Mehmet Özay 30
Eylül 2013
20-29 Eylül tarihleri arasında “Açe Kültür Festivali” (Pekan Kebudayaan
Aceh) gerçekleştirildi. Bu festival çerçevesinde düzenlenen iki günlük ‘Tarih
ve Kültür Semineri’ne davetli olarak katıldık. Bu vesile ile bir ölçüde
festival etkinliklerini çokça da semineri izleme olanağı bulduk.
Altıncısı düzenlenen festivalin ilk etapta göze çarpan özelliği yerel,
ulusal ve uluslararası katılımda artışın gözlenmesiydi. Bunun yanı sıra, bazı ilkleri de içinde
barındırıyordu bu festival. Buna aşağıda değineceğim. Ayrıca, festivalin üst
başlığı “Birlikte Açe” diye çevirebileceğimiz “Aceh Satu Bersama” oluştururken
alt başlığını ise ‘Kültürde ve Tarihde Birlik’oluşturması kayda değerdi. Bu
başlık üzerinde kısaca durmakta fayda var.
Açe sosyo-siyasi bağlamını dikkate aldığımızda festival konseptinin öyle
sıradan olmadığını anlamak pek de zor değil. Özellikle 2012 Valilik seçimleri
sonrası mevcut Eyalet yönetiminde söz sahibi dolayısıyla da iktidarı hedefleyen
siyasi parti, yani Açe Partisi (Partai Aceh) içerisinde yaşanan değişim ve
dönüşümler kadar, bu siyasi parti ile Açe toplumunda azımsanmayacak bir yeri
olan kimi sivil oluşumlar ve kampüs çevreleri arasında ortaya çıkanbir tür
siyasi farklılaşmanın ve ayrışmanın kısa ve orta vadede Açe siyaseti ve toplumu
üzerindeki etkisinin hiç de olumlu sayılmayacağının fark edilmiş olduğu
anlaşılıyor.
Festival, 20 Eylül günü Endonezya Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono
ve eşinin yanı sıra,merkezi hükümetten bazı bakan ve üst düzey bürokratın
katılımı sembolik olmanın ötesinde anlamlar yüklüydü. Aslında bu Yudhoyono’nun
festivale ilk gelişi de değil. Devlet Başkanlığı dönemine tekabül eden bir
önceki, yani 5. Kültür Festivali’ne de katılmış ve açılışını yapmıştı.
Yudhoyono’nun bir Eyalet Festivali’ne katılımı, elbette ki Açe’nin Endonezya
merkezi yönetimi için farklı anlamlar içermesiyle bağlantılı. Yudhoyono açılış
konuşmasında Açe’nin neredeyse her boyutuyla kültürel zenginliğine değinmesi dikkat
çekiyordu.
Altıncısı olduğunu vurguladığım bu festivalin dört yılda bir yapıldığı
dikkate alındığında ne zaman başladığına da değinmek gerekir. Çünkü bu durum,
bu yılkı festival konseptinin yanı sıra, Açe’deki politik durumla ilintisini de
ortaya koymaktadır. Festivalin (PKA-1) ilki dönemin dini ve siyasi lideri Davud
Beureuh’in önderliğinde Dar’ul Islam hareketinin sona ermesinin ardından, 1958
yılında gerçekleştirilmiş. Bu ilk festival, merkezi hükümetle çatışmaların
ardından Açe’ye verilen ‘otonom’ hakkının yerel düzeyde birliğin göstergesi
anlamına geliyordu. Bu ilk inisiyatiften bu yana yaklaşık 55 yıl geçmesine
rağmen, festivalin sadece altı kez yapılması geçen süreçte yaşanan çatışma
döneminden kaynaklanıyor. Zaten bunun içindir ki, artık geçmişte kaldığı düşünülen
çatışmalara ve bugünlerde gündemi oluşturan siyasi bölünmüşlüğe şu veya bu
şekilde yapıldığı açık olan bir atıfla bugünkü Festival’de ‘Birlik’ mesajı
güçlü bir şekilde vurgulanıyor.
Festival şehrin, yani Banda Açe’nin değişik yerlerinde gerçekleştirilen
etkinliklere sahne oldu. Bunlar arasında, geniş halk kitlelerinin katılımı
dikkate alındığında yerin şehir merkezinde Lampriet’de Taman Ratu Safiatuddin kültür
merkezi dikkat çekiyordu. Bunun yanı sıra, Kültür Parkı (Taman Budaya), Sultan
II. SelimToplum Merkezi gibi mekânlar da kimi etkinliklere konu oldu. Yeri
gelmişken Açe idaresinde ve entellektüel çevresinde bir dizi değişime işaret
etmesiyle dikkat çeken bir değişime tanık oldum. Etkinliklerin ana mekânı
Safiatuddin Meydanı’nın adındaki değişimdi. Bu meydana ismini veren Ratu
Safiatuddin, Sultanlığın yükseliş döneminin sona erdiği yıllarda hükümdar olan
İskender Sani’nin eşidir. Bununla birlikte, Safiatuddin, eşinin ölümünden sonra
tahtta çıkarak otuz yılı aşkın devleti yönetmiş bir kadın sultan aynı zamanda.
Sultan’ın eşi anlamına gelen ‘Ratu’nun yerine, ‘Sultanah’ olarak değiştirilmesi
uygun görülmüş. Kaldı ki, bu sultanlar dönemi Safiatuddin ile de sınırlı değil.
Yaklaşık 60 yıl boyunca birbiri ardı sıra tahta çıkan ve devleti yöneten üç
kadın sultan bulunuyor. Mevcut tarihi referanslar dikkate alındığında ve de
‘Yeni Açe’ adıyla anılan içinde bulunduğumuz süreçte Açe’de kaybedilmiş
kimliğin ve aidiyetin yeniden kazanımının sembolik işareti olması bakımından şu
veya bu şekilde bir kıymet-i harbiyesinden söz edilebilir.
Genelde yıl boyu küçük çapta etkinliklere sahne olmanın ötesinde pek de kullanılmayan
Taman Ratu Safiatuddin’de Açe’nin kültür zenginliğini yapısal anlamda gösteren
her bir bölgeye ait ahşap mekânlar ve çevrelerinde kurulan standlar Eyalet’e
ait neredeyse tüm değerlerin sergilenmesine el veriyordu. Bunlar arasında
kıymetli dostumuz Tarmizi Hamid’in özel kolleksiyonundan örneklerin yer aldığı
Açe el yazmalarından geleneksel tedavilerde kullanılan ilâçlara, kınalara, kimi
zanaatkârlıklara kadar her şeyi bulmak mümkündü. Her yaş ve toplum grubundan
geniş kitleleri bu sergi merkezine çeken ise hiç kuşku yok ki, akşam namazından
sonra başlayan folklor ve müzik etkinlikleriydi. Geleneksel dansları ve
müziğindeki canlılık ile tanınan Açe folklorü bir kez daha göz doyurdu desem
yanılmış olmam. Malay dünyasının değişik bölgelerinde ‘soft’ özellikleri ile
öne çıkan folklor Açe’de, hiç kuşku yok ki Açe halkının karakteristiklerini
yansıtacak şekilde canlılık ve dinamizm yer buluyor. Bu gösterilerin yerli ve
yabancı konukların ilgisinin çekmesi kadar, küresel öneme sahip örneğin UNESCO
gibi kültür kurumlarının da dikkatini çekiyor.Bunun somut bir ifadesi olarak
UNESCO kısa bir süre önce, Saman Dansı’nı (Tari Saman) dünya kültür mirası
olarak kabul etti. Açe müzik ve folklorunun ayırt edici özelliklerinden biri
hiç kuşku yok ki, bölge halkının dini inancını ve yaşamını yansıtması. Bunlar
arasında yukarıda değindiğim Saman Dansı’nın yanı sıra Seudati, Tarik Pukat vb.
bölge İslami anlayışı içerisinde kayda değer bir yeri olan Sufizmin sanatla
buluştuğu bir alan olmasıyla dikkat çekici. Tam da bu noktada, şayet Naqib
Al-Attas’ın “Bilginin İslamileştirilmesi” kavramından hareket ederek ifade
edersek, Açe kültürel dokusunun yüzyıllar boyunca İslamlaştırıldığını açıkça ileri
sürebiliriz. Zaten bu nedenledir ki, Açe folklor, müzik ve danslarının
‘spirituel’ boyutundaki yoğunluk ilgili herkesin dikkatini çekiyor. Bu
bağlamda, festival vesilesiyle görüşlerine başvurulan Açe Gelenek Meclisi
(Majlis Adat Aceh) başkanı Badruzzaman İsmail ve Açe Alimler Birliği (Majlis
Permusyarawatan Ulama-MPU) Başkanı Prof. Dr. Muslim İbrahim de Açe kültürünün
bu yönüne vurgu yapıyorlardı.
Eyalet’in 22 bölgesininn temsil edildiği standtların her biri önünde
kurulan küçük sahnelerde folklor, el zanaatları vb. gibi bölgesel değerler
sergilenirken, burası aynı zamanda Banda Açe’de yaşayan bölge halkının bir
anlamda ‘hemşehrilerin’ buluşma noktası işlevi gördü. Meydanın köşesindeki büyükçe
sahne ise hem ‘artistik’ hem performans olarak çok daha nitelikli işlerin
sergilendiği mekan işlevi gördü. Bu bağlamda bu sefer denk gelmesem de, birkaç
yıl önce gerçekleştirilen 5. Sanat Festivali’nde tanık olduğum kıymetli
Rafli’nin unutulmaz performansını bir kez daha hatırlatmak isterim.
Ziyaretlerimiz arasında Tamiang ve Bireun Belediyesine ait stantlar da
bulunuyordu. Burada ilgi çeken husus Tamiang -ki coğrafi konumu itibarıyla Doğu
Açe’de kalmaktadır- standındaki folklor gösterilerinin Kuzey Açe veya Güney
Açe’ye göre farklılığıydı. Bu farklılık, Tamiang’ın bir yandan modern öncesi
dönemde Deli Sultanlığı’na ev sahipliği yapmış Medan ve çevresi ile Malaka
Boğazı’nın öte yakasındaki Malay dünyasıyla etkileşimlerini ortaya
koyuyordu. Bireun Belediyesi standındaki
gösterinin ardından, Belediye Halkla İlişkiler Müdürü Fauzan Bey’le ve bölgenin
yüksek öğrenim kurumu “Al-Muslim Üniversitesi” Rektörü Dr. Saifullah Bey’le
sohbet etme fırsatı bulduk. Sohbetimizde Bireun’un endüstrileşmede oynadığı
öncü rolün yanı sıra, yüksek öğretimde giderek daha fazla ses getirecek bir
yapılanmanın kaçınılmazlığına değindik. Bu vesileyle, her iki yetkiliden yakın
gelecekte bölgeyi ziyaret ederek doğrudan temaslarda bulunma yönünde davetiye
aldık. Aslında hem aile bağımızın hem de önde gelen kimi politikacıların ve
Hocaların mekanı olması bağlamında hiç de yabancı olmadığımız Bireun’a
yapacağımız ziyaret süregiden ilişkilerimiz anlamında kapsayıcı olacak.
Burada, Festival kapsamında gerçekleştirilen ve bizim de davetli olduğumuz
seminere değinmek istiyorum. 25-26 Eylül tarihlerinde iki gün boyunca süren
seminer Festival hareketliliği içerisinde entellektüel boyutun hiç kuşku yok
ki, öne çıktığı bir etkinlikti. Festival konseptinin aynısı yani, Kültürde ve
Tarihde Birlik, seminerde de canlı bir şekilde öne çıkıyordu, hem de
kanıtlarıyla. Sadece Açe Eyaleti’ndeki akademisyen ve entellektüellerin değil,
Cakarta, Cogcakarta, İngiltere ve Malezya’dan katılımlarla uluslararası boyuta
varan bir yönü vardı. Katılımcılar arasında ilk akla gelen isimler, University
of Malaya’dan Prof. Dr. Othman Yatim, Endonezya Üniversitesi’nden (UI) Prof.
Dien Majid, Şah Kuala Üniversitesi’nden Dr. Husaini İbrahim, Prof. Dr. Fachry
Ali, Prof. Dr. Alyasa Abubakar. Akedemyanın yanı sıra, daha önce Açe Partisi
sözcülüğü de yapmış olan ve bir süredir Vali danışmanı olarak görev yapan
Fachrur Razi ve Bireun hocalarından Tgk. Muhammed Yusuf Wahab içinde yer
aldıkları perspektiften Açe’de birlik konusuna katkıda bulunmaya çalıştılar. Fachrur
Razi, bugünlerin önemli gündem maddelerinden biri de olan Helsinki Barış
Anlaşması ve Açe’nin geleneksel liderlik makamı olarak görülen Wali Nanggroe
konusuna değindi. Bu iki konunun kamuoyu önünde dikkatlere sunulması geniş bir
tartışma platformu oluşturulmasına vesile olması bağlamında önemliydi. Tgk. M.
Yusuf ise birliğin temelinin ‘İslam’da olduğuna dair yaklaşımını Açe tarihinde
alimlerin oynadıkları rolle ortaya koymaya çalışarak bugüne bir yansıtmada
bulunuyordu.
Açe Hint Okyanusu Çalışmaları (ICAIOS)’un organize ettiği uluslararaı
konferansların çapına ulaşmasa da, Açe Eyaleti Kültür İşleri Müdürlüğü Tarih
Bölümü Başkanı Teuku Zulkairnain’ın öncülüğünde gerçekleştirilmesi sadece
‘kampüste’ değil, bürokraside de Açe tarih ve kültürüne kayda değer bir yönelme
olduğunu ortaya koyması açısından önemliydi. Bu açılımın süreklilik arz etmesi
konusundaki acizane görüşlerimizi Zulkarinain Bey’le paylaştığımız gibi, bu
konuda kurucusu olduğumuz Açe-Türk Kültür Enstitüsü (PuKAT) ile ortak
çalışmalara imza atacağımızın ipuçlarını zaten çoktan vermeye başladık bile.
Böylece Açe’yi ve Açelileri yanlışa sürüklemeyecek; ‘yeni sömürgecilik’ izinden
gitmeyecek; yerel değerleri, anlayışları, kıymetleri öne çıkartacak; önceliğin
‘ben/biz’ değil, Açe olması gerektiği konusunda yeni bir algı biçiminin
oluşturulmasının önemine bir kez daha vurgu yapmak istiyorum.
Alanında uzman öğretim görevlileri ve araştırmacıları bir araya toplayan
seminerde ‘Açe Entellektüel Mirası’ (Warisan Intellektual Aceh) başlıklı
oturumda moderator olarak bulunmak ayrı bir kıvançtı bizim için. Oturumda iki
kıymetli akademisyen bulunuyordu. İlki Nusantara’daki yani Malay
Takımadaları’nda el yazmalarını konu alan çalışmalarıyla tanınan Dr. Oman
Faturrahman ile Açe tarihine ışık tutan önemli arkeolojik çalışmalarıyla
tanınan Scotlandia’lı Prof. Dr. Edward McKinnon’du. İki günlük seminerin
kapanış bölümü olması dolayısıyla büyük salonda gerçekleştirilmesi ve de
katılımcılarla geniş bir dinleyici kitlesine hitap etme imkânı doğdu.
1975’lerden başlayan arkeoloji serüveninde McKinnon, Kuzey Açe’de
Samudra-Pasai’den, Çin kaynaklarında adı ‘La-muri’ olarak geçen, bugün Banda
Açe’rin kuzey ucunda kalan Krueng Raya’daki Lamreh kalıntılarına oradan şehrin
diğer ucuna, yani Batısı’na düşen ‘Ujung Pancu’ya kadar uzanan arkeolojik
araştırma serüvenine tanık olduk.McKinnon’un Malay dünyasının gelmiş geçmiş en
önemli sufisi ve edebiyat insanı olma özelliğini taşıyan Hamzah Fansuri’nin
yaşadığı mekana dair yaptığı açıklamalarla Fransız arkeologlarına meydan
okuyuşu uzun süre gündemden düşmeyecek gibi. Her ne kadar kıymetli McKinnon ilerlemiş
yaşına ortaya koyduğu performansla genç akademisyenleretaş çıkartırken,
özellikle Açeli genç dinleyiciler nasıl bir arkeoloji zenginliğine sahip
olduklarını umarım fark etmişlerdir.
Bu çerçevede acizane biz de uzun süredir ileri sürdüğümüz bir argümanı bir
kez daha yüksek sesle dile getirme imkânı bulduk. O da, üç tarafı denizlerle
çevrili ve tarihin erken dönemlerinden itibaren doğu-batı ticaretine konu olmuş
bir ticaret havzası olarak öne çıkan Açe’nin sahil şeridinde acilen ‘su-altı
arkeolojisi’ çalışmalarının başlatılmasıdır. Tıpkı benzer konularda olduğu gibi
bu konuda da, Türkiye’de ilgili kurum ve kuruluşların olumlu bir tepkisi -en
azından bugüne kadar- gelişmemiş olsa da, biz söz konusu kurumların
duyabileceği şekilde görüşlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz. Yoksa, özellikle
çıkarlar söz konusu olduğunda ilgili ilgisiz her kesimin kullanmakta sakınca
görmediği Açe’de ‘var olduğu ifade edilen’ Türk varlığının, duygusal ve
duygulanımlar çerçevesinde sömürülmesine sıkıştırılmış bir sürece tanıklık
etmenin ötesinde,Açe’nin değerlerini tarihin namusu adına olduğu kadar akademik
ve entellektüel sorumluluk adına rasyonel argümanlara dayandırma paralelinde
ifade etmeye devam edeceğiz. Bu vesile ile 1985-1988 yılları arasında görev
yapmış Endonezya Büyükelçimiz merhum Metin İnegöllüoğlu’nun daha o yıllarda
Cakarta’dan kalkıp Açe’ye gitmesi ve Açe tarihinin bir bölümüne dair ortaya
koyduğu çabalar olduğunu hatırlayınca bugün böylesi çabalara gerçekleşmemesine
üzülmemek elde değil. Umulur ki, ilgili çevreler Açe konusuna hakkıyla eğilir
ve gereğini yaparlar. Böylece biz de yakın gelecekte gerçekleştirilecek 7. Açe
Festivali’ne aktif olarak katılma olanağı bulmuş oluruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder