Mehmet Özay 20
Şubat 2014
2014, I. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü... Aradan geçen bir yüzyıla
rağmen, sürdürülebilir bir dünya barışının sağlanabildiğini söylemek güç. Ancak
yüz yıl önceki çatışmanın odağı Avrupa iken, güç odaklarının değişimi ve dönüşümüne
paralel olarak bugün küresel güçlerin var olma mücadelesi verdiği coğrafya Doğu
ve Güneydoğu Asya. Küresel güçlerin dünkünden farklılık arz ettiği de ortada...
Başta Amerika olmak üzere Batılı devletler bu yüzyılı Asya Yüzyılı olarak
ilân ederken, dikkatlere ister istemez başta Çin geliyor. Öyle ki, bu ‘ilân’
tarzı bile, 1. Dünya Savaşı’nın aksine, ortada henüz yaşanmış herhangi bir
savaş olmasa da, güç merkezlerinin değişmekte olduğunu da ortaya koyuyor. 1.
Dünya Savaşı sonrasında önemli imparatorlukların çöküşü, faşizmin alabildiğine
yükseldiği akabinde ulus-devletlerin çıktığı bir sürece tekabül ediyordu. Hiç
kuşku yok ki, bu sürecin en önemli safhası ise, güç odağının Avrupa’dan Amerika’ya
ve bir ölçüde de Japonya’ya kaymasıydı.
Soğuk Savaş yıllarının ardından Varşova Paktı’nın çökmesi, bugün yaşanan
mücadelenin başlangıç noktası oldu. Bu durum, özellikle de Çin açısından son
derece önemli bir dönüşüme yol açtı. Sovyet sisteminin hatalarını tekrarlamama
adına ekonomide Batı’nın reform ‘tavsiyelerine’ kulak kabartan Komünist Çin
yönetimi, bugün küresel ekonomide söz sahibi olmakla kalmıyor, bir adım daha
atarak ekonomideki gelişmişliğini siyasi ve de askeri alana yayma istidadında
olduğunu ortaya koyuyor. Bu noktada ekonomisini revizyona tabi tutma konusunda
Batı’dan aldığı yönlendirmelerin ötesine geçerek varlığını bölge ve küresel
platformda bütüncül bir şekilde koyma eğilimi sergiliyor.
Bugün Çin bağlamında dikkate alınan küresel gelişmeler, sadece Doğu ve
Güneydoğu Asya’yı değil, tüm dünyayı etkisi altına alıyor. Tüm bu sürecin Doğu
Asya ve de tarihsel olarak son derece ilintili olduğu Güneydoğu Asya üzerinde
çeşitli düzeylerdeki baskılarda gündeme gelmeye başladığı yadsınamaz bir gerçek.
Bir yanda Japonya’nın kendi iç dinamiklerinden de bağımsız ele alınamayacak bir
yönelimle Çin-Japonya ilişkilerindeki gerginlik, öte yanda Güney Çin
Denizi’ndeki “Adalar Krizi” çerçevesinde beş ülke -Taiwan, Brunei, Filipinler,
Malezya, Vietnam- ile olan teritoryal haklar ve kıta sahanlığı problemi bölgenin
bir yüzyıl öncesinden farklı, ancak genel anlamıyla küresel güçlerini karşı
karşıya getiren bir dönemin yaşandığını ortaya koyuyor.
Bu bağlamda, ABD ile Çin’in doğrudan karşı karşıya gelmek yerine, bir ucu
Japonya, diğeri Güneydoğu Asya olmak üzere iki vecheli etkileşime konu oluyor.
2. Dünya Savaşı sonrası koşullarında ABD’nin dayatmalarına ‘evet’ demiş
Japonya’nın güvenlik meselesindeki ‘ciddi açığı’ ABD ile yakın işbirliğini
gerektirirken, Güneydoğu Asya ülkelerinin kimi ekonomik gelişmişliklerine
rağmen, geleneksel anlamda askeri birer güç ol(a)mamaları, Çin ile
karşılaşmalarında yoksunluklarını daha da açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu
süreç, Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin agresif ekonomik kalkınmaya yönelmekle
kalmayan, aynı zamanda Japon ulusunun ‘milliyetçilik duygularını’ tazeleyerek,
2. Dünya Savaşı’nın suçlusu psikolojisinden kurtulma çabalarına neden olan
politikalarının bir ucu hiç kuşku yok ki, ‘savunma stratejilerinin’ ve ‘savunma
sistemlerinin’ yeniden değerlendirilmesine yol açıyor. Japonya’nın güvenlik
politikalarındaki dönüşüm izleri, Amerikan desteğini de arkasına alarak
“kollektif savunma” bağlamına yöneliyor.
Güneydoğu Asya veya ASEAN bölgesinde ise henüz ‘ASEAN’lılık olgusunun
ekonomi perspektifinden çıkamamış olması; Birlik üyesi ülkelerin halklarının
ortak güvenlik ve barış süreçlerine dair bilgi, birikim ve donanıma sahip
ol(a)mamaları, iş dış güvenlik meselesine gelip dayandığında mutlak bir ‘güçle’
hareket etmelerini zorunlu kılıyor. ASEAN’ın bu zaafını çok iyi bilen Çin
yönetimi, gelin sorunu ‘bire bir’ çözelim bağlamına taşırken, ASEAN 2. Dünya
Savaşı’ndan bu yana bağımlı olduğu ABD ile ikili askeri ilişkilerin
geliştirilmesine giderek daha çok meyyal gösteriyor. Bu noktada gözden kaçmayan
bir husus var ki, o da ABD güvenlik sistemine şu veya bu şekilde eklemlenmiş uluslararası
silah tüccarlarının varlığı. Bu güç odakları devreye girerek, bölgenin ‘askeri
alt yapı hazırlıklarının’ şekillenmesinde başat rol oynuyor. Bunun en son
örneğini geçenlerde Singapur’da gerçekleştirilen Havacılık Fuarı’nda
‘yaratılan’ taleplerde görmek mümkündü...
Tüm bunlara rağmen, bölgesel ve küresel barışı tehdit edecek herhangi bir
girişimin ortaya çıkıp çıkmayacağı bir süredir tartışma konusu. Özellikle 1.
Dünya Savaşı’nın 100. Yılı’na girildiği bu yıl içerisinde bu konudaki
tartışmaların ardı arkası kesilmeyecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder