilmek gerekmiyor açıkcası. Öyle
ki, bu yaklaşımın daha vahimini akademi çevrelerinde bulmak mümkün. Kimi grupların,
sözde ‘kardeşlik masallarıyla’ bir grup akademyayı pışpışlamasından iki ülke
ilişkilerinin geliştirilmesini öngörmek de akademya dünyasının ruhuna yapılacak
ihanetle eş değerdir.
Endonezya örneği üzerinden
gidersek, bırakın halkı Endonezya bürokrasisinde D-8’in neye tekabül ediyorun
cevabını almak için küçük bir araştırma yapılmasında fayda var. D-8 kuruluş
temelleri dikkate alındığında 1996 yılının koşulları yani Suhartolu yılların
sonu, reform hareketinin büyük bir heyecanla gündeme getirilişi ile bugünün
koşullarını yerli yerince irdilemek gerekir.
D-8 gibi bir uluslararası birliği
yeniden ele alacaksak, bugün dahi her iki ülkede yaşanan genel seçimler
noktasında Türkiye’de kaç köşe yazarı, entellektüelin görüş beyanında
bulunduğu; kaç tartışma programında ASEAN’ın bu iki önemli üye ülkesinin
gelişmeleri enine boyuna tartışıldığı, ASEAN’a akretide büyükelçi atamış olan
Türkiye’nin siyasi irade gereği bu seçimler sonrası gelişmeleri nasıl
değerlendirdiği; varsa bu gelişmeleri kendi ilişkisel boyutları için
yapılaştırma gücü olup olmadığını işitmek gerekirdi. D-8’i konuşacaksak, bunun
önemli bir parçasının ekonomi güdümlü bir yapılaşmaya dikkat çekilmekte
olduğuna hiç kimsenin kuşkusu olmasa gerek. Ancak, bunun öncesinde ve de
ötesinde ihtiyaç duyulan ‘sivil’ oluşumların varlığının bölgeyi anlamaya,
anlamlandırmaya, ilişkileri bugünle sınırlı bir vecheye değil orta ve uzun
vadeli hedeflere yönelik olarak yapılaştırmaya matuf olduğuna göre D-8’e nasıl
ruh verilebileceğini üzerinde kafa yormak gerekir.
Bugün Malezya ve Endonezya
dendiğinde akla naif bir yaklaşımla “güler yüzlü insanlar toplumu” akla
geldiğini söylemekten vazgeçip bölgenin kültür-psikolojisini çalışmak, bu
toplumların sömürge döneminden hasıl olan sosyo-politik sorunlarını anlamaya
çalışmak ve 20. yüzyıl boyunca dönemin koşullandırmalarına epeyce maruz kalan,
kendinde politikalar üretemeyen siyasi yapıların bugün geldiği noktayı analiz
etmek için insan kaynağına, kurumlara ihtiyaç var. Çünkü ‘reform’ bunu
gerektiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder