Mehmet Özay 9
Nisan 2014
Endonezya’da son dönemin en heyecanlı seçimi
yaşanıyor. 9 Nisan günü halk sandık başına giderken, yeni bir umudu da
beraberlerinde taşıyorlar. Bu umut ‘Jokowi mucizesi’. Bu ‘mucizenin’ neye
karşılık geldiğini ortaya koymadan önce, genel itibarıyla seçim sürecine ve
gelişmelere bakalım.
1999 yılında demokrasiye geçişin sinyallerini
veren seçimden sonraki üçüncü genel ve demokratik seçim bu. Kayıtlara göre 150
milyon seçmenin bulunduğu ülkede iki aşamalı seçim yapılıyor. İlk aşamada
eyalet ve merkez parlamentosu milletvekilleri belirlenecek. Siyasi partiler,
milletvekili seçimlerinde %25 oy veya merkez parlamento’da %20’lik çoğunluğa
ulaşmalarıyla devlet başkanlığı için doğrudan aday belirleme hakkı kazanacak.
Ya da, bu oranlara ulaşamayan partiler arasında yapılacak ‘sıkı’ pazarlık neticesinde
koalisyon ‘başkanı’ belirlenecek. Akabinde, Haziran ayında devlet başkanlığı
için halk bir kez daha sandık başına gidecek. Bu sistemde siyasi partilerin öne
çıktığı gibi bir izlenim doğuyor. Ancak ‘lider’ çok daha baskın bir güce
sahip... Partilerin genel başkanları veya başkan adayları seçmenler için cazibe
merkezi.
Milletvekilliği belirlenmesinden hedef devlet
başkanlığı için mücadele vermek. Bu nedenle, partiler ülkedeki siyasi
koşullara, seçmen yaklaşımlarına bağlı olarak devlet başkanlığı için adaylarını
önceden de ilân edebiliyorlar. Tıpkı, siyasi parti olarak gücünden epeyce bir
şey kaybeden Endonezya Demokratik Mücadele Partisi (PDI-P)’nin izlediği
strateji de olduğu gibi. PDI-I, ülke kamuoyu nezdinde pozitif bir imaja sahip
ve bu imajın çeşitli araçlarla güçlendirildiği Cakarta Valisi Jokowi’yi
seçimler öncesinde devlet başkanlığı adayı olarak belirlemesiyle, gerek eyalet
gerekse merkez parlamentoda milletvekili sayısını etkileyecek önemli bir oy
potansiyelini kendine çekmeyi hedefliyor.
Daha kendisi “Adayım”, “Aday olacağım” vb.
ifadelerle kamuoyu önüne çıkmayan Jokowi, yapılan kamuoyu yoklamalarında
ülkenin önde gelen siyasi eliti karşısında ön sırada yer alıyordu. Kaldı ki,
Jokowi’nin PDI-P’den adaylığına karar süreci kendisinden bağımsız geliştiğini
iddia etmek mümkün. Çünkü partide, başkanlığı kızı Maharani’ye devretmiş olsa
da, son söz Megawati Sukarnoputri’ye ait. Ve Megawati, tarihi bir kararla
kendisi veya kızı Maharani yerine ülke siyasi eliti içinden çıkmamış eski bir
mobilya tüccarına görev tevdiinde bulundu. Bu anlamda, geçen süre zarfında,
“başkanlıkta gözüm yok” diyen Jokowi’nin tavrını Orta Cava kültürünün
özelliklerine bağlamak mümkün.
Başkanlık yarışında Megawati doğrudan yer almasa
da, Megawati ve karşısındaki en önemli siyasi aktör Prawobo’nun varlığı dikkate
alındığında ortada ülkenin modern siyasi tarihine damgasını vurmuş iki ana
akımın mücadelesine tanık olunduğunu iddia etmek mümkün. Bununla neyi
kastediyoruz açıklayalım... PDI-P ve manevi lideri Megawati babasının yani Sukarno’nun
siyasi mirasını yürütüyor. Megawati bunu daha Suhartolu yıllarda gösterdiği
performansla ortaya koymuştu. Akabinde, yaklaşık iki yılı aşkın bir süre de
olsa ülke yönetimine getirilmesiyle, verdiği mücadelenin bir şekilde
onurlandığını söyleyebiliriz. Diğer ana akım ise, Suharto’nun manevi evladı
Prabowo üzerinden varlığını sürdürüyor. Bu nedenledir ki, ülkenin kurucu babası
Sukarno ve ‘kalkınmanın babası’ unvanına sahip Suharto’nun gölgesinde geçen bir
seçime tanıklık ediliyor.
1998 Mayıs ayında Suharto’nun 32 yıllık
iktidarının sona ermesinde Megawati’nin ve PDI-P’nin kayda değer bir rolü
vardı. Aradan geçen süreçte, Suharto’nın siyasi mirasi genel itibarıyla kurduğu
Golkar Partisi ile devam ettiği ileri sürülse de, aslında bugün başkanlık
yarışında yer alan iki emekli general Prabowo Subianto ve Wiranto’nun
Suharto’nun ordudaki ‘kanalları’ olduğu unutulmamalı. Özellikle Prabowo,
Suharto’nun üvey oğlu sıfatıyla anılmakla bu miras içerisinde kayda değer bir
yere sahip. Bu genel çerçeveden sonra Jokowi ‘olgusu’ üzerinde durabiliriz.
Joko Widodo’nun veya yaygın bir şekilde ifade
edildiği üzere söylersek Jokowi’nin Haziran ayında yapılacak başkanlık
seçimlerinde şansı yüksek. Siyasetin zorlu yollarında pek de yer almamış,
tüccarlıktan belediye başkanlığına ve oradan da Cakarta Valiliğine giden
süreçte, ‘kendinden’ taviz vermemesiyle kitlelerin sempatisini kazanan ve elde
ettiği siyasi kazanımları halka yönelik paylaşıma dönüştürmede tereddüt
etmemesiyle bugünlere gelen bir kişi. Karizmatik değil... Siyasetin
dehlizlerinde dolaşan biri hiç değil... Sermayesi samimiyeti ve halkla içli
dışlı oluşuyla alâkalı...
Peki Jokowi’ye atfedildiği şekliyle söylersek,
ortada bir mucize var mı sorusu haliyle sorulmayı bekliyor. Mucize, belki de
yukarıdaki paragrafda ortaya koyduğumuz durumun ta kendisi. Yani ana akım
siyasetçi olmayan birinin, sahip olduğu kimi niteliklerin farkedilerek, ortaya
yeni bir siyasetçi profilinin konması. Kimileri fiziki yapısıyla Jokowi’yi
Barack Obama ile eşleştirse de ortada bir yanlışlık olduğunu görmek lazım.
Obama’ya sempatinin Jokowi’yi Endonezya siyasetinde ayrıcalıklı bir yere
oturtmaya yetmeyeceğini söyleyelim. Aslında bu özellikle son on beş yıldır
gündemde olan ‘reform döneminde’ ülkede Amerikan siyasal sistemine öykünmenin
bir başka versiyonu olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan, bugünlerde parlamentolar, ardından
Haziran’daki başkanlık seçimi ve nihayet Ekim ayında başkanın göreve
başlayamasıyla sonuçlanacak bu seçim sürecinin ülke modern tarihinde ‘Cava
Politikaları’na yeni bir eklemlenmeden öte bir anlamı olduğunu iddia etmek de
imkânsız. Aylar öncesinde eski devlet başkan yardımcılarından Yusuf Kalla,
biraz fazla iyimser bir yaklaşımla, “Artık Cava dışından başkan çıkartılmasının
zamanı geldi” derken bir başka umuda gönderme yapıyordu. Ancak seçim öncesi
hazırlıklar bunun olası olmadığını bir kez daha gösterdi. Ve ortaya ‘Jokowi
mucizesi” çıkartılarak Cava Adası dışındaki geniş etnik kesimlere bir ‘şans’
tanınmadı.
Cava Adası’nda popülaritesine kuşku olmayan
Jokowi’nin, sadece etnik yapıların değil, sosyal-kültürel-ekonomik vb.
taleplerin farklı olduğu diğer bölgelere dair nasıl bir politik yaklaşıma sahip
olduğunu bilen yok. Örneğin, Açe halkı, yakında dokuzuncu yılına girecek
Helsinki Barışı’nın bugüne kadarki uygulanışı ve geleceği konusunda Jokowi’den
bir şey duydu mu? Papua’da sürgit devam eden bağımsızlık arzusu ve buna ordu ve
polisin verdiği tepki karşısında bir sivil siyasetçi olarak Jokowi’nin kayda
değer bir değerlendirmesi oldu mu?
Bu ve benzeri bölgelerde “Jokowi sempatizanlığı”ndan
söz edilecekse, bunun yegâne kaynağı ‘yolsuzluklarla’ mücadele kararlı duruşunu
şu ana kadar sürdürmüş olmasından başka bir şey değildir. Aslında tam da bu
noktada müthiş bir ironinin sergilendiği fark edilmeli. Ya da bu ironinin nasıl
kaçırıldığını hayretle izliyoruz... O da yolsuzluğun odağı, aynı zamanda
siyasetin de odağı olan Cava Adası politik çevrelerinin birbirleriyle
mücadeleleri ve bu mücadelenin çeşitli vasıtalarla ulaştığı diğer çevre
‘Adalar’. Ülkeyi bugüne kadar yöneten Cava elitinin ürettiği bir olgu olan
yolsuzlukla mücadele, üzerine gidilmesi gereken bir konu olmakla birlikte, bu
seçimlerde bunun bir manipülasyona evrildiğini görmek gerekiyor. Daha valilik
görevinin ikinci yılı dolmadan devlet başkanlığına ‘yönlendirilen’ Jokowi,
birkaç ay önce Cakarta Valilik yönetiminde ortaya çıkartılan yolsuzluk vak’ası
karşısında ne sergileyebildiyse, ulusal düzeyde de farklı bir yaklaşım
olacağını düşünmek şimdilik güç. O zaman durup “Jokowi mucizesi” neye tekabül
ediyor sorusunu bir kez daha sormak durumundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder